İşte bu maslahatların gerçekleştirilmesi işlerin gözetilmesinden olup işlerin gözetilmesi de Halife’ye aittir. Bu nedenle Halife’nin uygun gördüğü herhangi bir idari üslubu benimseme ve onunla amel edilmesini emretme hakkı vardır. Dolayısıyla Halife, tüm kanunları ve idari düzenlemeleri çıkarma ve insanları bunlara göre amel etmeye mecbur kılma hakkına sahiptir. Çünkü bunlar feri ameller olup Halife’nin bunlardan birini emretmesi ve diğerleri dışında insanları bunu yapmaya mecbur kılması caizdir, işte o zaman Halife’ye itaat etmek farz olur; çünkü Halife’nin benimsemiş olduğu bir hükme bağlı kalmak zorunludur ve bu zorunluluk, bu hükmün dışındakileri terk etmeyi yani onun engellenmesini gerektirir; zira bu, aynı hükümler benimsemek gibi olup bu hususta şerî hükümlerin dışına çıkılmaz. Bu üsluplar mubah olup her bir kişi uygun gördüğü üslubu uygulayabilir, dolayısıyla Halife mubahlardan birini zorunlu kılar ve bir diğer mubahı da engellerse o zaman mubahı haram kılmış olur denilmez; böyle denilmez; çünkü Halife’nin muayyen bir üslubu benimsemesi, bir mubahı vacip kılması ve başka bir mubahı da haram kılması anlamına gelmez. Aksine Halife’nin hükümler benimsemek gibi şeriatın kendisine izin verdiği ve bunları yapmaya sevk eden şeyleri yaptığı anlamına gelir; zira Halife’nin bir hükmü benimseme salahiyeti olduğu gibi aynı şekilde onu yapmaya sevk eden şeyi de benimseme salahiyeti vardır. Bu nedenle Halife’nin onu benimseme hakkı vardır, tebaanın da onun benimsediği şeye uyması gerekir ve engellemesi halinde bunun dışında bir şeyi yapması doğru değildir. Ancak bu mubah, işlerin gözetilmesi için kullanılan bir mubahtır; dolayısıyla bu, gözetim için sadece Halife’ye mubahtır. Çünkü gözetim Halife’ye ait olup tüm insanlar için mubah değildir; zira insanlar, gözetim salahiyetine sahip değillerdir. Bu nedenle Halife’nin benimsemiş olduğu şeylere uymanın farz olması, mubah olanı farz kılmak babından değil itaatin farz olması babındandır.
İdari detaylar
İdare açısından bu böyledir; idari detaylar açısından olana gelince; bu idarenin gerçekliğinden alınmıştır. Zira idarenin gerçekliği tetkik edildiğinde, ister yönetimden yani şeriatın uygulanması olsun, isterse idareden yani insanların ferî maslahatlarının gerçekleştirilmesi olsun bizzat Halife’nin veya yardımcılarının yapması gereken birtakım işlerin olduğu ve bunların da birtakım üsluplara ve araçlara ihtiyaç duyduğu ortaya çıkar. Bundan dolayı Hilafetin sorumluluklarını yerine getirmek için ihtiyaç duyulan işlerin idaresi için Halife’ye ait özel bir cihazın olması gerekir; aynı şekilde insanların gerçekleştirilmesini istedikleri maslahatları ortaya çıkar ki bu da tebaayla ilgili olup bunların yerine getirilmesi için birtakım üsluplara ve araçlara ihtiyaç vardır. İşte bundan dolayı insanların maslahatlarının gerçekleştirilmesi için özel bir cihazın olması gerekir.
Bu cihaz, maslahatlardan, dairelerden ve idarelerden oluşur. Maslahat; öğretim, sağlık, ziraat ve diğerleri gibi devletin maslahatlarından herhangi bir maslahat için yüksek idaredir. Bu maslahat; kendi maslahatının ve ona bağlı dairelerin ve idarelerin idaresini üstlenendir. Daire; kendi dairesinin ve ona bağlı idarelerin işlerini üstlenendir. İdare ise; kendi idaresinin ve ona bağlı şubelerin ve kısımların işlerini üstlenendir.
Bu maslahatlar, daireler ve idareler, devlet işlerini kalkındırmak ve insanların maslahatlarını gerçekleştirmek maksadıyla kurulurlar ve kaim olurlar.
Bu maslahatların, dairelerin ve idarelerin seyrini temin etmek için, bunlara sorumlular tayin etmek kaçınılmazdır. Dolayısıyla her maslahat için, maslahatın idari işlerini doğrudan üstlenen ve ona bağlı tüm daireleri ve idareleri gözetip denetleyen bir genel müdür; her bir daire için ve her bir idare için, bunlardan ve bunlara bağlı şubelerden ve kısımlardan doğrudan mesul olan bir müdür tayin edilir.
Bu, tüm tebaa ve devletin otoritesi altında yaşayanlar için genel bir cihaz olarak maslahatlar idaresi veya devlet idareleri denen şeyin gerçekliğinin bir açıklaması olup bu da “divan” olarak adlandırılmıştır. Maslahatlar idaresi veya divan, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem döneminde özel bir düzenleme ile mevcut değildi. Bilakis her maslahat için bir katip atıyordu. Dolayısıyla o bir müdür, bir katip ve her şeydi.
İslam’da divanı ilk kuran Ömer İbn Hattab Radıyallahu Anh olmuştur. Ömer’in divanı kurmasının sebebi ise şudur; bir gün Hz. Ömer birini bir iş ile görevlendirirken yanında bulunan Hürmüzan, Hz. Ömer’e şöyle der: Sen bu görevlinin eline mallar verdin. Aralarından biri çıkar da muhalefet ederse, elçinin gittiği yerde onun yerine bir başkası geçip görevli olduğunu söylerse, bunun görevli olup olmadığını nereden bilecekler?” Sen ona, kayıtları da içine alan bir defter ve eline bir divan ver. Divanında verdiğin malların kayıtları bulunsun. Görevli, gideceği yere vardığı zaman ondan divan isterler ki bununla kendilerine gelen görevlinin senin görevlin olduğunu anlarlar. Âbid ibn-u Yahya, el-Hâris ibn-u Nufeyl’den şöyle rivayet etti: “Ömer Radıyallahu Anh Müslümanlar ile divanların tedvini konusunda istişâre etti. Ali İbn Ebi Tâlib Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Sana toplanan malları her sene taksim et. Ondan hiçbir şeyi tutma.” Osman İbn Affan Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Ben insanların eline çok mal geçeceği görüşündeyim. Kimin alıp kimin almadığı kaydedilmeyecek olursa, işin karışacağından korkarım.” Velid İbn Hişam İbn Muğîra ise şöyle dedi: “Ben Şam’da iken gördüm ki oranın hükümdarları, divanlar tedvîn ediyor ve (düzenli) askerler istihdam ediyorlar. O halde sen de divanlar tedvin et ve askerler istihdam et.” Bunun üzerine onun sözünü aldı ve Akil İbn Ebi Tâlib’i, Mahrame İbn Nevfel’i ve Cubeyr İbn Mat’am’ı -ki Kurayş’in mensublarından (gençlerinden) idi- çağırdı ve şöyle dedi: “İnsanları evlerine göre yazın.”
İslam’ın Irak’ta egemen oluşundan sonra, divanlar önceden üzerinde olduğu şekilde işletildi. Şam Divanı Rumca (Yunanca) idi. Çünkü orası önceden Rum (Doğu Roma [Bizans] İmparatorluğu) topraklarından idi. Irak Divanı ise Farsça idi. Çünkü orası da önceden Fars topraklarından idi. Abdulmelîk İbn Mervan zamanında, H. 81 yılında Şam Divanı Arapçaya aktarıldı. Sonra ihtiyaca göre ve raiyyenin maslahatları gereğince divanlar oluşturulması birbirini takip etti. Orduya tahsis edilen divanlar, tesciller ve ödemeler içindi. Çalışmalara tahsis edilen divanlar, ücretler ve haklar içindi. Valilere ve amillere tahsis edilen divanlar, tayinler ve aziller içindi. Beytu’l Mâl’e tahsis edilen divanlar, gelirler ve giderler içindi… Hakeza, bir divan, onu gerektiren ihtiyaç ile bağlantılı olarak oluşturuluyor, ancak üslupların ve vesilelerin değişkenliğinden ötürü üslubu asırdan asıra değişkenlik arz ediyordu.
Divana bir başkan tayin edilir, emrine de görevliler tayin edilirdi. Bazen bu başkana, görevlilerini tayin etme salahiyeti verildiği gibi, bazen de (başkana tayin salahiyeti verilmeksizin) emrine görevliler tayin ediliyordu.
Buna göre maslahatlar idaresi veya divan denilen kurumların oluşturulması, ihtiyaca göredir ve bu ihtiyacın ağırlığını kaldırmaya yönelik çalışma üslupları ile gerçekleştirme vesilelerine bağlıdır. Bunun her asırda değişkenlik arz etmesi, her vilayette farklılık göstermesi ve her beldede ayrı ayrı olması caizdir.
Maslahatlar idaresi veya divan oluşturulması bakımından böyledir. Buradaki görevlilerin sorumlulukları bakımından ise şöyledir: onlar ücretlilerdir, aynı zamanda raiyyedendir. Ücretli olmaları yani işlerini yapmaları bakımından daire başkanları yani daire müdürleri karşısında sorumludurlar. Raiyyeden olmaları bakımından da valilerden ve muavinlerden olan yöneticiler karşısında ve doğal olarak Halife karşısında sorumludurlar. Yine hem şerî hükümler ile hem de idari nizamlar ile mukayyettirler.