Allah Azze ve Celle, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i, tüm insanlar için Rasul ve Nebi olarak seçtikten sonra O’nun üzerine vahiy indirdi ve Allah’ın ayetleri O’na hitap etmeye başladı: اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ*خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ*اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ*الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir parça kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti.” [Alak 1-4] Bunun üzerine Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanları Allah’ın dinine davet etmeye başladı. Zira O insanları, dini yalnız O’na has kılarak Allah’a ibadet etmeleri için hakka davet ettiği gibi onları, (لا إله إلا الله محمد رسول الله)’e iman ederek fikri kaideye yakinen ikna ettikten sonra salih amel işleyerek Allah’a yakınlaşmaları için davet ediyordu. Böylece kendilerini Allah’a yaklaştırdığını iddia ettikleri putlara tapmaktan vazgeçmeleri için onların sadece Allah’a ibadet etmelerini ve Allah ve Rasulü’ne itaat etmelerini emrediyordu. Sonra onlara Rabbinden kendisine indirilen apaçık ayetlerle hitap etti: قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا “De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepiniz için (gönderilmiş), Allah’ın elçisiyim.” [Araf 158] Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in risaleti tebliğ etmedeki siretini takip eden biri, O’nun üç yıl boyunca gizli olarak çalıştığını, İslam için uygun olanları davet ettiğini ve davasını ifşa etmemek için davet ettiği kişilerden meseleyi gizli tutmalarını talep ettiğini görecektir. Ayrıca kendisine iman edenleri Daru’l Erkam’da topluyor, onlara kendisine indirilen Kur’an’ı Kerim’in ayetlerini tebliğ ediyor ve İslam akidesine iman eden ve onun hükümlerini uygulayan ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in partisi içinde partileşen bir cemaat kurmak için onları kültürlendiriyor, bilinçlendiriyor ve formüle ediyordu. Bundan da çalışmanın bireysel değil kitlesel bir çalışma olduğu ve meselenin fertlerin iman etmesinden daha ciddi olduğu ortaya çıkıyor ki bu da davetin tüm insanlığa taşınmasıdır. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yeni kitlesinin müşriklerin ulaşamayacağı bir uzaklıkta olması için ashabıyla insanların gözlerinden uzak olan bir yerde buluşuyordu.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem, ashabını kültürlendirmekten şu iki hususu amaçlıyordu:

Birincisi: Akideyi nefislerinde güçlendirmek, düşüncelerini derinleştirmek, mefhumlarını pekiştirmek ve köklerini nefislerinin en derinliklerine dikmek istiyordu ki böylece düşmanlar bunları nefislerinden söküp atmaya güç yetiremesinler.

İkincisi: Onların başkalarına taşıma ve onları ikna etme gücüne sahip olmalarını sağlamak. Çünkü onlar davet taşıyıcıları ve ümmetin liderleri olacaklardır. Bu yüzden onların insanları Allah’ın dinine çekmek için daha bilinçli, anlayışlı ve güçlü olmaya ihtiyaçları vardı. Nitekim Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’yi kendisi için başlangıç noktası olarak benimsedi ve kültürlenme dönemi olan davetin ilk döneminde davet için buradan başka bir yere çıkmadı. Ömer İbn Hattab ve Hamza İbn Abdulmuttalib de dahil olmak üzere kendisine inananlar kırk küsur kişi oluncaya kadar O ve ashabı bu şekilde kalmaya devam ettiler. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem, onların nefislerine imanı yerleştirdikten, onların kültürlerini birleştirdikten ve onları tek bir Hizbin içinde topladıktan sonra, yani bisetin üzerinden üç yıl geçtikten sonra Allah ona vahyederek kitlesinde gizlediği şeyleri ortaya çıkarmasını ve Rabbinden kendisine gelenleri açığa vurmasını emretti. Bu da kendisine Allahu Teala’nın şu kavlinin inmesinden sonra oldu: وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ*وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنْ اتَّبَعَكَ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ*فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ “(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.” [Şuara 214-215-216] Sonra bunu şu vahiy takip etti: فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنْ الْمُشْرِكِينَ*إِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِئِينَ*الَّذِينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir! (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka bir tanrı edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler!” [Hicr 94-95-96]

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, birinin başında Ömer ve diğerinin başında Ali olmak üzere iki saf halinde çıktı ve onlarla birlikte Daru’l Erkam’dan Kabe’ye kadar yürüdü. Bu ise Kureyşlilere meydan okumak, onlara yeni Hizbini göstermek ve davetin dönemlerinden ikinci döneme başlamak içindi. Davetin ikinci dönemi, Müşriklerin inançları, adetleri ve örfleriyle fikri çatışma ve onların liderleri ve kabileleriyle siyasi çatışma döneminin olduğu toplumla kaynaşma dönemidir.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisi ve ashabı, akide nefislerinde pekiştikten sonra toplumdaki öncü rollerini gerçekleştirmek amacıyla harekete geçmek için Ummul Kura ve çevresini daveti için başlangıç noktası yaptı. Böylece insanlar, yeni akidenin taşıyıcıları olan davet taşıyıcılarını bilsinler, insanlarla iletişim kurmaları ve onlarla fikir alışverişinde bulunmaları kolay olsun ve İslam ve küfrün olduğu iki akide arasındaki fikri çatışma alevlensin. Bunun üzerine de yanlış inançlar, hatalı fikirler ve yanlış mefhumlar parçalansın ve doğru mefhumlar sağlamlaşıp filizlensin. Dolayısıyla basiret sahibi olan herkes, hak olan kimseleri ve doğruluğun simgelerini bilsinler. Böylece de batıl argümanlar çöküp gitsin, hidayetin şafağı doğsun ve Müşriklerin inançları İslam akidesinin karşısında yok olup gitsin. Nitekim ilk çatışma, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile amcası Ebu Leheb arasında başladı. Zira bir gün Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem Safa’nın üzerinde durmuş Kureyşlileri isimleriyle çağırıyordu: Ey Abdulmattalib oğulları, ey Abdimenaf oğulları, ey Zühre oğulları, ey Teym oğulları, ey Mahzum oğulları, ey Esad oğulları, şüphesiz Allah bana yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. Siz “لا إله إلا الله محمد رسول الله” demedikçe benim size ne dünyada ve ne de ahirette bir faydam dokunur. Bunun üzerine amcası Ebu Leheb şöyle dedi: Helak olasıca! Bizi bunun için mi topladın? İşte bunun üzerine de Allahu Teala’nın şu kavli nazil oldu: تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ “Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.” [Tebbet 1]

Müşrikler, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i davetini tebliğ etmekten alıkoymak için çok uğraştılar ancak O, onlara meydan okudu ve hayallerini boşa çıkardı. Bunun üzerine amcasına gidip O’nu şikayet ettiler ve O da şu meşhur sözünü söyledi: والله يا عمُّ لو وضعوا الشمسَ في يميني والقمرَ في يساري على أن أتركَ هذا الأمرَ حتى يظهرَه اللهُ أو أهلِكَ دونَه ما تركتُه “Amcacığım, Vallahi bu işten(metodumdan) vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, yine de (tevhidi metottan) vazgeçmem. Allah bu dini üstün getirene (İslâm’ın siyasi varlığını ortaya çıkarana) veya ben bu uğurda ölene kadar bir an bile izlediğim yoldan geri kalmam.” Bunun üzerine Müşrikler iflas ettiler ve hakikatin apaçık delilleri ve onun parlak burhanları karşısında şaşkına döndüklerinde iflas etmiş müşriklerin her çağda alışkanlık haline getirdikleri üsluplar olan ucuz üsluplara başvurdular. Sonra Müşrikler, propaganda yoluyla insanlar ile İslam arasına engel koyabileceklerini düşündüler: bu yüzden Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i bir defasında sihirbazlıkla diğer bir defasında da kahinlikle suçladılar ve bunun üzerine şu ayetler nazil oldu:إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ*وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ*وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ*تَنزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ “O (Kur’an), şüphesiz değerli bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür. Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz! Bir kâhin sözü de değildir (o). Ne de az düşünüyorsunuz! (O), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” [Hakka 40-41-42-43] Sonra şöyle dediler: O bir Acemle görüşüyor. O da O’na daha öncekilerin haberlerini anlatıyor. Bu yüzden O’nun bu sözü, öncekilerin masallarıdır. Allah onlara apaçık ayetlerle cevap verdi:وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ “Şüphesiz biz onların: “Kur’an’ı ona ancak bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Kendisine nispet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu (Kur’an) apaçık bir Arapçadır.” [Nahl-103]

Sonra da Kur’an’ın, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den olduğunu iddia ettiler. Kur’an inzal oluyor ve fesahat ve belagat sahibi kimseler olduklarından dolayı onlara bir benzerini getirmeleri için meydan okuyordu. Zira Allahu Teala, şöyle buyurmuştur:أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِهِ وَادْعُوا مَنْ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ “Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.” [Yunus-38]

Bu propagandaları da başarısız olup argümanları boşa çıkınca, boykot yöntemine başvurdular. Zira kabileler, Müslümanları ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i koruyanları boykot etmek için bir boykot belgesi yazdılar, onu Kabe’ye astılar, insanların onlara bir şey satmalarını, onlardan bir şey almalarını, onlara kız vermelerini veya onlardan kız almalarını tamamen yasakladılar. Tıpkı herhangi bir ülkeyi veya siyasi kuruluşu ya da herhangi bir partiyi boykot etmek için düzenlenmiş uluslararası bir konferans gibi.

Beni Haşim’den olan Müslümanlar Ebu Talib mahallesinde üç yıl kuşatma altında kaldılar. Hatta açlıktan ağaç yapraklarını yediler. Allah boykotun sona ermesini diledi. Ve Müslümanlar bu boykottan, akidelerine daha çok iman ederek ve Rasullerine sımsıkı sarılarak çıktılar. Bunun üzerine Kureyş, başka bir üsluba başvurdu. Bu ise, onların üsluplarının sonuncusu olan işkence üslubudur. Her kabile, kendi fertlerinden iman edenlere işkence etmek için harekete geçti. Kaynaşma dönemi olan bu dönem uzun sürdü, Müslümanların zayıflıklarına ve Müşriklerin onlara yönelik zulümlerine rağmen onlarla Müslümanlar arasındaki çatışma devam etti. Nitekim Müşriklerin Müslümanlara yönelik zorbalıkları on yıl sürdü. Müslümanlar bu yıllar içinde, işkencenin her türünü tattılar, Yasir ve eşi işkence altında şehid oldular, Ammar imanıyla sınandı, Bilal ve diğerleri tahammül edilemeyecek işkence türleriyle karşılaştı.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ashabıyla bağını korudu, onlara Allahu Teala katından zafer ve kurtuluş vaadetti, onları sabretmeye teşvik etti. Allah onlardan razı olsun, sebatları, anlayışları ve akidelerine bağlılıklarıyla çok ilginç bir örnek oldular. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, eşsiz İslami şahsiyetler oluncaya, zihinleri okuduklarını özümseyinceye ve meyilleri Allah ve Rasulü sevgisi dışındakileri reddedinceye kadar onları nefsiyet olarak geliştirdi ve zihniyet olarak besledi. Böylece onların arzuları, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiklerine tabi oldu. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur:لا يؤمنُ أحدُكم حتى يكونَ هواه تبعاً لما جئت به “Arzuları benim getirdiğime tabi olmadıkça sizden hiçbiriniz iman etmiş sayılmaz” Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, içlerinden Habeşistan’a hicret etmek isteyenlere izin verdi. Zira yanında hiç kimsenin zulme uğramadığı bir kral vardı. Böylece imanlarını kurtarmak için yurtlarını terk ettiler, Rablerine sadık kalabilmek için mallarından vazgeçtiler, ailelerini Allah’ın takdirine (kaderine) terk ettiler, yüzlerini Habeşistan’a çevirdiler, çölleri geçtiler ve gemiye bindiler. İşte o müminler, yaşam için korkmuyorlardı. Çünkü hayatı bahşeden Allah’tır ve O’ndan başkasından da talep edilmez.الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” [Mülk 2]

Başlarına gelmeyen bir olayın hiçbir şekilde isabet etmeyeceğine, kendilerine gelen bir musibetin de ne olursa olsun geleceğine iman ettikleri gibi Allah’ın kaderine de iman ettiler. Allahu Teala’nın vaadinden dolayı Müşriklerin tehditlerini hafife aldılar. Ne gaflete düştüler ne geri çekildiler ne de boyun eğdiler. Nitekim İslam’a bağlanmak, şirk inancını ve babalarının ve atalarının inancını terk etmelerini gerektiriyordu. Zira Sultan bu akideyi koruyacaktı, bu akideye karşı saldırı hayati bir mesele olarak kabul ediliyordu ve ondan çıkanın geri döndürülmesi, aksi taktirde öldürülmesi gerekiyordu.Dolayısıyla bir Müslüman, İslam’a girmenin bedelinin ölüm olduğunu hesaba katıyor ve bu yüzden daha ilk günden itibaren nefsini bu yeni akide yolunda karşılaşabileceği şeylere katlanmaya hazırlıyordu. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların kültürlerini denetliyor, onları pekiştiriyor, Allahu Teala’nın onlara zafer vereceğini ve Dinini üstün kılacağını müjdeliyor ve onların da nefisleri umutla doluyordu.

Kur’an, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in üzerine olaylara göre parça parça iniyordu. Dolayısıyla herhangi bir olay hakkında ayetler nazil olduğunda, Müslümanlar bu ayetleri özümsüyorlar, onları ezberliyorlar, onları büyük bir şevkle kavrıyorlar ve ayetlerde geçen tüm hükümlere göre amel ediyorlardı. Her ne zaman Hizibleri, kendileri hakkında ayetlerin indiği bir mesele olsa hemen onlar üzerinde tecelli ediyor ve imanları yenileniyordu. Çünkü onlar, hasımlarıyla sürekli çatışma halindeydiler. Ayrıca sahabeler, Kur’an’ı Kerim’den kendilerine nazil olanlara sıkı bir şekilde çalışarak onları, gecenin bir kısmı ile gün ortasında okuyorlar, bunları gerçek hayatta uyguluyorlar, onları pratik yönle ilişkilendiriyorlardı. Bu da onların, akidelerine güç ve mücadelelerine sağlamlık kazandırıyordu. Bu yüzden kindar birinin korkutması ve hasetçi birinin tuzağı onları yıldırmıyordu:كَانُوا قَلِيلًا مِنْ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ*وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ “Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.” [Zariyat 17-18]

Yine bu dönemde, Müslümanlar ile Müşrikler arasında fikri çatışma ve siyasi mücadele devam ediyor ve Müslümanlar, Kureyş liderlerine meydan okuyorlardı. İşte şu Ümeyye İbn Halef çürümeye yüz tutmuş bir kemiği alıp Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelerek şöyle demişti: Ey Muhammed! Rabbinin toz olup gittikten sonra bu kemiği dirilteceğini mi iddia ediyorsun? Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem de ona şöyle dedi:نعم، وإنه سيحييك بعد أن ترمّ ثم يرمي بك في النار “Evet, onu diriltecek, sonra da seni cehenneme atacaktır.” Dolayısıyla Allah, Nebisi’nin Kureyş liderlerine yağcılık yapmasına ve onlara yumuşak davranmasına izin vermemiştir. İşte burada Allah onu, Velid İbn Mugire’ye itaat etme noktasında uyarıyor ve şöyle buyuruyor:فَلَا تُطِعْ الْمُكَذِّبِينَ*وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ “O halde, (hakikati) yalan sayanlara itaat etme! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” [Kalem 8-9] Dahası Velid’e hakaret ederek şöyle buyurmuştur:وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ*هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ*مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ “Sürekli yemin edip duran, (herkesi) kötüleyen, söz götürüp getiren, hayra engel olan, mütecâviz ve saldırgan günahkâr ve aşağılık hiçbir kimseye itaat etme.” [Kalem 10-11-12] Bunun üzerine müminlere yönelik işkence artmış, Müşriklerin onlara olan öfkesi alevlenmiş, ölenler ölmüş, Mekke toplumu taşlaşmış, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in eşi Hatice ve amcası Ebu Talib ölmüş, Kureyşliler Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e daha önce vermedikleri şekilde zarar vermiş, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gece yolculuğu yaptırılmış ve semaya yükseltilmiş ve Kureyş’in O’na karşı propagandası şiddetlenmişti. Sonra kabilelerden nusret talep etmeye başlamıştı. Dolayısıyla onların evlerine geliyor, Allah’a ve Rasulü’ne iman etmeleri ve Allah’tan gelenleri tebliğ etmek için Kendisi’ni korumaları ve himaye etmeleri için onları Allah’ın dinine davet ediyor, Hac mevsimlerinde ve Ukaz ve diğer panayırlarda onların heyetlerine Kendisini arz ediyordu. Nitekim nusret talebine Taif ile başladı. Dolayısıyla Allah Azze ve Celle’den Kendisine gelenleri kabul edeceklerini umarak Sakif’den ve onun kavminin güç sahiplerinden nusret talep etmek için yola çıktı.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, o zamanlar Sakif’in liderleri ve ileri gelenlerinden olan Sakif’ten bir grubun yanına gitti. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların yanına oturdu, onları Allah’a davet etti ve İslam’a nusret vermeleri ve kavminden kendisine karşı çıkanlara karşı Kendisiyle birlikte olmaları gibi onlarla getirmiş olduğu şeyler hakkında konuştu. Ama onlar O’nu kötü bir şekilde reddettiler. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların yanından kalktı ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendine gelip sakinleşince Mekke’ye geri döndü. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kendisini mevsimlerde Arap kabilelerine arz ederek onları Allah’a davet etmeye, onlara Kendisinin gönderilmiş bir Nebi olduğunu haber vermeye, onlardan Kendisini tasdik etmelerini ve Allah’tan kendisine gönderilenleri açıklamak için himaye etmelerini istemeye devam etti. Dolayısıyla cevapları farklı olan on küsur kabileden nusret talep etti. Hatta o kabilelerden birisi, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra yönetimin kendilerine ait olmasını talep edince Aleyhisselam bunu reddetti ve şöyle dedi:الأمر لله يضعه حيث يشاء “Yönetim Allah’a aittir. Onu dilediğine verir.” Kabilelerden bir diğeri de O’nu Araplardan koruyacağını ancak Pers ve Rumlara karşı koymaya gücü olmadığını teklif edince Aleyhisselam şöyle cevap verdi:إن الأمرَ ـ أي الإسلام والحكم به ـ لا يقومُ به إلا من يحوطُه من كل جانب “Muhakkak ki emri -yani İslam ve onun yönetimini-, ancak onu her taraftan kuşatanlar kurabilir.”

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Medineli altı kişilik bir heyetle görüşmüş, sonra ertesi yıl onlarla görüştüğünde on iki kişi olmuşlardı. Bunlar Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e iman etmişler, O’nu tasdik etmişler ve İslam için O’na biat etmişlerdir. Bunun üzerine onlara İslam’ı öğretmesi için onlarla birlikte Musab İbn Umeyr’i göndermiş, Medine’de İslam yayılmış, hatta Ensar’ın evlerinde İslam’ın konuşulmadığı hiçbir ev kalmamıştı. Ardından Musab İbn Umeyr, Mekkeye gelinceye kadar şirk ehlinden olan kavimlerinin hacılarıyla birlikte Hac mevsime çıkan Ensarlı Müslümanlarla birlikte Mekke’ye geri döndü, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e haber verip bunu açıkladı. Ka’b İbn Malik şöyle dedi: Daha sonra Hac için yola çıktık. Teşrik günlerinin ortasında Akabe’de buluşmak üzere Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile anlaştık. Böylece Allah, Ensar sayesinde, Nebisi için izzet ve zaferi, İslam ve ehlini yüceltmeyi ve şirk ve ehlini de zelil kılmayı istedi. Zira Ensar, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e biat ettiler. Ubade İbn Samit şöyle dedi: Zorlukta ve kolaylıkta, hoşnutluk ve hoşnutsuzlukta işitip itaat edeceğimize, O’nu kendimize tercih edeceğimize, emir sahipleriyle çekişmeyeceğimize, her nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e biat ettik. Ve şöyle dedi: Ancak hakkında elinizde Allah’tan bir hüccet bulunan açık bir küfür görürseniz o başka.

Ensar, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi O’nu da koruyacaklarına dair Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e biat ettiler. Dolayısıyla bu, savaş biatıydı. Zira ardından hicret oldu. Nitekim Allahu Teala şu kavlinde, Müslümanları şöyle nitelendirdi:لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ هُمْ الصَّادِقُونَ*وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ “(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” [Haşr 8-9]

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebu Bekir ile birlikte hicret etmek üzere yola çıktı, Kureyş de onların peşine düştüler. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i öldürmeye karar verdiler ancak başarısız oldular. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem yolculuğuna devam etti ve hicret ettiği yere ulaştı. Müslümanlar O’nu neşitlerle ve sevinçle karşıladılar. Sevgiyi artırmak ve imanı güçlendirmek için Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik kuruldu. Zira onlar, haklarında Allahu Teala’nın şöyle buyurduğu Allah’ın Hizbiydiler:لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمْ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمْ الْمُفْلِحُونَ “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin; kendi babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa Allah ve Peygamberine muhalefet eden kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bunlar orada ebediyen kalacaklardır. Allah; onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar; Allah’ın hizbidir. Dikkat edin; Allah’ın hizbi, felaha erenlerin kendileridir.” [Mücadele-22] Sonra İslam Devleti kuruldu. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescidini inşa etti ve burası yeni ortaya çıkan devletin merkezi oldu. Zira cihat görüşmeleri burada yapılıyor, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in elçileri, krallara ve yöneticilere tebliğ etmeye yönelik İslam kampanyası için buradan hareket ediyor, toplantılar burada yapılıyor, namazlar eda ediliyor, heyetler burada karşılanıyor ve esirler buraya konuluyordu.

Kaynaşma dönemi sona ermiş, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem yönetimi teslim almış ve Medine’yi onlar için irtikaz noktası olarak belirlemişti. Özellikle Müslümanlar ile başkaları arasındaki ilişkileri düzenleme keyfiyetini açıklayan -ki bu, bugün uluslararası ilişkiler olarak adlandırılıyor-, devletin ve toplumun şeklini belirleyen hüküm ayetleri olmak üzere Kur’an nazil olmaya devam ediyordu ki biz burada, İslam ümmetinin İslam’ın hükümlerini uygulama sorumluluğu, İslam davetini tüm halklara ve milletlere taşıma sorumluluğu, Allah yolunda cihat etme sorumluluğu, Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünnetiyle hükmedecek bir yöneticiyi nasbetme sorumluluğu ve marufu emredip münkerden nehyetme sorumluluğu gibi tüm ümmetin bağlı olduğu genel sorumlulukları açıklıyoruz. İşte tüm bu sorumluluklar, ayetlerin nazil olmasının ardından net bir şekilde ortaya çıkmış, Müslümanlar da herhangi bir gecikme ve ihmal olmaksızın bunları uygulamış ve dünyada harekete geçerek Allah’ın kendileri için olan vaadini yerini getirmişlerdir:وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ من قبلهم “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur-55]

Müslümanlar adaleti tesis ettiler ve ümmetler arasından yüksek bir konum edindiler. Böylece insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldular, iyiliği emredip münkerden nehyettiler ve Allah’a iman ettiler. Allah da onu onurlandırdı ve böylece dünyanın birinci devleti oldu. Hatta bu, büyük sorumlulukları yerine getirip bunları ölüm kalım meselesi olarak alarak benimsedikleri sürece hiç kimsenin itiraz edemeyeceği büyük bir şan ve şerefle on üç asır boyunca ön saflarda yer almaya devam etti.

İslam ümmeti, bu sorumluluklardan vazgeçip layık olduğu düzeyden feragat ederek hayati meselelerini unutunca, istenilmeyen bir duruma gelinceye kadar yavaş yavaş gerilemeye başladı. Bunun üzerine ülkesi parçalandı, vahdeti bozuldu, devleti yıkıldı, kaynakları yağmalandı, başına düşmanları musallat oldu ve evlatları katledildi. Böylece güçleri gitti, ateşleri söndü ve onlardan bir fısıltı dahi işitilmez oldu.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in devletin kurulmasına ulaşmadaki metodu işte budur. Bu O’nun metodu ve sünnetidir: Başlangıç noktası Mekke, kültürlenme dönemi, sonra Mekke ve çevresinde başlangıç noktası ve uzun süre devam eden kaynaşma dönemi. Nitekim Müslümanlar, Müşriklerin inanç ve adetleriyle fikri mücadele ve onların liderleriyle siyasi mücadele ederken birtakım felaketler tattılar. Sonra irtikaz noktası Medine oldu, yönetimi üstlenme dönemi başladı ve bunu İslam’ı yaymak için fetihler takip etti.

Toplumların bozulduğunu ve onu değiştirmek için çalışmanın vaciplerinden biri olduğunu görenler, O’nun metodu üzere çalışsınlar ve O’nun sünnetine uysunlar. Ayrıca bu dönemler çerçevesinde hareket etmenin şerî bir hüküm olduğunu, birinci dönemde kültürlenme ve fikri çatışma ve siyasi mücadeleyi temsil eden ikinci dönemde de siyasi çalışma gibi her dönemde çalışmaların aynı olduğunu, bunların tamamının şerî hükümler olduğunu, bunların delillerinin ise Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in çalışmaları olduğunu ve bunların metot hükümlerinden olduğunu bilsinler. Çünkü bunların her bir dönemi, değişmeyen metottan olup değişebilen ve tebeddül edilebilen vesile ve üsluplardan değildir. قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنْ اتَّبَعَنِي “De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bir basiret üzere Allah’a davet ediyoruz.” [Yusuf 108]