Aleyhissalatu ve’s Selam şöyle buyuruyor: صَلُّوا كما رأيتموني أصلِّي “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle kılın.” (1)

Aynı şekilde şöyle buyuruyor: خذوا عني مناسككم “Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın.” (2)

Allah Azze ve Celle, namaz ve Haccı kapsadığı gibi İslam’ın diğer hükümlerini de kapsayan genel bir nâssta şöyle buyuruyor: لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً “Andolsun ki, Allah’ın Rasulü, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (3)

Yukarıda geçenlere binaen diyoruz ki: Namazımızı Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kıldığı gibi kılmamız gerektiği gibi ve Haccımızı Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi yapmamız gerektiği gibi aynı şekilde İslam Devleti’ni de Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu gibi kurmamız gerekmektedir. Çünkü şerî nâss bize, İslam Devleti’ni kurmak da dahil olmak üzere hayatımızdaki meselelerden her bir mesele hakkındaki örnek ve rol model yönü açıklamıştır.

Peki Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslam Devleti’ni nasıl kurdu? İslam Devleti’ni kurmak için savaşa ve kıtala izin verdi mi yoksa vermedi mi? İşte mesele budur ve meselenin özü budur. İşte buradan hareketle meselenin delili araştırılır.

– İslam Devleti’ni kurma keyfiyetinden bahsetmeden önce öncelikle İslam Devleti’ni kurmanın meşruiyetinden bahsetmeye gelince; bunun hakkında uzunca konuşmaya ve üzerinde durmaya gerek yoktur; çünkü bu meşruiyet, hakkında hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, makul bir söz ve makbul bir delil getiremeyeceği önceden belirlenmiş bir sonuçtur!

Prof. Dr. “Fethi Düreynî”, bazı modern yazarların (4) bu mesele hakkındaki şüpheciliğine cevap vererek şöyle demiştir: “İslami teşride siyaset, Müslümanların, hicretten sonra -Medine’deki- yeni toplumlarındaki işlerini idare etmenin bir yolu olarak şartların benimsemeye zorladığı arızi bir mesele değildir. Davetin açığa çıktığı sırada Birinci ve İkinci Akabe Biatı bunu teyit etmiştir. (5) Zira her ikisi de Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Medine heyetleri arasındaki gerçek bir tarihi akit olmuş, İslam Devleti bu temel üzerine kurulmuş ve Allah Azze ve Celle’nin izniyle o ikisinin gerektirdiği sonuçlardan biri de hicret olmuştur… Hicretten sonrasına gelince; devletin fiili olarak kurulduğunu kanıtlayan hususu, pratik yönden devletin egemenliğinin tezahürlerinden gördük. Bu ikisinin unsurlarının; toplumda, yasamada, vatanda ve egemen otoritede mevcudiyetine dair hiçbir kanıt yoktur. Zira bu yeni toplumdaki otoritenin veya ondaki yönetim işlerini idare edenin Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den başkasının olduğu kanıtlanamamıştır.” (6)

O zaman İslam Devleti’nin meşruiyeti, tartışılamaz bir mesele olup biz de bunu araştırmak için burada değiliz! Ancak bizim buradaki araştırmamız, İslam Devleti’ni kurmanın metodu meselesi hakkındadır. İslam Devleti kurmak için savaşı veya kıtalı kullanmak için hazırlık yapmak meşru mudur yoksa değil midir?

Prof. Dr. Fethi Düreynî’nin yukarıda geçen sözü İslam Devleti’nin, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Medine heyetleri arasında Akabe’de yapılan bir akit olarak “biat” üzerine kurulduğuna işaret etmektedir.

Başka bir kitabında ise “Büyük Akabe Biatı’nın” nâssı hakkındaki hadis bağlamında şöyle diyor:

“Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onayladığı bu nâssın muhtevasından istinbat edilmiştir (çıkarılmıştır). Dolayısıyla çok önemli ve mühim olan ilkeler şerî olarak takriri sünnet (7) ile sabit olmuştur ki biz bunu şu şekilde sunuyoruz:… (Sonra şöyle diyor): Altıncısı: Büyük Akabe Biatı, nusretin anahtarı olarak sabit olmuştur… Zira bundan kısa bir sonra İslam Devleti’nin kurulması bu ahdi ve misakı, kıyamet gününe kadar asırlar ve nesiller boyunca her Müslümanın boynundaki bir hak kılmıştır.” (8)

Büyük Akabe Biatı, -Prof. Dr. Fethi Düreynî’nin dediği gibi- nusretin ve İslam Devleti’ni kurmanın anahtarıysa o zaman bu, İslam Devleti’ni kurmanın metoduna dair delilin, bu biatta geçenlerde yattığı anlamına gelmektedir. Bundan dolayı onda geçen hususlara bakmamız gerekiyor: İslam Devleti’nin kurulması için savaş ve kıtal kullanılmasına işaret ediyor mu yoksa etmiyor mu?

O zaman bu meselemiz hakkındaki şerî hükmü araştırmamız için Akabe Biatı’nda cereyan eden görüşmelere ve biatta esas alınan maddelere müracaat etmemiz gerekiyor.

1- İbnü’l Kayyim’e ait Zad’ül Ma’ad adlı eserde şu metin geçmektedir:

“Cabir’den şöyle rivayet edilmiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de on yıl kaldı. Mecenne (9) ve Ukaz (10) panayırlarında insanların konak yerlerine gider ve şöyle derdi: Rabbimin risâletini tebliğ edebilmem için beni kim barındırır, bana kim yardım eder? Bunun karşılığında ona cennet vardır!”? Kendisine yardım edecek ve sığınacak hiç kimseyi bulamadı. Vaziyet öyle bir hale geldi ki bir adam Mudar veya Yemen’den Zi Rahmah’a giderken kavmi onun yanına gelir ve ona şöyle derlerdi: Kureyşli delikanlıdan sakın, aman seni dininden döndürmesin! (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların adamları arasında yürüyüp onları Allah Azze ve Celle’ye davet ederken onlar da parmaklarıyla onu gösterirlerdi. Hal böyle iken Allah Teâlâ Yesrib’den bizi gönderdi. Bizden biri çıkar O’na iman ederdi, O da ona Kur’an okuturdu. Bunun üzerine o kişi ailesine döner ve onun vesilesiyle hepsi Müslüman olurlardı. Hatta öyle bir hale geldi ki Ensar’ın evlerinden, içinde İslam’a girdiklerini açıkça söyleyen bir grup Müslümanın olmadığı hiçbir ev kalmamıştı. İlah olan Allah bizi gönderdi, biz de görüştük, toplandık ve şöyle dedik: Allah’ın Rasulü’nü ne zamana kadar Mekke dağlarında tard edilir ve korkutulur bir halde bırakacağız? Hac sezonunda ona gelmek üzere ayrıldık. Akabe Biati için sözleştik. Bunun üzerine amcası Abbas O’na şöyle dedi: Ey kardeşimin oğlu! Sana gelen bu kavmin insanları kimdir bilmiyorum? Oysa ben Yesrib ehlini tanırım. Sonra birer ikişer onun yanında toplandık. Ama Abbas bizim yüzümüze bile bakmadı ve şöyle dedi: Bunlar benim tanımadığım kavmin insanları ve bunlar gençler? Bunun üzerine dedik ki: Ey Allah’ın Rasulü! Size ne üzerine biat edeceğiz? O da şöyle dedi: Rahat zamanlarınızda da sıkıntılı zamanlarınızda da dinleyip itaat etmek, darlıkta da bollukta da Allah yolunda infak etmek, iyilikleri anlatıp kötülüklerden sakındırmak, Allah için konuşmak ve Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamak ve yine bana yardımcı olmak; yanınıza geldiğimde, kendinizi, zevcelerinizi ve çocuklarınızı nelerden koruyorsanız beni de onlardan korumak üzere biat edeceksiniz! Bunun karşılığında da size cennet var! Kalktık ve O’na biat ettik. Yetmiş kişiden en küçüğümüz olan “Esad İbn Zurare” Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in elini tuttu ve şöyle dedi: Yavaş olun ey Yesribliler! Biz ancak O’nun Allah’ın Rasulü olduğunu bildiğimiz için hayvanlarımızı buraya sürüp geldik! Bugün O’nu buradan çıkarıp yurdumuza götürmek, bütün Araplarla bağımızı kesmek, en hayırlılarınızın ölmesi ve kılıçların sizi biçmesi demektir. Şimdi siz tüm bunlara sabredip ecrinizi Allah Teâlâ’dan bekleyebilecek misiniz yoksa korkaklık yaparak canınızın derdine mi düşeceksiniz? Bunu burada açıkça söyleyiniz! Böyle yapmanız Allah katında sizin için daha geçerli bir mazerettir. Oradakiler şöyle dediler: Çekil önümüzden ey Esad! Vallahi bu biati kesinlikle bırakmayız ve onu asla bozmayız! Sonra kalktık ve birer birer biat ettik. Allah’ın Rasulü de bizden, biat aldı ve şartlarını söyledi. Buna mukabil bize (Allah’ın) cennetini vereceğini müjdeledi.”

Bu nâssın tahkikinde şöyle geçti: Ahmed ve Beyhâki tahriç etti, Hakim sahihledi ve Zehebî onayladı. İbn Kesir sirette şöyle dedi; bu, Müslim’in şartı üzere ceyyid bir isnaddır ve onu İbn Hıbbân sahihledi. (11)

2- İbn Hişam’a ait Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siretinde şöyle geçmektedir:

“İbn İshak şöyle dedi: -Allah’ın Rasulü’ne savaşa izin verdiği- harb savaşında, Birinci Akabe’de onlara sunduğu şartların dışında şartlar vardı.. Çünkü Allahu Teala, Birinci Akabe Biatı’nda Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem için savaşa izin vermemişti. Ancak Allah, savaşa izin verdiğinde, son Akabe’de Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, kızıl ve siyah (tüm İslam düşmanlarıyla) savaşmak ve O’nun nefsini korumak üzere biat ettiler. Allah’ın Rasulü de Rabbi için kavme şartlarını söyledi ve buna vefalı olmalarına karşılık onlara cenneti vaadetti. “

Sonra İkinci Akabe Biatı’nın nakiplerinden biri olan Ubade İbn Samit’den şöyle rivayet ediliyor. Ondan şöyle dediği rivayet ediliyor:

“Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e savaş biatının (şartlarını yerine getirmek üzere) biat ettik…Zorlukta ve kolaylıkta, hoşnutluk ve hoşnutsuzlukta işitip itaat edeceğimize, O’nu kendimize tercih edeceğimize, emir sahipleriyle çekişmeyeceğimize, her nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza biat ettik.” (12)

3- Bazı rivayetlerde “Esad İbn Zürâre’nin” bu biatta Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e şöyle dediği geçmektedir: “…Biz, yurdumuzda, şerefli ve her tecavüzden korunmuş, orada değil kavminden ayrılan ve amcaları tarafından düşmanlarına teslim edilmek istenilen bir adamın, hatta kendimizden başka hiçbir kimsenin de hâkim olmak için göz dikemeyeceği bir cemaattik. Bu çok zor bir iş olduğu halde, biz senin bu yoldaki teklifini de kabul ettik!” (13)

Bunlar, bizim meselemizle ilgili Akabe Biatı ve maddelerinde geçenlerin bazılarıdır ki mesele şudur: “İslam Devleti’ni kurmanın metodu ve savaş (maddi eylem) kullanılmasının hükmü”?

Yukarıda geçenlerden birçok sonuca ulaşabiliriz ki bunlardan bazıları şunlardır:

1- Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke döneminde, İslam davetini insanlara tebliğ edebilmek için Hacca gelen Arap kabilelerinin ileri gelenlerinden ve adamlarından nusret talep ediyordu ki böylece fitneden ve zulümden korkmaksızın İslam davetine kucak açsınlar.

2- İslam davetine nusret verme talebine, Yesrib (Medine) halkından bazı güç ve kuvvet ehli icabet etti. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de kalmaya devam ederken ülkelerinde İslam davetçisi oldular, Medine’de İslam hızla yayıldı ve Medine’nin atmosferi İslam davetine yanıt verdi. “Hatta öyle bir hale geldi ki Ensar’ın evlerinden, içinde İslam’a girdiklerini açıkça söyleyen bir grup Müslümanın olmadığı hiçbir ev kalmamıştı.” İlk rivayette geçtiği üzere böyle bir ifade, Medine halkının tamamının Müslüman olduğunu, hatta Müslümanların çoğunlukta olduğunu bile göstermez. Aksine Medine’deki atmosferin, İslam davetine açıkça yanıt veren bir atmosfer olduğunu gösterir.

3- Medine’deki Müslümanların güç ve kuvvet ehlinden olan temsilcilerinin, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ülkelerine getirmeye güç yetirebileceklerini, O’nu koruyabileceklerini ve meşhur liderlerden olmamalarına rağmen topraklarında İslam Devletini kurabileceklerini hissetmişlerdir. Dahası Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in -Yesrib halkı ve liderleri konusunda uzman olan- amcası Abbas onları, “Bunlar benim tanımadığım kişiler ve bunlar gençler!” şeklinde nitelendirmiş ancak buna rağmen konuşmalarındaki samimi tonu, nefislerinden geçen kararlı tutumu ve liderlerini ve ileri gelenlerini öldürmüş olsalar bile kendisi için geldikleri amaca vefalı olacaklarını hissetmişti!

4- Medine’nin devlet başkanı olması vasfıyla, yani İslam ile hükmedecek olan İslam Devleti’nin Başkanı olması vasfıyla Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem için nusret ahdinin uygulanması. Ancak bu, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’ye ulaşmasıyla başlayacaktı: وأن تنصروني إذا قدمت عليكم “Size geldiğimde bana yardım edersiniz.” Yani: Medine’de İslam Devleti’nin kurulmasıyla başlayacaktır demektir.

5- Bu biatın savaş biatı olarak isimlendirilmesinde, bu yeni duruma karşı koyan güçler kızıl ve siyah insanlardan oluşsa bile yeni duruma maruz kalacak herkese karşı savaşın ve kıtalın vacip olduğuna dair nâss vardır. Siretü’l Halebiyye’de şöyle geçmektedir: “Yani: Acem ve Araplardan O’nunla savaşanlara karşı savaşmak üzere.” (14)

6- Yeni durumu koruma yolunda silah taşımak için hazırlanan güç ve kuvvet sahiplerinden söz alması. Ben de diyorum ki: Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onlara tayin ettiği veya Ensar’dan olmasalar bile Müslümanlardan yönetim ve görev almak için seçtiği kimselerden oluşan yeni liderlik için işitip itaat edeceklerine ve emir sahipleriyle çekişmeyeceklerine, yani otoritenin dizginlerini elinde tutmaya daha layık oldukları bahanesiyle otorite sahipleriyle çekişmeyeceklerine dair onlardan söz almıştır: Böylece onların nusret vermeleri sayesinde İslam Devleti kuruldu ve onların ölmeye bile hazır olmalarından dolayı İslam daveti zafer kazandı. “Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e savaş biatının (şartlarını yerine getirmek üzere) biat ettik… Zorlukta ve kolaylıkta, hoşnutluk ve hoşnutsuzlukta işitip itaat edeceğimize, O’nu kendimize tercih edeceğimize, emir sahipleriyle çekişmeyeceğimize biat ettik…” (15)

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde İslam Devleti’nin üzerine kurulduğu en önemli meseleler işte bunlardır. Bu önemli meselelerden biri de; bu devletin başkanlığına biat eden kimsenin, İslam Devleti’nin kurulmasına karar verilen ülkeye varır varmaz onun kurulmasının karşısında duranlara karşı savaşmasının ve silah kullanmasının meşruiyetinin çok açık bir şekilde ortaya çıkmasıdır.

Bu İslam Devleti kurulduğunda bir damla kanın bile dökülmediği doğrudur. Ancak bu, İslam Devleti’nin kurulması için savaşmanın yasaklanmasının sebebi değildir. Zira Akabe Biatı ile ilgili şerî nâsslar, bu amaç için savaşmanın meşruiyetini vurgulamış ve bu meşruiyet noktasında en ufak bir şüpheye dahi yer bırakmamıştır.

Olan şey şudur; düşman güçleri sahipleri, halının ayaklarının altından hissetmedikleri bir yerden çekileceğini gördüklerinde, yeni liderlerin her şüpheli hareketi veya karşı varlığı ezip geçmeye kararlı olduklarını, dahası tüm Arapların paradoksuna karşı direnmeye azimli olduklarını gördüler! Hatta İslam davetine ve yeni devlete maruz kaldıklarında kızıl ve siyah (tüm İslam düşmanlarıyla) savaşmaya azimli olduklarını gördüler.

Ben de diyorum ki: Düşman güçleri sahipleri, ülkenin yeni liderlerindeki bu kararlılığı görünce, onlara rağmen bastırıldılar, hastalıklı kara kalplerinin kıvrımlarındaki kinleri kaynar bir şekilde kendi nefislerine döndüler, dahası yeni davete ve yeni otoriteye karşı münafıklık yapmaya başladılar. Otorite, onları ve kalplerinde olanları biliyordu ancak içlerinde gizlediklerini açığa vurmadıkları ve devletin davetine yönelik tehlike oluşturabilecek herhangi bir eylemde bulunmadıkları sürece büyük bir hoşgörü içerisinde onlara karşı onur ve saygıyı gösterdi!

Buna binaen -ortadan kalkmasından ve ortadan kalkmasının üzerinden uzun bir zaman geçmesinin ardından- İslam Devleti’ni bugün kurmanın metodu, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in onu kurmak için takip ettiği aynı metottur. Bu ise birkaç hususla gerçekleşir ki bunlar şunlardır:

1- İslam davetine iman eden ve çağırdığı fikirleri ve sistemleri talep eden bir kamuoyunun oluşması için İslam beldelerinin birinde İslam davetine cevap veren bir atmosfer oluşturmak! Böylece İslam davetine yardım etmeye hazır olsunlar ve onun yolunda fedakârlık yapsınlar.

2- Şayet bu meydana gelirse veya -Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde o zamanın şartları göre Medine’deki durumda olduğu gibi- devletin unsurlarının mevcut olduğu herhangi bir ülkede İslam davetine cevap verilirse, işte o zaman İslam Devleti’nin başkanı olması vasfıyla kendisi için biat alan kişiye iktidarı teslim etmeye muktedir olan nusret ehli hakkında araştırma yapılacaktır ki böylece nusret ehlinden olan bu güçler, bu yeni duruma karşı içeriden gelecek her türlü isyanı bastırabilsin ve bu yeni duruma darbe indirmeye çalışan olası herhangi bir dış güce karşı koyabilsin.

3- Bu nusret ehli toplandığında, onlardan otoritenin başkanı olacak kişi için biat alınır, o da İslam Devleti’nin kurulduğunu, mevcut sistemin değiştirilip onun İslam Nizamı haline getirildiğini ilan eder ve nusret ehlinden olan güçler de, ülkedeki kamuoyunun talep ettiği Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmesine savaş açmaya yeltenen herkese ezici bir darbe vurmak için hazır bir halde bekler.

Burada:

-Şayet diğer güçler bu yeni duruma karşı sessiz kalır ve ona bağlılık (biatı) verirlerse- o zaman darbe, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde olan darbe gibi barışçıl bir darbe olur ve görev sahibi olan herkes, İslam’ın hükümlerinin ve İslam Devleti’nin maslahatının gölgesinde kendi yerinde kalmaya devam eder.

-Yok eğer bazı güçler İslam Devleti’ne darbe vurmak için isyan ederse- İkinci Akabe Biatı’nın nâssı, bu yeni durumun korunmasını sağlamak için savaşın meşruiyetine karar vermiştir. Bu durumda darbe, kanlı olur. Nitekim nâss, bunu onaylar şekilde gelmiştir.

Bugün İslam Devleti’ni kurmanın metodu işte budur. Bu ise, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in İslam Devleti’ni kurarken esas aldığı İkinci Akabe Biatı’nın delalet ettiği gibi İslam Devleti’ni kurmak için savaşma meselesi hakkındaki şerî hükümdür.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir:

Askeri birlikler İslam Devleti’nin karşısında durabilir ve bu birliklerin liderleri onlara savaşmalarını emredebilir ve onların içerisinde -kaçınılmaz olarak- Müslümanlar da olacaktır. Peki bu durumda bu birliklerin safında savaşmanın veya onlara karşı savaşmanın şerî hükmü nedir?

Cevap: Onların saflarında savaşmak haramdır; çünkü onlar, İslam Devleti’nin otoritesine karşı çıkan bağy (isyancı) güçlerdir. Bu nedenle bu askeri birliklerin içerisindeki her Müslüman, onlardan geri çekilmelidir. Şayet bu birliklerin içerisinde kalmaya zorlanırsa, İslam Devleti’nin safında yer alan adalet sahibi Müslümanların kanlarının dökülmesine yol açabilecek hiçbir rolü uygulamamalıdır. Bu da bunu mubah kılan şerî bir neden olmadıkça Müslümanların kanlarının kutsal olmasından dolayıdır: كل المسلم على المسلم حرام: دمُه وعرضهُ ومال “Her Müslüman’ın bir başka Müslüman’a kanı, malı ve ırzı (şeref ve namusu) haramdır.” (16)

– Bu birliklere karşı savaşmaya gelince; bu, vacip olan bir savaştır: Çünkü bu, İmama itaatin dışına çıkan isyancılara yönelik bir savaştır. Bağy ehliyle savaş konusunda geçtiği gibi.

– Bu isyancılarla İslam Devleti arasında barış elçileri görevlendirip itaate geri dönmeleri için müzakere yapmanın hiçbir tehlikesi yoktur.- Şayet bu meselenin çözülmesinin gecikmesinde bir tehlike olursa, o zaman onlarla savaşmaya karar verilir. Onlardan her kim Müslümanlardan birini öldürürse, Müslümandır ancak gerçeği bilir ve ona karşı savaşırsa asi olur. Gelişmekte olan İslam Devleti’nin yardımcılarından herhangi biri öldürülürse bu kişi, daha önce “Bağylerle Savaş” bölümünde geçtiği gibi ahiret şehitlerinden olur.

(1) Buhari (Câmiu’l Usul. 3820 no’lu hadis Cild. / 576), Sahih-i Buhari’de no (631). Fethu’l Bâri: C. 2/11

(2) Müslim, Ebu Davud ve Nesai (Câmiu’l Usul. Hadis no: 1583 C. 3/285) ve Sahih-i Müslim’de no: (1297) لتأخُذُوا مناسككم “Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın” lafzıyla geçmiştir. C. 2/943.

(3) Ahzab Suresi, 21. Ayet.

(4) Kendisi, Kral Fuad döneminde Mısır Şerî Kâdı’sıdır. “Ali Abdurrezzak’ın” “İslam ve Usulu’l Hukm” adlı kitabı.

(5) İbn Hişam’ın Sireti ve Şerhi: er-Ravdu’l-Unuf 184-210.

(6) Hasaisu’t Teşrii’l İslami fi’s Siyase ve’l Hukm – Dr. Fethi ed-Düreynî: 323-324.

(7) Burada Abbas İbn Ubade el-Hazrecî’nin, Akabe Biatı’nda şöyle geçen sözüne atıfta bulunmaktadır: .. إنكم تبايعونه على حرب الأحمر والأسود من الناس “Sizler, kızıl ve siyah insanlarla (cümle alemle) savaşmak üzere ona biat ediyorsunuz.” İbn Hişam Sireti, er-Ravdu’l Unuf 2/191.

(8) Çağdaş İslam Düşüncesi Üzerine Araştırma ve Çalışmalar 2/879.

(9) Mecenne: Mekke’nin aşağı tarafında ve Mekke’ye (on iki) mil uzaklıkta olan ve panayır kurulan yerdir.

(10) Ukaz: Nahle ile Taif arasındaki çölde kurulan panayır olup Zilkade ayının başında kurulur ve yirmi gün devam eder. Arap kabileler burada toplanıp birbirleriyle rekabet ediyorlar “övünüyorlar ve şiirler söylüyorlardı.”

(11) İbnü’l Kayyim’e ait Zad’ül Ma’ad. Tahkik eden: Şuayb el-Arnaût ve Abdülkadir el-Arnaût. C. /45-46.

(12) İbn Hişam’a ait Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Sireti (er-Ravdu’l Unuf: 2/206).

(13) Kenzü’l Ummâl fî Süneni’l Aḳvâl ve’l Efâl C. 1/326 – Hadis no: 1525.

(14) İbn Burnahaneddin el-Halebi’ye ait Siretü’l Halebiyye: C. 2/18-19

(15) İbn Hişam’ın Sireti: (er-Ravdu’l Unuf 2/206).

(16) Sahih-i Müslim: No: (2564) C. 4/1986. Câmiu’l Usul’e bak: C. 6/523. Bu mana, Buhari’de geçen başka bir hadiste geçmekte olup orada şöyle diyor: … فإن دماءكم، وأموالكم، وأعراضكم، عليكم حرامٌ… “İşte sizin kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize haramdır.” [Sahih-i Buhari, no: (1739) Fethu’l Bâri: 3/573].