Eman isteyen kimse başkasının evine eman ile giren kimsedir, yani başkasının ülkesine eman ile giren kimsedir. O ister Müslüman olsun ister harbî olsun fark etmez.

Müslüman Dâr’ül harbe eman ile girdiğinde onlardan bir şeye karşı gelmesi haramdır. Zira Müslümanlar, şartları üzeredirler. Onların mallarından bir şekilde karşılaştığında onu gizlice ya da çalarak gasp yoluyla almaz, onu kendisine mülk edinmesi haram olur, onu zorunlu bir şekilde sadaka olarak verir. Onlardan bir şeyi gaspettiğinde onu onlara geri verir. Çünkü gaspedilen mal kendisinden gaspedilene garantilidir, ister kâfir ister Müslüman olsun ona döndürülür.

Müslüman’ın Dâr’ül küfre eman ile girmesinin caiz olması gibi, harbînin de Müslümanların ülkesine eman ile girmesi caiz olur.

Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Mekke’nin fethi günü kâfirlere eman vermiştir.

Şöyle demiştir: وَمَنْ أَغْلَقَ بَابَهُ فَهُوَ آمِنٌ     “Kim kapısını kapatırsa emin olur.” [1]

Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem müşriklerin elçilerine eman veriyordu ve kendisine eman verilen kimseye ihanet edilmesini haram kılıyordu.

Ebu Said’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem’in şöyle dediği rivayet edildi: لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرْفَعُ لَهُ بِقَدْرِ غَدْرِهِ أَلا وَلا غَادِرَ أَعْظَمُ غَدْرًا مِنْ أَمِيرِ عَامَّةٍ  “Her gaddarlık yapan için Kıyamet Günü bir bayrak olur. O bayrak ihanetine göre onun için yükseltilir. Dikkat, ihanet bakımından genel emirden daha büyük ihanet eden olmaz.” [2]

Ancak eman isteyen harbîye, Müslümanların ülkesinde sadece bir sene kalmasına izin verilir. Zira ona vize bir ay ve iki ay veya biraz daha fazla verilir. Fakat bir seneden fazla verilmez. Bir süre ile sınırlamaksızın ona sınırsız bir eman verildiğinde, muteber olan tam bir yılın dolmasıdır. Çünkü ona Dâr’ül İslâm’da cizye olmaksızın ikamet etme izni bir sene verilir. Bir seneyi geçtiğinde, cizye zorunluluğu ile İslâm ülkesinde ikamet etmek veya dışarı çıkması arasında serbest bırakılır. Bir seneden fazla kalırsa, cizye vermeyi kabul ediyor sayılır. Ona zimmet hükmü verilip zimmî olur ve cizye alınır. Çünkü bir kâfirin İslâm ülkesinde cizye vermeksizin kalması caiz olmaz. Cizye senede bir defa alınır, bir seneden fazla kaldığında ona cizye vermesi zorunluluğu doğar ve o zorunlu olarak zimmî olur. Senenin sonunda, ya da sene dolmadan önce İslâm ülkesi dışına çıktığında ona cizye verme zorunluluğu oluşmaz. Dışarı çıkarsa önceki emanı da iptal olur. İkinci defa İslâm ülkesine girmek istediğinde yeni bir eman alması gerekir.

İslâm ülkesinde oldukları sürece eman isteyenlere yardım etmesi halifeye vacip olur. Onların hükmü zimmet ehli gibidir. Kendisine eman verilen kimse, cezayı gerektiren suç işlediğinde -içki haddi hariç zimmet- ehlinde olduğu gibi ona her ceza uygulanır. Çünkü Dâr’ül İslâm, Şer’i hükümlerin uygulanma yeridir. Dolayısıyla onda bulunan Müslüman, zimmî ve eman verilen herkese Şer’i hükümler uygulanır.

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem, Hıristiyan oldukları halde Necran ehline şunu yazdı:  إن من بايع منكم بالربا فلا ذمة له  “Sizden kim riba/faiz ile alış-veriş yaparsa, ona zimmet yoktur.”[3]

Riba hükmü İslâm’ın hükümlerindendir. Rasul’ün zimmet ehline riba ile alış-verişi yasaklama hükmünü tatbik etmesi, onları İslâm’ın hükümleriyle sorumlu kılmasına dair bir delildir. Eman verilen kimseye de zimmî muamelesi yapılır.

– Eman isteyen kimse, kendisi için eman alındığında onun bu emanı beraberinde ona ait olan mallarına da eman olur, o mallar için bir eman almamış olsa da. Onun kendisi korunduğu gibi malları da korunur. Dolayısıyla Müslüman onun şarabını ve domuzunu telef ettiğinde, değerini tazmin eder, onu hata ile öldürdüğünde diyetini öder, kasten öldürdüğünde ise öldürülür.

– Eman verilene eziyet etmekten kaçınılması vacip olur. Müslüman’da olduğu gibi çekiştirilmesi haram kılınır. Çünkü ona zimmî muamelesi yapılır.

– Eman verilen varisleri Dâr’ül harpteyken Dâr’ül İslâm’da öldüğünde malı korunur, varisleri onun varisi olduğunu belgelediklerinde o malı alırlar. O mal ister Müslümanlarda olsun ister ise zimmet ehlinde olsun fark etmez. Çünkü onun malı da emandadır, onun varisi olan ehline teslim edilir.

Kısacası, Müslümanlardan eman talep eden herkese eman vermeleri Allah’u Teâlâ’nın şu sözünden dolayı caizdir:

وَإِنْ أَحَدٌ مِنْ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ حَتَّى يَسْمَعَ كَلامَ اللَّهِ ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ  “Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın Kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver, sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır.” [4]

Ayrıca eman, garanti ve söz vermektir.

Rasul SallAllah’u Aleyhi Vesellem diyor ki: الْمُسْلِمُونَ تَتَكَافَأُ دِمَاؤُهُمْ وَهُمْ يَدٌ عَلَى مَنْ سِوَاهُمْ يَسْعَى بِذِمَّتِهِمْ أَدْنَاهُمْ “Müslümanların kanları eşittir. Onlar kendilerinden başkalarına karşı tek eldirler. Onların en düşükleri onların zimmeti ile hareket eder.” [5]

Ancak bu eman, eman isteyenlerin İslâm’ın hükümlerine boyun eğmeleriyle ve üzerlerine cizye vermeleri zorunluluğu gerçekleştiğinde cizye vermeleri ile sınırlıdır.

Bunun delili Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür:

حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ   “Kendi güçleri nispetinde küçülmüşler olarak cizye verinceye kadar onlar ile savaşın.” [6]

Yani onlar, İslâm’ın hükümlerine boyun büküp cizye vermedikçe onlardan savaş kaldırılmaz ve onlara savaştan eman verilmez. Dolayısıyla Dâr’ül İslâm’da ikamet ettikleri sürece İslâm’ın hükümlerine boyun bükmeyi kabul etmeleri kendilerine eman verilmesi için yeterlidir. Onlar içerisinde üzerlerine cizye vermenin gerçekleştiği süre olan bir sene Dâr’ül İslâm’da ikamet ettiğinde, ondan dışarı çıkması talep edilir, dışarı çıkmayı kabul etmediğinde onlar zimmî sayılarak kendilerine cizye konulur.

[1] Müslim, K. Cihâd ve’s Seyr, 3332

[2] Müslim, K. Cihâd ve’s Seyr, 3272

[3] İbn Ebu Şeybe, Musnaf’ında rivayet etti.

[4] Tevbe: 6

[5] İbni Mace, K. Diyât, 2673

[6] Tevbe: 29