Ukûbatlar (Cezalar)

Cezalar, insanları suç işlemekten alıkoymak için vardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاْ أُولِيْ الأَلْبَابِ “Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri.” [Bakara 179] Yani kısas hükmü sizin lehinize bir hükümdür. Kısas hükmünün gereği olarak öldüren bir kimsenin öldürülmesi büyük bir hikmettir. Kısas, canı ve hayatı devam ettiren, koruyan bir hükümdür. Katil öldürüleceğini bildiği zaman öldürmekten vazgeçer ve böylece nefisler için hayat sağlanmış olur. Zira bir başkasını öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini bilen akıl sahibi bir kimse böyle bir işe kalkışmaz. Tüm cezaların mantığı budur ve cezaların caydırıcılığı da buradan kaynaklanmaktadır.

Suç, kötü bir fiildir. Kötü fiil ise, şeriatın “kötü” olarak belirlediği davranışlardır. Bu nedenle şeriat tarafından “kötü fiil” olarak tanımlanmayan bir davranış “suç” sayılmaz. Şer’î nasslar tarafından kötü fiil olarak tanımlandığı zaman ancak suç sayılır. Burada “kötü fiilin” derecesine, yani suçun büyüklüğüne ya da küçüklüğüne bakılmaz. Şeriat kötü fiili günah saymış ve işleyenin cezalandırılmasına hükmetmiştir. Dolayısıyla İslam hukukunda “Günah” ile “suç” aynı anlama gelmektedir.

Gerçekte insan fıtratında zorunlu olarak suç işleme isteği (suça eğilimlilik) olmadığı gibi insanın suç işleme isteği (suça eğilimliliği) tümüyle sonradan kazandığı bir özellik veya hastalık da değildir. Suç, insanın; kendisi, Rabbı ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen sisteme karşı hareket etmesidir. İnsanı, insandaki içgüdüleri ve bedensel ihtiyaçları Allah yaratmıştır. İnsanda var olan bu özellikler insandaki canlılığın gereği olarak vardırlar ve insanı doyurulmaya iterler. Bu nedenle insan, kendisinde var olan bu ihtiyaçları gidermek için harekete geçer. İşte insanda var olan bu açlıkların doyurulması düzensizliğe ve başıboşluğa terk edilirse insan, hatalı ve anormal doyum yollarına başvurur. Bu nedenledir ki insanın amellerini düzenleyen Allah, bu içgüdülerin ve bedensel ihtiyaçların doyurulma keyfiyetini de düzenlemiştir. Bu amaçla şer’î hükümler konulmuş ve İslâm şeriatı, insandan kaynaklanan her olayın hükmünü açıklamış, helaller ve haramlar koymuştur. Bu nedenledir ki İslâm şeriatında “emirler” ve “yasaklar” vardır. Bu emirler ve yasaklar nedeniyle insanı, emrettiklerini yapmakla, yasakladıklarından da sakınmakla sorumlu tutmuştur. Tersine hareket ettiğinde ise kötü bir iş yapmış, yani suç işlemiş olur. Dolayısıyla insanların, Allah’ın emirlerini yapmaları, yasakladıklarından da kaçınmalarını sağlamak üzere suç işleyenlerin cezalandırılmaları kaçınılmazdır. Emir ve yasaklara aykırı hareket edenleri cezalandırmadıktan sonra bu emirlerin ve yasakların hiçbir anlamı olmaz. Üstelik İslâm şeriatı bu suçlar için hem bu dünyada hem de ahirette cezaların var olduğunu açıklamıştır. Ahirette verilecek cezalar Allah’a ait olup kıyamet günü Allah, günahkarları cezalandıracaktır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ “Suçlular simalarından tanınırlar da alınlarından ve ayaklarından tutulurlar.” [Rahman-41] Ve Allah Teala şöyle buyurmaktadır: وَالَّذِينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَ “Kafirler için cehennem ateşi vardır.” [Fatır-36] Ve Allah Teala şöyle buyurmaktadır: وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هَـذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنفُسِكُمْ فَذُوقُواْ مَا كُنتُمْ تَكْنِزُونَ “Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar; işte onlara pek acıklı azabı müjdele. O gün cehennem ateşinde (biriktirdikleri altınlar ve gümüşler) kızdırılır, bunlarla alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir. Tadın biriktirdiğinizi, denir.” [Tevbe-34-35] Ve Celle Celaluhu şöyle buyurmaktadır: هَذَا وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا فَبِئْسَ الْمِهَادُ “Bu böyle. Azgınlar için de çök kötü bir sonuç vardır. Cehennem. Oraya girerler. Ne kötü bir konaktır.” [Sad 55-56] Yüce Allah günahkarlara azap edeceğini vaat etmekle birlikte onların işi Allah’a aittir. Dilerse onlara azap eder, dilerse onları bağışlar. Şöyle buyurmaktadır: إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاءُ “Allah kendisine ortak koşmayı bağışlamaz. Bunlardan başkasını dilediğine bağışlar.” [Nisa-48] Delillerin genelliğinden dolayı onların tevbeleri makbuldür.

Dünya hayatındaki cezaları uygulama görevi İmama (Halifeye) veya naibine aittir. Yani Allah’ın hadlerini, cinayetlerle ilgili hükümleri, taziri ve muhalefet cezalarını uygulamak devlet başkanının görevdir. Suç işleyenlerin dünya hayatında cezalandırılmaları ile onların ahiretteki cezaları kalkar. Cezaların iki boyutu; engelleyici ve zorlayıcı boyutu vardır. Engelleyici yönü ile insanları günahlardan ve suçları işlemekten alıkoyar. Zorlayıcı yönüyle de ahiret azabını zorunlu hale getirir. Dünyada, devletin cezalandırmasıyla Müslüman ahiretteki azaptan kurtulur. Bunun delili Buhari’nin Ubade b. es-Samit Radıyallahu Anh’dan rivayet ettiği şu hadistir: كنا عند النبي صلى الله عليه وسلم في مجلس فقال : بايعوني على أن لا تشركوا بالله شيئاً، ولا تسرقوا ولا تزنوا، وقرأ هذه الآية كلها، فمن وفي منكم فأجره على الله، ومن أصاب من ذلك شيئاً فعوقب به فهو كفارة له، ومن أصاب من ذلك شيئاً فستره الله عليه إن شاء غفر له، وإن شاء عذبه “Biz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile bir mecliste iken bize; “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak ve zina etmemek üzere biat etmeye geldikleri zaman” ayetinin tamamını okuyarak şöyle dedi: “Bana biat ediniz dedi. Sizden kim sözünde durursa onun mükafatı Allah’a aittir. Kim bunlardan birisini yaparsa kendisine kefaret olmak üzere işlediği suçun cezası ile cezalandırılır. Kim bunlardan birini yapar da Allah onu suçunu örterse, dilerse ona azap eder dilerse onu bağışlar.” Bu hadis dünya hayatındaki cezanın belli bir suçun karşılığı olduğuna, bu cezanın devlet tarafından uygulandığına ve kişiden ahiretteki azabı kaldırdığına dair açık bir ifadedir. Bu nedenledir ki Maiz zina yaptığını itiraf ettiğinde taşlanarak öldürülmüştür. Aynı şekilde Ğamidiye ve Cüheyne’den birer kadın zina ettiklerini itiraf etmişler ve ölünceye kadar taşlanmışlardır. Bu nedenle Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Cüheyneli kadın hakkında şöyle demiştir: لقد تابت توبة لو قسمت بين سبعين من أهل المدينة لوسعتهم “Bu kadın öyle tevbe etti ki, onun tevbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi onların hepsini rahmetle kuşatırdı.” Burada isimleri zikredilen kimseler ahiret azabından kurtulmak için dünyada devlet tarafından cezalandırılmak üzere suçlarını itiraf etmişlerdir. Bu nedenledir ki Rasulullah’a gelen Ğamidiye’li kadın: “Ey Allah Rasülü! Beni temizle” diyordu. Nitekim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanında birçok kişi işledikleri suçları itiraf ederek ahiret azabından kurtulmak için dünyada cezalandırılmayı kabul etmişler, dünyada çekecekleri acıya ve kısasa razı olmuşlardır. Çünkü dünyadaki azap, ahiretteki azaptan çok daha hafif ve kolaydır. Özetle cezalar, engellemeler ve zorlamalardan ibarettir.

Devlet tarafından suçlara ve günahlara uygulanacak olan bu cezalar, Allah’ın emir ve yasaklarını uygulayabilmenin tek yoludur. Yüce Allah birtakım yasaklayıcı hükümler koyduğu gibi bunların ihlali durumunda uygulanması için de cezai hükümler koymuştur. Allahu Teala malın korunmasını emretmiştir. Bu hususta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: لا يحل مال امرئ مسلم إلاّ بطيب نفسه “Kendi gönül rızası ile olmadıkça müslüman bir kimsenin malı kardeşine helal değildir.” Ve şöyle buyurmuştur: إن دمائكم وأموالكم عليكم حرام “Şüphesiz ki mallarınız ve canlarınız birbirinize haramdır.” Allah’ın bu emrinin uygulanması için hırsızlık yapanın elinin kesilmesini gerektiren hükümler konulmuştur. İnsanların zina yapmaları yasaklanmıştır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: ولا تقربوا الزنا “Zinaya yaklaşmayınız.” [İsra-32] Allah’ın bu emrini uygulamak üzere celd (sopa) ve recm (taşlama) hükümleri getirilmiştir. İşte temel metot, tüm emredici ve yasaklayıcı hükümlerin aksine davranılması halinde devlet tarafından cezalandırılmaktır. Bu nedenledir ki şer’î hükümlerin uygulanma metodu aykırı davranışlarda bulunanların cezalandırılmasıdır. Bu cezaların nasslarla belirlenmiş ya da yöneticinin takdiri ile belirlenmiş cezalar olması arasında fark yoktur.

Cezalandırmayı Gerektiren Fiiller

Cezalandırılmayı gerektiren fiiller üçe ayrılır. Bunlar:

1- Farzları terk etmek

2- Haramları işlemek

3- Devlet tarafından çıkartılan, bağlayıcılığı olan emredici veya yasaklayıcı kararlara aykırı davranmak.

İslam fıkıh düşüncesinde yukarıda belirtilen üç grup fillerin dışındaki davranışlardan dolayı herhangi bir ceza yoktur. Bunun nedeni, kulların fiilleri ile ilgili davranışların beş gruba ayrılmış olmasıdır. Bunlar:

a- Farzlar, ki bunlara aynı zamanda vacipler de denir.

b- Menduplar. Sünnetler ve nafileler de bu gruba girmektedir.

c- Mübah

d- Haramlar, yasaklar.

e- Mekruh

Farz, kesin olarak yapılması istenen fiillere denir. Mendup ise kesin olarak yapılması istenmeyen fiillerdir. Mübah, kişinin yapıp yapmamakta tamamen serbest bırakıldığı fiillerdir. Haram, kesin olarak terk edilmesi gereken fiillere denirken mekruh ise terki kesin olarak istenmeyen fiillere denir. Yüce Allah kesin olarak yapılması istenen veya yapılmaması istenen fiillerin aksine hareketler için cezalar koymuştur. Diğer bir ifade ile kesin emir veya kesin yasak ifade eden fiillerin tersi davranışlar için cezalar vardır. Bu türden fiillerin dışında kalan fiillerden dolayı ceza yoktur. Bu kurala göre sünneti terk eden veya mekruh olan bir fiili yapan kimse cezalandırılmaz. Yapıp yapmama konusunda insanın tamamen serbest bırakıldığı fiiller için herhangi bir cezanın olmadığı ise güneşin aydınlığı kadar ortadadır. Çünkü insan bu türden fiilleri yapmakta veya yapmamakta tamamen serbesttir. Allahu Teala, emirlerine veya yasaklarına karşı gelenleri cezalandıracağını söylerken bu vadini ancak günahkârlar, asiler için söylemiştir. Ayette şöyle buyurmaktadır: وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً “Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse ona içinde sonsuza dek kalacağı cehennem ateşi vardır.” [Cin-23] Ve şöyle buyurmaktadır: وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ “Kim Allah’a ve Rasulüne isyan ederse ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşarsa içinde kalacağı ateş ve çetin bir azap vardır.” [Nisa-14]

Ayette yer alan cehennem vaadi asi olanlar içindir. Mendup olan bir fiili terk edenler veya mekruh olan bir fiili işleyenler asi sayılmazlar. Zira her iki tür fiil için yapma veya terk etme yönünde kesin bir talep yoktur. Bu nedenle kesin olarak “yapmak” veya “terk etmek” yönünde talep içermeyen fiillerin dışındaki davranışları yapanlar, “asi” sayılmazlar ve yaptıklarından dolayı da cezalandırılmazlar. Yani mendubun terkinden, mekruhun işlenmesinden ya da mübah olan bir fiilin yapılmasından veya yapılmamasından dolayı herhangi bir şekilde ceza yoktur. Bu türden fiiller için Allahu Teala, insanları cezalandırmazken devlet nasıl cezalandırabilir?!. Şari tarafından belirlenmiş cezaların devlet tarafından uygulanmasına, herhangi bir şey söylemek mümkün değildir. Zira bunların tümü, farzların terkinden ya da haramların işlenmesinden dolayı uygulanan cezalardır.

Devlet, sınırları tam olarak belirlenmemiş suçlar için tazir cezalarını uygular. Tazir cezaları, hadd ya da kefaret gibi bir şeyle sınırları tesbit edilmemiş suçlar için uygulanan cezalardır. Tazir cezaları cezayı gerektiren suçlarla sınırlıdır. Mekruhlar, menduplar ve mübahlar, tazir cezaları kapsamına girmezler. Çünkü bu türden fiillerin hiçbiri, masiyet sayılmazlar. Ancak aykırı davranışlar suç sayılırlar. Çünkü Rasul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: ومن يعص الأمير فقد عصاني “Kim emire karşı gelirse bana karşı gelmiş olur.” Bu nedenle emirin emrine karşı gelenlerin cezalandırılması gerekir. Dolayısıyla devlet tarafından çıkartılan emirlere karşı gelinmesi durumunda ceza vardır. Bunların dışındakiler suç sayılmaz ve cezayı gerektirmez. Buradan hareketle, müminlerin emiri emretmiş olsa bile mendup fiillerin terk edilmesinden, mekruhların ve mubahların yapılmasından dolayı ceza yoktur. Bu türden fiiller hakkında devlet başkanının emri, bunları farz veya haram konumuna getirmez. Halifenin emri, görev alanınagiren işlerden herhangi birisi için şer’î görüşün benimsenmesi anlamına gelmektedir. İnsanları benimsenen görüşü uygulamaya zorlamak ve bunların dışındakileri terk etmelerini emretmek de şer’î bir emirdir. Halifenin kişisel görüşü değildir. Dolayısıyla emir, Allah’ın emri olarak kalır. Hüküm, Şari’den geldiği gibi mendup, mekruh veya mubah olarak kalır. Bu açıklamalara binaen, cezalandırılması gereken fiiller iki gruba ayrılmaktadır.

1- Farzların terki

2- Haramların işlenmesi.

Ceza Türleri

Cezalar dört türlüdür. Bunlar:

1- Hadler

2- Cinayetler

3- Tazir

4- Muhalefetler

Hadlerden kasıt Allah’ın hakkını almak için miktarı belirlenmiş cezalardır. Suçluyu suça yönelmekten engellediği için bunlar “hadler” olarak isimlendirilmiştir. Suçun kendisi de “had” olarak isimlendirilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا “İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır, ona yaklaşmayınız.” [Bakara-187] Aynı zamanda bu suça uygulanan ceza için de “hadd” kelimesi kullanılmaktadır. Hadd ve hudud kelimeleri günahkara uygulanacak ceza anlamında kullanılmıştır. Bu isimlendirme yalnızca Allah’ın hakkı olan hususlar için kullanılır. Bunların dışında kalanlar böyle isimlendirilmezler. Bunlar, ne yönetici ne de haksızlığa uğrayan kişi tarafından affedilemez. Dolayısıyla insanlardan hiçbiri hiçbir şekilde bu türden suçlara uygulanacak cezaları affetme hakkına sahip değildir.

Cinayet kapsamına giren cezalar, insan vücuduna karşı işlenen suçlar için kullanılır. Kısas yapılmasını veya para cezası uygulanmasını gerektirir. Cana veya vücudun herhangi bir organına karşı yapılan saldırıların tümünü kapsar. Burada saldırıdan kasıt saldırı karşılığında ceza uygulanmasıdır. Bu cezalar ise kulun hakkıdır. Dolayısıyla kul, bu cezaları affetme ve hakkından vazgeçme hakkına sahiptir. Allahu Teala: كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالأُنثَى بِالأُنثَى “Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hür ile hür (insan), köle ile köle, kadın ile kadın” ifadesinden sonra فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ “Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa.” [Bakara-178] buyurmaktadır. Yani dileyen kimse, dinde kardeşi olan kimseden, kısas hakkından vazgeçebilir. Ayette yer alan bu ifade, hak sahibinin cinayetlerde, hakkından vazgeçme ve affetme yetkisine sahip olduğuna işaret etmektedir. Hak sahibinin affetmesinin caiz olduğunu açıklayan birçok hadis vardır. Ebu Şüreyh el-Huzaî’den: Dedi ki: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle söylerken işittim: من أصيب بدم أو خبل (والخبل الجراح ) فهو بالخيار بين إحدى ثلاث : إما أن يقتص، أو يأخذ العقل، أو يعفوا، فإن أراد رابعة فخذوا على يديه “Kim bir kan hakkı veya yaralanma ile karşı karşıya kalırsa üç şeyden birisini seçebilir: Ya kısas uygulanmasını, ya diyet bedelini isteyebilir ya da affedebilir. Şayet dördüncü bir istekte bulunursa onu engelleyiniz.” Ebu Hüreyre, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şunu rivayet etmektedir: ما عفا رجل عن مَظْلِمة إلا زاده الله بها عزاً “Uğradığı bir zulme rağmen affeden kimsenin affından dolayı Allah izzetini artırır.” Enes’ten: “Dedi ki: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e intikal edip de affetme isteğinde bulunmadığı hiçbir kısas olayı yoktur.” Bu hadislerin tümü affetmenin caiz olduğunu göstermektedir. Karşılaştığı meselede Allah’ın hakkı olmadığı sürece hak sahibinin affetmesi durumunda hakimin de affetmesi gerekir. Hak sahibinden affetme kararının çıkması ile bir başka şeye gerek kalmaksızın hakim de suçluyu tamamen affeder. Bu türden olaylarda, kamuoyunun “güvenlik”ten kaynaklanan hakkı vardır, yani kamu davası söz konusudur, denilemez. Zira böyle bir iddiada bulunabilmek için, buna işaret eden bir delilin bulunması gerekir. Böyle bir delil ise yoktur. Sahabe (Allah onların hepsinden razı olsun) zamanında yapılan uygulamalara göre hak sahibi, saldırganı affettiği zaman ceza otomatikman kalkıyordu. Bu hususta Taberani şu olayı rivayet eder: “Ali’ye, zimmilerden bir adamı öldüren Müslüman bir kimse getirildi. Aleyhinde beyyineler (deliller) ortaya konuldu ve bunun üzerine, adamın öldürülmesini emretti. Ölen kişinin kardeşi gelerek: Ben onu affettim, dedi. Ali: Belki onlar seni tehdit ettiler, korkuttular ve vazgeçmeni istediler, deyince adam: Hayır. Ancak onun öldürülmesi kardeşimi geri getirmez. Bana bunu anlattılar, ben de razı oldum. dedi. Bunun üzerine Ali (Radıyallahu Anh): Sen bilirsin. Ancak bizim zimmetimiz altında bulunan kimsenin kanı bizim kanımız, diyeti de bizim diyetimiz gibidir, dedi.” Bu olay, hak sahibi tarafından saldırganın affedilmesi durumunda cezanın kalkacağını göstermektedir.

Tazir ise, hakkında hadd veya kefaret bulunmayan bir suça uygulanan cezadır. Herhangi bir suç işlendiği zaman bakılır, şayet Allah tarafından belirli bir ceza konulmuşsa yani hadler kapsamına giriyorsa suç işleyen kimse, Allah’ın şeriatı tarafından belirlenen ceza ile cezalandırılır. Aynı şekilde muayyen bir kefaret ödemesi söz konusu ise, kefaret ödemeye zorlanır. Ancak suç, hadd kapsamına girmiyorsa ve Şari tarafından da kefaret belirtilmemişse tazir cezaları kapsamına girer. Fakat bedene karşı yapılan saldırılar için tazir yoktur. Çünkü bunların cezaları Şari tarafından açıklanmıştır.

Tazir cezaları cinayetlerden ve hadlerden farklıdır. Bu farklılıklar şunlardır:

1- Hadler ve cinayetlere ait cezalar Şari tarafından belirlenmiştir ve bağlayıcıdırlar. Herhangi bir şekilde değiştirilmeleri, azaltılmaları veya artırılmaları mümkün değildir. Tazir cezaları ise, aynen belirlenmemiş ve ayni olması da gerekmeyen cezalardandır.

2- Hadler ve cinayetler affedilemezler. Cinayetlerde hak sahibinin affetmesi dışında, hakim tarafından cezanın düşürülmesi de mümkün değildir. Tazirler ise böyle değildir. Affedilebilirler ve ceza kaldırılabilir. Zira Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine: “Şüphesiz ki bu taksimat, Allah için istenilen bir paylaşım değildir” diyen bir kimseye tazir uygulamamıştır. Oysa bu sözü söyleyen kimse, cezalandırılmayı gerektiren bir suç işlemiştir.

3- Cinayetler ve hadler, insanların değişmesi ile değişmez. Delillerin genelliğinden dolayı cinayetler ve hadler karşısında, insanların hepsi eşittirler. İnsanların değişmesi ile tazir cezalarının değişmesi ise caizdir. Tazir cezalarında daha önce suç işlememiş olma ve iyi hal gibi durumlar dikkate alınır. Aişe (r.anha)’dan: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: أقيلوا ذوي الهيئات عثراتهم إلاّ الحدود “Dürüstlüğü ile (şüpheli durumu bilinmeyen) tanınan kimselerden had cezaları dışında kalan hataların hükmünü düşürünüz.” Hadiste yer alan (إلاّ الحدود) kelimesinden kasıt, onların Allah’ın emirlerine ve yasaklarına aykırı davranışlarda bulunmalarıdır. Bunun delili ise hadiste yer alan “hadler müstesna” ifadesidir. Bu ifade, kastedilen anlamın karinesidir. Enes b. Malik’ten: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dedi ki: الأنصار كرشي وعيبتي والناس سيكثرون ويقلون فاقبلوا من محسنهم وتجاوزا عن مسيئهم “Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklardır. Öyleyse onlara iyi yapışın, kusurlarını da affedin.” Yine bu hadiste yer alan (وتجاوزا عن مسيئهم) kelimesinden kasıt affetmektir. (المسيئ) kelimesi ise günah işlemeyi de kapsar. Zira masiyet, kötü bir şeydir. Bu açıklamaların tümü insanların durumlarının ve içerisinde bulundukları ortamların değişmesi ile tazir cezalarının da değişebileceğini göstermektedir. Aynı suçu işleyenlerden biri, hapis cezası ile; bir başkası azarlama ile; diğeri ise kınama ile cezalandırılabilir.

Muhalefet, yöneticinin çıkardığı emirlere karşı gelenlere verilen cezalardır. Emrin çıktığı kaynağın halife, yardımcıları, amiller valiler gibi emirler çıkarma yetkisine haiz yönetici sınıfından sayılan otorite sahibi kimselerin herhangi biri olması durumu değiştirmez. Çıkartılan bir emre muhalefet edilmesinden dolayı verilen bu cezaya “muhalefet cezası” denir. Aynı şekilde bu isim, yöneticinin emrine muhalefete delalet eden fiil için de kullanılır. Yani hem fiil hem de ceza için aynı ifade kullanılır. Muhalefet cezalarının diğer cezalar gibi sayılması da Şari’nin emrinden kaynaklanmaktadır. Çünkü yöneticinin emrine muhalefet etmek, masiyet kapsamına giren hususlardandır. Allah, Kur’an’da açıkça emir sahiplerine itaat edilmesini emretmiştir. Zira Allahu Teala ayette: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ “Ey iman edenler! Allah’a, Rasul’e ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.” [Nisa-59] diyerek açıkça, emir sahiplerine itaat edilmesini emretmiştir. Hadislerde de emir sahiplerine itaat edilmesi emredilmiştir. Ümmü’l Husayn el-Ehmesiyye, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şöyle işittiğini söyler: اسمعوا وأطيعوا وان أُمِّر عليكم عبدٌ حبشي ما أقام فيكم كتاب الله عز وجل “Aranızda Allah Azze ve Cellenin kitabıyla hükmettiği sürece başınızdaki Habeşli bir köle bile, olsa emir sahibine itaat ediniz.” Enes’den Nesi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: اسمعوا وأطيعوا وإن استُعمِل عليكم عبد حبشي كأنّ رأسه زبيبة “Başı simsiyah Habeşli bir köle başınıza emir olarak tayin edilse bile dinleyin ve itaat edin.” Bu hadisler emir sahibine itaat etmenin farziyetine delildir. Emirlik yapan kimsenin vali veya amil olması durumu değiştirmez. Ebu Seleme b. Abdurrahman’ın, Ebu Hüreyre’den işittiği bir hadiste Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: من أطاعني فقد أطاع الله، ومن عصاني فقد عصى الله، ومن أطاع أميري فقد أطاعني، ومن عصى أميري فقد عصاني “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden, Allah’a isyan etmiş olur. Emîrime itaat eden bana itaat etmiş, isyan eden de bana isyan etmiş olur.” Bir başka rivayet ise şöyledir: ومن يطع الأمير فقد أطاعني، ومن يعص الأمير فقد عصاني “Emire itaat eden ban etmiş olur. Emire isyan eden bana isyan etmiş olur.” Bu hadislerin tümü, yöneticiye muhalefetin günah olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yöneticinin emrine muhalefet edenlere karşı, cezai yaptırım vardır. Ancak Şari, bu türden cezaların miktarını tayin etmemiş, miktarını belirlemeyi hakime bırakmıştır. Yöneticinin de karşılaştığı masiyetle ilgili olarak, ceza belirleme hakkı vardır. Bu nedenle bazı fakihler, tazir cezalarını muhalefet cezaları kapsamında değerlendirmişlerdir. Çünkü bu türden cezaların miktarı, Şari tarafından belirlenmemiştir. Ancak doğru olan bunların, tazir cezaları kapsamında değerlendirilmesidir. Muhalefet kapsamına giren cezalar, Allah’ın emrine karşı gelmek değildir. Tazir, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelenlere verilen bir ceza iken muhalefet, böyle değildir. Ancak bu türden cezalar kendisine itaat edilmesi emredilen bir yöneticiye itaatsizlikten dolayı, Allah’ın emrine muhalefet sayılır. Bu nedenle de ceza miktarı yalnızca yönetici tarafından belirlenir, emirlere ve yasaklara muhalefet ettiği kadarı ile cezalandırılır. Özetle muhalefet kapsamında değerlendirilen cezaların tümü yalnızca şeriat tarafından kendisine tanınan yetkilerden dolayı yönetici tarafından çıkartılan emir ve yasaklara karşı gelinmesi ile ilgili suçları ilgilendirir.

Burada bilinmesi gereken husus şudur: Yönetici tarafından çıkartılan emirler, ister yapılması isterse yapılmaması gereken hususlarla ilgili olsun, görüş ve ictihadı ile şeriat tarafından tanınan yetkilerle sınırlıdır. Bunlar da beytülmalin idaresi, şehirler kurulması, ordunun düzenlenmesi gibi işlerdir. Bu türden işlerde şeriat, yöneticiye, görüş ve ictihadı ile birtakım şeyleri emretme, birtakım şeyleri de yasaklama yetkisi vermiştir. İşte bu türden işlerde aykırı davranışlar, muhalefet kapsamına giren cezalardandır. Buradaki uygulama şu hadise istinaden yapılır: ومن يعص الأمير فقد عصاني “Kim emire isyan ederse bana isyan etmiş olur.” Muhalefet kapsamına giren hususlar işte bunlardır. Bunların dışında kalan hususlar, müminlerin emîri tarafından emredilmiş olsa bile, bu kapsama girmez. Bu nedenledir ki halife bir helalı, haram veya bir haramı helal, mendup veya mübah olan bir hususu farz veya mekruhu haram haline getiremez. Böylesi bir durumda itaat etmek de vacip değildir. Mübah ya da mendub olan bir şeyi, zorunlu hale getirdiği zaman itaat edilmez ve emirlerine itaat etmemek de suç sayılmaz. Mekruh olan bir şeyin yapılmasını yasakladığı zaman mekruhu haram haline getirmiş olur. Aynı şekilde haramı mübah, mübahı da haram haline getirmesi caiz değildir. Çünkü bu durumda haramı helal, helalı da haram haline getirmiş olur. Üstelik Kur’an’da sarih bir şekilde yer alan bu husus, genel bir ifade ile gelmiş olmasından dolayı, halifeyi de dışındakileri de kapsar. Ancak şeriatın, halifeyi görüşü ve ictihadı ile yerine getirmede yetkili kıldığı hususlarda, emretme ve yasaklama hakkı vardır. Bu nedenle muhalefet cezaları, tek bir hususla, yöneticinin görüş ve ictihadı ile düzenlemesi gereken iş türleri ile sınırlıdır.

Ceza türleri bunlardan ibarettir. Bunların dışında bir başka ceza türü yoktur. İnsandan kaynaklanan ve cezalandırılmayı gerektiren her fiil, bu dört grup ceza türlerinden birinin kapsamına girmektedir. Çünkü cezalandırılmayı gerektiren bir fiil ya şeriatın doğrudan miktarını tespit ettiği bir cezadır, ya şeriatın doğrudan doğruya miktarını tespit etmediği bir cezadır, ya da insan bedenine karşı işlenmiş bir suçtur. Bu üç tür fiile ilave olarak bir de yöneticinin emirlerine karşı işlenen suçlar vardır. İşte dört çeşit suç türü bunlardır. Bunların detayları, dört bölüm halinde açıklanacaktır.

Hadler

Had kelimesinin aslı, birbirine karışmasını engellemek üzere iki şeyin arasını ayırandır. Evin sınırı, onu ayıran şeydir. Bir şeyin sınırı, kendisiyle onu kuşatan ve başkalarından onu ayıran niteliktir. Şeriat tarafından belirlenmiş olmasından dolayı, zina cezası ve benzerleri “had” olarak isimlendirilmiştir. Hudud kelimesiyle de aynı anlam kastedilmektedir. Tıpkı şu ayette olduğu gibi: تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ فَلاَ تَقْرَبُوهَا “İşte bunlar; Allah’ın hudutlarıdır; onlara yaklaşmayınız.” [Bakara-187] Hudut kelimesi aşağıdaki ayette Allah’ın şeriatı ve haramları anlamında kullanılmıştır: وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَن يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ “İşte bunlar, Allah’ın hudutları (kanunları)dır. Kim bunları aşarsa kendisine zulmetmiş olur.” [Talak-1] Had kelimesinin çoğulu olan “el-hudud” kelimesi, terminolojide benzeri bir suça düşmeyi engellemek için şeriat tarafından miktarı belirlenmiş cezalara denir. İşlendiği takdirde, had cezalarıyla cezalandırılması gereken ve üzerinde ittifak edilen suçlar altı tanedir. Bunlar; zina, livata, kazf (namuslu kadına zina iftirasında bulunmak), hırsızlık, dinden dönmek ve devlete karşı isyan etmektir. Tüm bu hadler için uyarma da vardır. Kur’an’da, zina hakkında uyarı vardır: وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً “Zinaya yaklaşmayın. Zira o kötü bir iştir ve kötü bir yoldur.” [İsra-32] Ebu Hüreyre’den. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: لا يزني الزاني حين يزني وهو مؤمن، ولا يشرب الخمر حين يشربها وهو مؤمن، ولا يسرق حين يسرق وهو مؤمن، ولا ينتهب نهبة يرفع النّاس إليه فيها أبصارهم وهو مؤمن “Zani bir kimse, zina yaptığı sırada mümin olarak zina yapmaz. Hırsız da hırsızlık yaptığı sırada mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçkici içki içtiği sırada mümin olarak içki içmez. İnsanların, onun yüzünden gözlerini kendine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi mümin olarak yağmalamaz.” Livata (eşcinsellik/homoseksüellik) hakkında da hem Kur’an’da hem de hadiste uyarı vardır. Allahu Teala livatayı Kur’an’da çok kötü bir iş olarak isimlendirmiştir: وَلُوطاً إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّن الْعَالَمِينَ إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِّن دُونِ النِّسَاء بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ “Lut, kavmine şöyle demişti: Bütün alemlerde, sizden önce hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşu mu irtikap ediyorsunuz? Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, çok aşırı giden bir kavimsiniz.” [Araf-80-81] Allah Teala, Lut kavmine verdiği azabın yerle bir edilmek olduğunu açıklamıştır: فَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِّن سِجِّيلٍ مَّنضُودٍ “Emrim gelince, oranın üstünü altına getirdik ve üzerine yığın yığın sert taşlar yağdırdık.” [Hud-82] Allahu Teala bu olayı bize öğüt almamız için anlatmaktadır. Muhammed b. İshak, Amr b. Amr yoluyla Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle dediğini rivayet eder: ملعون من عمل عمل قوم لوط “Lut kavminin amelini yapan kimse, lanetlenmiştir.” İbni Abbas’tan: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: من وجدتموه يعمل عمل قوم لوط فاقتلوا الفاعل والمفعول به “Lut kavminin yaptığı işi yapan bir kimseyi bulduğunuz zaman, yapanı da yaptıranı da öldürünüz.

Kur’an’da ve sünnette kazf hakkında da uyarı vardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: إِنَّ الَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ “İffetli, habersiz, mümin kadınlara zina isnad edenler dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük azap vardır.” [Nur-23] Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: اجتنبوا السبع الموبقات “ قيل وما هن يا رسول الله ؟ قال : “ الشرك بالله، والسحر، وقتل النفس التي حرم الله إلاّ بالحق، وأكل الربا، وأكل مال اليتيم، والتولي يوم الزحف، وقذف المحصنات الغافلات المؤمنات “Yedi büyük günahtan sakınınız. Denildi ki: Nedir bunlar ey Allah Rasülü? Dedi ki: Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetimin malını yemek, savaş günü meydandan kaçmak ve iffetli, namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak.” Kur’an’da ve sünnette içki hakkında da uyarı vardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ “Ey iman edenler! Şüphesiz ki içki, kumar, putlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şüphesiz ki içki ve kumar yüzünden aranıza kin ve düşmanlık sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz, değil mi?” [Maide-90-91] Kur’an’da yer alan bu ayet içki ve kumarın haram olduğunu birkaç yönden tekid etmektedir:

1- Ayetin (انما (edatı ile başlaması

2- Putlara tapma ifadesi ile bir arada kullanması

3- فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ “O halde pislikten ve putlardan sakının.” [Hac-30] ayetinde olduğu gibi pislik olarak nitelenmesi.

4- Kendisinden ancak şerrin kaynaklandığı şeytanın amellerinden sayılması

5- Bunlardan sakınmayı emretmesi ve bu sakınmayı da kurtuluşla bağlantılı hale getirmesi. Ayette yer alan “sakınmak” kelimesinin, “kurtulmak” kelimesi ile birlikte kullanılmış olması, sakınma emrinin kesinlik ifade ettiğini göstermektedir.

6- İçki ve kumardan ancak kötülüğün çıkacağını belirtmesidir. Bu kötülük: İçki içen ve kumar oynayanların birbirine düşmanlık yapmaları, birbirlerinden nefret etmeleridir. Allah’ın zikrinden ve namaz vakitlerini gözetmekten onları alıkoymasıdır. Tüm bunlar ayette, istifhamı inkari sigası ile: فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ “Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?” [Maide-90] ifadesi ile, yani “kesinlikle bırakınız” anlamı ile son bulması, bunların kesinlikle yasaklandığına delalet etmektedir. Bu üslûp yasaklanan şeyler için kullanılabilecek en beliğ bir üslûptur. Sanki üzerinize okunan bu ayetteki tüm engeller ve uzaklaştırmalarla şöyle denilmektedir: Tüm bu açıklamalardan dolayı siz artık vazgeçtiniz değil mi?

İbni Abbas’tan. Dedi ki: كان لرسول الله صلى الله عليه وسلم صديق من ثقيف ودوس، فلقيه يوم الفتح براحلة أو راوية من حجر يهديها إليه، فقال : يا فلان أما علمت أن الله حرّمها ؟ فأقبل الرجل على غلامه فقال اذهب فبعها، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم إن الذي حَرّم شربها حَرّم بيعها، فأمر بها فأفرغت في البطحاء “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Sakif veya Devs kabilesinden bir arkadaşı vardı. Fetih günü onunla karşılaştı. Arkadaşı ona taştan bir içki dağarcığı hediye etti. Bunun üzerine Allah Rasülü ona: Ey falan! Allah’ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun? Adam, kölesine dönerek, git ve onu sat dedi. Yine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): İçilmesi haram olan şeyin satılması da haramdır dedi ve onu yere dökmesini emretti.” Kur’an’da hırsızlık hakkında da sakındırma vardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَن لَّا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئاً وَلَا يَسْرِقْنَ “Ey peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak…üzere biat etmeye geldikleri zaman.” [Mümtehine-12] Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hırsızlık yapmamak üzere onlardan biat almış olması, hırsızlığın haram olduğunun açık delilidir. Ebu Hüreyre’den: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: لَعَنَ الله السارق يسرق البيضة فتقطع يده، ويسرق الحبل فتقطع يده “Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip çalıp ta eli kesilen hırsıza lanet etsin.” Burada yumurtadan kasıt, demir toprağıdır. Kur’an’da ve hadiste, dinden dönme hususunda da uyarı yer almaktadır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَـئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “İçinizden dininden dönüp kafir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar, orada temellidirler.” [Bakara-217] Muaz hadisi ise şöyledir: “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muaz’ı Yemen’e gönderdiği zaman ona şöyle dedi: Herhangi bir adamı İslâm’dan dönmüş bir halde bulduğun zaman, onu İslâm’a çağır. İslâm’a dönerse ona bir şey yapma. Şayet tekrar İslâm’a dönmeyi kabul etmezse hemen onun boynunu vur. Yine herhangi bir kadını İslâm’dan dönmüş bir halde bulduğun zaman, onu İslâm’a çağır. İslam’a dönerse ona bir şey yapma. Şayet tekrar İslâm’a dönmeyi kabul etmezse, hemen onun boynunu vur.” Kur’an’da ve hadiste yol kesenler için de uyarı vardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَاداً أَن يُقَتَّلُواْ أَوْ يُصَلَّبُواْ أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ “Allah ve Rasülü ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculukla uğraşanların cezası, öldürülmek veyahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir…” [Maide-33] Enes’den: أن ناساً من عِكل وعُرَيْنَة قدموا على النبي صلى الله عليه وسلم وتكلموا بالإسلام فاستوخموا المدينة فأمر لهم النبي صلى الله عليه وسلم بذَوْدٍ وراعٍ، وأمرهم أن يخرجوا فليشربوا من أبوالها وألبانها، فانطلقوا حتى إذا كانوا بناحية الحَرّة كفروا بعد إسلامهم، وقتلوا راعي النبي صلى الله عليه وسلم ، واستاقوا الذَوْد، فبلغ ذلك النبي صلى الله عليه وسلم فبعث الطلب في أثرهم، فأمر بمسامير فأحميت فكحلهم، وقطع أيديهم وأرجلهم وماحسمهم، ثمّ ألقوا في الحَرّة، يستسقون فما سقوا حتى ماتوا “Ukl ve Urayne kabilelerinden bir grup insan, Allah Rasülü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e gelip müslüman oldular. Ancak Medine’nin havası, onlara iyi gelmediği için hasta oldular. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara, develerin ve çobanın bulunduğu yeri tavsiye etti. Kendilerine oraya gitmelerini, develerin sütlerinden ve idrarlarından içmelerini söyledi. Gittiler. Harra denilen yere vardıklarında İslâm’dan döndüler ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in çobanını öldürdüler. Develeri sürüp götürdüler. Durum Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e haber verilince hemen arkalarından takipçi yolladı. Onları yakalayıp getirdiler. Gözlerine mil çekilmesini, ellerinin ve ayaklarının kesilmesini sonra da Harre’nin bir kenarına atılarak o şekilde ölüme terk edilmelerini emretti.” Bağiliğe ve halifeye karşı kılıç çekilmesine karşı da uyarı vardır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ “Şayet müminlerden iki topluluk, birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz. Eğer biri diğeri üzerine saldırırsa saldıranlarla, Allah’ın emrine dönmelerine kadar savaşınız.” [Hucurat-6] Müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib (Radıyallahu Anh)’den: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle söylerken işittim: سيخرج قوم في آخر الزمان حداث الأسنان، سفهاء الأحلام، يقولون من قول خير البرية، لا يجاوز إيمانهم حناجرهم، يمرقون من الدين كما يمرق السهم من الرمية، فأينما لقيتموهم فاقتلوهم، فإن قتلهم أجر لمن قتلهم إلى يوم القيامة “Ahir zamanda öyle bir zümre ortaya çıkacak ki bunlar yaşça genç, akılca kıttırlar. Konuştukları zaman sözün en hayırlısından (yani Kur’an’dan ve sünnetten) konuşurlar. Ancak imanları, gırtlaklarından öteye geçmez. Okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar. Onları nerede bulursanız öldürünüz. Zira onların öldürülmelerinden dolayı öldürene kıyamete kadar sevap vardır.” Yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: من حمل علينا السلاح فليس منا “Bize karşı silah taşıyan kimse, bizden değildir.” Kitap ve sünnette yer alan bu açıklamalar, tüm hadler için uyarmanın var olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bunlardan herhangi birinin işlenmesi suç sayılır. Üstelik Şari, bu suçların tümü için belli cezalar da koymuştur. Öyleyse bunlara bağlı kalmak zorunludur.

Had, Müslüman olsun veya zimmi olsun İslam hükümlerini iltizam eden (Darı İslâm’da yaşayan) akıl sahibi ve buluğa ermiş kişilere uygulanır. Erkeğe, ayakta iken orta halli, ne eski ne de yeni olmayan bir kırbaç ile vurulur. Celd, (sopa vurma) esnasında, yere uzatılmayacağı gibi elbisesi de soyulmaz. Bu konuda İbni Mesud’un sözü şöyledir: “Bizim dinimizde yere uzatma, bağlama veya soyma yoktur” Derisi soyulacak derecede sopa vurulmaz. Çünkü sopa vurmaktan maksat, onu öldürmek değildir. Sopa vuran kimse, koltuk altı görünecek kadar kolunu kaldıramaz. Darbın, bedeni ile sınırlı kalması, başına, yüzüne, cinsel organına, kalp ve yumurtalıklar gibi hayati öneme sahip organlarına vurmaktan kaçınması gerekir. Çünkü buralara vurmak, öldürülmesine yol açabilir veya faydalanmasını engelleyebilir. Kadın için de durum aynıdır. Ancak kadına, oturduğu halde celde uygulanır. Ali (Radıyallahu Anh) şöyle dedi: “Kadına oturduğu yerde, erkeğe ise ayakta iken (sopa cezası) vurulur” Sopa cezasının en şiddetlisi zina cezasıdır. Sonra iftira, sonra içki, sonra da tazir için uygulanan sopa cezalarıdır. Zina cezasının daha şiddetli olması hususunda ayet vardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ولا تأخذكم بهما رأفة في دين الله “Allah’ın dini hususunda o ikisine acımayın.” [Nur-2] Zina cezasının dışında kalanlar ise, sayı bakımından daha az sayıdadır ve nitelik bakımından artırılması da caiz değildir.

Hadler şunlardır:

Zina Haddi

Livata Haddi (Eşcinselliğin/Homoseksüelliğin Cezası)

Kazf Haddi (Namuslu Kadına Zina İftirasında Bulunan Kişiye Uygulanacak Ceza)

İçki Haddi (İçki İçen Kimseye Uygulanacak Ceza).

Sirkat (Hırsızlık) Haddi

Yol Kesen Kimselere Uygulanan Had

Bağilere Uygulanan Had

Mürted Haddi (İslâm’dan Dönmenin Cezası)

Cinayetler

Cinayet kelimesi (جِناية) kelimesinin çoğuludur. Sözlükte; bedene, mala ve namusa saldırıda bulunmak, anlamında kullanılmaktadır. Istılahta ise, kısas yapılmasını veya parasal tazminat ödenmesini gerektiren, bedene veya mala yönelik saldırılar için kullanılır. Bu türden saldırılar kapsamına giren cezalar için “cinayet” ifadesi kullanılmıştır. Cinayet kelimesi bizzat suç için ve bu suçlar kapsamına giren cezalar için de kullanılır. Dişin kırılması, kasten öldürme, yaralamalar ve kasta benzer öldürmeler için de bu kelime kullanılmaktadır. Bu kavram, bu türden fiillerin her biri için kullanıldığı gibi bu fiillere verilecek olan cezalar için de kullanılmaktadır.

Cinayetlerin en büyüğü öldürmektir. Cinayet cezalarının en büyüğü de kasten insan öldürme suçuna karşı verilen cezadır. Yine dinen bilinmesi gereken en belirgin bilgilerden birisi de haksız yere insan öldürmenin haram oluşudur. Öldürmenin haramlılığı Kitap ve sünnetle sabittir. Allahu Teâla kitabında şöyle buyurmaktadır: وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَن قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَاناً “Allah’ın haram kıldığı bir canı, haklı bir sebep olmadıkça öldürmeyin. Kim mazlum olarak öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına öldürülenin hakkını talep hususunda) bir yetki vermişizdir.” [İsra-33] Ve Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِناً إِلاَّ خَطَئاً “Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz.” [Nisa-92] Ve Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiştir, ona lanet etmiştir ve ona çok büyük bir azap hazırlamıştır.” [Nisa-93] Bu ayetlerin tamamı, öldürmenin haram olduğu hususunda hem sübut hem de delalet açısından kesin olan hükümlerdir. Sünnetten delil ise şudur: İbni Mes’ud’dan: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi: لا يحلّ دم امرئ مسلم يشهد أن لا إله إلاّ الله وأني رسول الله إلاّ باحدى ثلاث : الثيب الزاني، والنفس بالنفس، والتارك لدينه المفارق للجماعة “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah’ın elçisi olduğuma şahadet eden Müslüman bir kimsenin kanı(nın akıtılması) şu üç hal dışında helal değildir: Zina eden dul, (öldürdüğü bir) cana can ve cemaattan (İslâm’dan) ayrılarak dinini terk eden kimse.” Aişe Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şunu rivayet etmektedir: لا يحلّ قتل مسلم إلاّ في إحدى ثلاث خصال : زان محصن فيرجم، ورجل يقتل مسلماً متعمداً، ورجل يخرج من الإسلام فيحارب الله عز وجل ورسوله “Şu üç özel durumun dışında Müslüman bir kimsenin öldürülmesi helal olmaz: Evlendikten sonra zina ettiği için recm edilen bir adam, kasten bir Müslümanı öldüren bir adam, İslâm’dan çıkarak Allah Azze ve Celle ile elçisine savaş açan kimse.” Her iki hadiste de yer alan: “Müslüman bir kimsenin kanı(nın akıtılması) helal değildir” ve “Müslüman bir kimsenin öldürülmesi helal olmaz” ifadeleri, öldürmenin haram olduğunun nassıdır. Öldürmek haramdır ve bu haramlılık dinen bilinmesi zorunlu olan hususlardandır.

Tazir

Tazir sözlükte men etmek engellemek demektir. Istılahta ise tedib ve ibret için korkutmak demektir. Tazir cezaları hakkında gelen nasslardan istinbat edilen şer’i tarife göre tazir; hakkında had veya kefaret bulunmayan suçlara getirilen meşru bir cezadır. Taziri Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) uygulamış ve emretmiştir. Enes’den: أن رسول الله صلى الله عليه وسلم حبس في تهمة “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) töhmetten dolayı hapsetti.” Hasen’den: “Bir topluluk birbirleriyle kavga ettiler ve içlerinden birisi öldürüldü. Olay Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’a intikal edince onları hapsetti.” Amr b. Şuayb’dan o babasından onun da dedesinden yaptığı rivayette şunlar yer almaktadır: سئل عن الثمر المعلق ؟ فقال : من أصاب بفيه من ذي حاجة غير متخذ خُبْنَةً فلا شيء عليه، ومن خرج بشيء منه فعليه غرامة مثلية والعقوبة، ومن سرق شيئاً منه بعد أن يؤويه الجَرين فبلغ ثمن المِجَن فعليه القطع، ومن سرق دون ذلك فعليه غرامة مثلية والعقوبة “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e dalındaki meyve hakkında sorulduğunda şöyle dedi: İhtiyaç sahibi olmak kaydıyla eteğine almaksızın sadece yiyene bir şey gerekmez. Kim ağaçtan beraberinde meyve götürürse aldığının bedelini iki katıyla borçlanır ve ayrıca ceza çeker. Kim de kurutma yerine getirilmiş meyveden bir şey çalarsa ve çaldığının bedeli bir kalkanın değerine ulaşırsa elinin kesilmesi gerekir.” Rivayet edildiğine göre Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Bir töhmetten dolayı bir adamı gündüzün bir süre hapsetmiş sonra da serbest bırakmıştır. O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), sopa vurma ve hapisle hükmetmiştir.” Ömer’in; Beytülmala ait mührün bir benzerini yaparak yazının üzerine mühür basıp sonra da onu beytülmal sorumlusuna verip ondan mal almak suretiyle beytülmala ait bir yazı üzerinde sahtekarlık yapan bir adamı sopa cezası ile cezalandırdığı rivayet edilmektedir. Bu nedenle tazir sünnetle sabittir ve ondan sonra gelen sahabeler de bu yol üzere yürümüşlerdir.

Tazir, Şari tarafından hakkında belli bir ceza belirtilmeyen hususlar için teşri edilmiştir. Şeriat tarafından ceza miktarı belirlenen filleri işleyenler için şeriatın tespit ettiği ceza uygulanır. Bu nedenle hakkında belli bir ceza tespit edilmeyip hakimin takdirine bırakılan cezalar için “tazir” ifadesi kullanılmıştır.

Şeriatın çirkin gördüğü ve günah saydığı fiiller yani cürümler ile şeriat tarafından miktarı belirlenen cezalar incelendiği zaman; kasten öldürme fiili -şayet öldürülenin velisi affetmezse bunun cezası öldürülmektir- dışında bedene karşı işlenen saldırılar hakkında şeriatın mali cezalar tespit ettiği görülür. Yaralamaların ve dişin dışında kalan saldırılar için mali cezalar konmuştur. Öldürme türlerinin geride kalanları için parasal cezalar vardır. Vücudun organlarına ve başa karşı işlenen cinayetler hakkında parasal cezalar vardır. Dişin dışındaki kemiklere karşı işlenen cinayetler hakkında mali cezalar vardır. Yaralamalarda ise bedensel ve mali cezalar vardır. Şeriat bu parasal cezaları, muayyen miktarlarla, meblağlarla belirlemiştir. Şeriatın tespit etmedikleri ise hükümete yani yöneticiye bırakılmıştır. Bu nedenle tazir yalnızca bedene karşı işlenen cinayetlerle sınırlı kalmayıp bu konuda yeri de yoktur. Kesmek yaralamak, telef etmek veya tırmalamak dışında bedene karşı yapılan saldırılar tazir cezasına müstahak olur denilemez. Böyle söylenemez çünkü bedene karşı yapılan saldırılar hakkında da şer’i hükümler vardır.

Masiyetler ise, farzları yapmamak ve haram bir fiili işlemektir. Hırsızlık, yol kesmek, dinden dönmek gibi suçlar/günahlar için şeriatın birtakım cezalar takdir ettiğini görürüz ki bunlar hadlerdir. Diğer taraftan şeriatın altı tür husus için ise muayyen bir cezayı yani haddi belirlemediğini görürüz. Bunların dışında kalanlar için şeriat muayyen cezalar takdir etmemiştir. İşte şeriatın, hakkında muayyen bir ceza tespit etmediği suçlara verilen cezalar “tazir” cezalarıdır. Öyleyse tazir, takdir edilmiş bir cezanın var olmadığı hadler türünden fiiller için gelmiştir, bedene karşı yapılan saldırılar için gelmemiştir.

Tazir cezası, suçun büyüklüğüne göre tespit edilir. Büyük suçlar için büyük çaplı ceza verilir ki böylece cezalandırmanın anlamı yani caydırıcılık gerçekleşsin. Küçük çaplı bir suç için ise benzeri bir fiilden caydıracak küçük çaplı bir ceza verilir. Suçluya haksızlık yapılmaması için bundan daha fazla ceza verilmez. Cezanın miktarını belirleme hakkına, yetkisine sahip olan kimse yani Halife veya hakim, uygun gördüğü bir cezayı vermekte serbest midir yoksa hadd miktarını aşmamakla mı sınırlıdır? Bu hususta bazı fakihler, tazir cezalarının hadd cezalarını aşmasının doğru olmadığını söylerler ve şöyle derler: “Tazir cezasının, masiyet türünde vacip olan hadd cezasına ulaşmaması şarttır.” Bu konuda Ebu Büreyde’nin Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den yaptığı şu rivayeti de delil olarak gösterirler: “Hadd (cezasının) dışındaki (cezalarda) kim sınırı aşarsa o, aşırı gidenlerden sayılır.” Bu hadise dayanarak şöyle demektedirler: Cezalar, suçlar ve masiyetler ölçüsünde olmalıdır. Nasslarla tespit edilen masiyetler, hadleri bakımından diğerlerinden daha ağır suçlardır. Bu nedenle iki işten daha hafif olanının daha ağır olanı aşması doğru değildir. İmam Malik ise Halifenin uygun görmesi durumunda tazirin haddi aşmasının caiz olduğunu söylemektedir. Rivayet edildiğine göre Maan b. Zaide, beytülmalın mührüne benzer sahte bir mühür yaptırmış ve onu kullanarak beytülmal sorumlusundan bir miktar mal çekmişti. Durumu öğrenen Ömer, Maan’a yüz sopa vurdurdu ve hapsetti. Affedilmesi için bazı kimselerin aracılık yapması üzerine yüz değnek daha vurdurdu. Tekrar aracılık yaptıklarında ise ona yüz değnek daha vurdurdu sonra da onu sürgüne gönderdi. Ahmed’in isnadı Ali’ye dayanan rivayetine göre Ali (Radıyallahu Anh), Ramazan’da içkili olarak getirilen Necaşi’ye içki içtiği için seksen sopa vurdurmuş, Ramazanda oruç tutmadığı için de yirmi kamçı vurdurmuştur. Ancak fakihlerin çoğunluğu tazir cezalarının hadd cezalarını aşmasının doğru olmadığı görüşündedirler.

Fakat konu dikkatlice ve derinlemesine incelendiği zaman şeriatın, tazir cezasını belirleme yetkisini mutlak surette halifeye, emire ve kadıya (hakime) bıraktığı görülür. Bu hususta halifenin içtihadına ve görüşüne, suçlunun durumuna, suç olayının neyi getirdiğine ve ülkenin içerisinde bulunduğu duruma bakılır. İşte bunların hepsi içtihada bırakılmıştır. İctihadı ise en alt sınır veya en üst sınırla kayıtlamak, içtihadı sınırlandırmak demektir. Bu durum ise cezayı bir nevi hadd cezası haline getirmek demektir ki bu durum verilen cezanın tazir cezası olmasını ve ictihada bırakılmış olmasını ortadan kaldırmaktadır. Üstelik bazı suçlar hadler kapsamında olmamasına rağmen haddi gerektiren suçlardan daha çirkin ve kötü olabilir. Örneğin haşhaş ve afyon gibi uyuşturucu alışkanlığı, içki içmekten daha ağır bir suçtur. Beytülmaldan büyük miktarlarda para çalmak, değeri çeyrek dinarı bulan bir malı bir kimseden çalmaktan daha büyük ve çirkin bir fiildir. Üstelik ümmetin birliğini ve bütünlüğünü parçalamayı hedefleyen, milliyetçiliğe ve bölgeciliğe çağıran suçlarla da karşılaşılabilir. Bunun içindir ki tazir cezalarının en üst ve alt sınırla sınırlandırılmaması daha doğru bir sözdür. Konu halifenin, emirin veya hakimin ictihadına bırakılmalıdır.

Hadd (cezasının) dışındaki (cezalarda) kim sınırı aşarsa o, aşırı gidenlerden sayılır” hadisi, kendisi ile cezalandırılan ceza türüne yorumlanmalıdır. Yani verilen cezanın, şeriatın belirlediği cezanın üstüne çıkması doğru değildir. Dolayısıyla hadis, miktarları belirlenmiş cezaların dışında kalan cezaların daha fazla olmasını engellememektedir. Buna göre kim, öpme fiiline zina haddini uygularsa haddi aşanlardan sayılır. Yani öpen kimseye yüz değnek vuran kimse haddi aşmış sayılır. Ancak öpen kimseye doksan değnekle birlikte üç yıl hapis cezası verir ve bir yıl sürgüne gönderirse bu fazlalık haddin dışında olup hadis tarafından engellenmez. Örneğin bir adam, annesi, kızı, kız kardeşi veya mahremlerinden birisi ile cimanın dışında eşi ile yaptığı hareketlerden; önden yaklaşma, bacakları arasını girme ve oynaşma gibi fiilleri yaparsa, hakim bu adama vereceği cezada zina haddine ulaşacak bir ceza veremez mi? Yoksa onu zina cezasından daha aşağı bir seviyede sopa cezası ile birlikte hapis, sürgüne gönderme ve para cezası gibi cezalarla cezalandırabilir mi? Örneğin afyon kullanma alışkanlığı olup bu alışkanlığından dolayı birkaç defa cezalandırıldığı halde vazgeçmeyen bir adama hakim, içki içen bir kimseye verilen hadd cezasını aşacak bir ceza veremez mi? Yoksa onu içki haddinden daha az sayıdaki sopa cezasıyla birlikte ateşle dağlamak, hapis ve sürgün gibi başka cezalar da verebilir mi?

Hadis, hadd cezasını gerektiren suçlarda haddi aşmayı yasaklamaktadır. Hadd, belirli suçlar için tayin edilmiş muayyen cezalardır. Tayin edilen bu cezalar aşılamazlar. Fakat bunların dışındaki suçlar yasaklama kapsamına dahil değildirler, hakimin ictihadına bırakılmıştır.

Hadisten, muayyen cezaların aşılmaması anlaşılmaktadır. Yasaklama, muayyen cezaların dışındaki hususları kapsamamaktadır. Bu hususta Şevkani şöyle der: “Müteahhirinden bazı kimseler hadisin; efendinin kölesini, kocanın karısını, babanın çocuğunu dövmesi gibi valilerin dışındaki kimselerden sadır olan tedibler hakkında olduğunu söylemektedirler.” Fakat hadisin metninde “men” lafzı yer almakta ve: “kim hadde ulaşırsa” denilmektedir. Bu lafız genel lafızlardan olup, valinin dışındaki kimseler için tahsis edilmesini gerektirecek bir karineye de sahip olmaması bu tevili geçersiz kılmaktadır. Fakat hadisin, muayyen cezalarda kim tespit edilen bu cezanın dışına çıkarsa haddi aşmış olur şeklinde tefsir edilmesi mümkündür. Ancak, tamamı had cezasına ulaşmayan birkaç ceza uygulaması durumunda haddi aşan kimseler hadisin kapsamına girmez.

Tazir cezasını belirleme yetkisi aslı itibarıyla halifeye aittir. Fakat bunun hakimin içtihadına bırakılması veya hakimin tazir cezasını takdir etmesinin engellenmesi caizdir. Bu hususta kâdı (hakim) halifenin naibidir. Yargı, zaman mekan ve olayla tahsis edilmiş bir husustur. Dolayısıyla yargının, bazı davalarla tahsis edilmesi, tazir cezasını mutlak surette takdir etmekten engellenmesi veya bazı davalarda takdirde bulunmasının engellenerek bazılarında bu yetkinin verilmesi caizdir. Durum ne olursa olsun tazir cezası takdir edilirken bir tanesinde dahi şer’i hükümlerden dışarı çıkılamaz. Bunun nedeni şudur: İşlenen fiil, ya farz, ya mendup, ya mübah, ya haram ya da mekruh bir fiil olup bu beş tür dışında olması mümkün değildir. Mübah, mükellefin yapıp yapmamakta serbest bırakıldığı fillerdendir. Dolayısıyla mübah bir fiili işleyen kimse, Allah’ın emir ve yasaklarına muhalefet etmiş sayılmaz. Bilakis bu fiilleri yapıp yapmaması Allah’ın emir ve yasaklarına tabi olmasının bir gereğidir. Burada şeriatın serbest bıraktığı bir durum söz konusudur. Menduplar ve mekruhlar hakkında da şeriat herhangi bir ceza getirmemiştir. Mendubun terk edilmesinden veya mekruhun işlenmesinden dolayı ceza yoktur. Devletin de bu türden fiillere ceza uygulaması doğru değildir. Çünkü ceza, mendup fiilin yapılmasını bağlayıcı hale getirir, yani farz haline getirir. Aynı şekilde mekruh olan bir fiilin yapılmamasını bağlayıcı hale getirir yani mekruhu haram haline getirir. Bu nedenle devletin, mendupların terki, mekruhların da işlenmesinden dolayı cezalar koyması doğru olmaz. Mubahlar, menduplar ve mekruhlar, cezalar kapsamına girmezler.

Geriye yalnızca farzların terk edilmesi ve haramların işlenmesi kalmaktadır. Farzların terk edilmesinden dolayı Allahu Teala, ceza takdir etmiştir. Namazı kılmamak, Ramazan orucunu tutmaktan, zekatı vermekten, kul hakkını ödemekten ve benzerlerinden imtina etmek farzları terk etmek demektir. Allahu Teala, bu farzları terk edenlere azap edeceğine söz vermiştir. Haram olan fiilleri işlemek de aynı şekilde cezayı gerektirir. Başkasına zina iftirasında bulunmak, parayı saklamak (kenz), ihtilas, casusluk yapmak gibi fiillerin tamamı haramı fiillerdir. Allahu Teala bu türden fiilleri işleyen kimselere de azap edeceğini va’d etmiştir. Bunlar hakkında yöneticinin tazir cezaları belirlemesi şüphesiz ki gerekli bir husustur. İster farzların terki olsun, isterse haramların işlenmesi olsun bunların tamamı masiyettir (suçtur) ve cezalandırılmayı gerektirir. İşte bu noktadan hareketle halife, tazir cezalarını belirlerken Allahu Teala, tarafından belirlenmiş olan cezaları mutlaka dikkate alması gerekmektedir. Bunları aşması caiz değildir. Tazirin, farzların terki ve haramların işlenmesi ile sınırlı kalması ve kesinlikle bunları aşmaması gerekir. Sahabelerin birtakım mendupların terkinden ve birtakım mekruhların da işlenmesinden dolayı cezalandırdıkları şeklindeki rivayetler icma olmadıkça delil olmaya elverişli değildirler. Bu konuda ise icma oluşmamıştır.

Mekruh bir fiilin işlenmesi, mendubun veya mübahın terk edilmesinden dolayı tazir cezası koymak caiz olmadığı gibi işlerin gözetilmesi gerekçesiyle veya maslahat adıyla da tazir cezalarının konulması caiz değildir. Çünkü, şehirlerin planlanması, bütçelerin hazırlanması gibi kamuya ait işlerin gözetilmesi, imamın görüşüne, düzenlemesine ve ictihadına bırakılmış ve imamla sınırlandırılmış hususlardandır. Bu konularda imamın dışındakilerin yetkileri yoktur. Maslahat ise şer’i bir delil olmadığı için, maslahata dayanılarak ceza konulamaz.