Madde-20: Yöneticileri muhasebe etmek, Müslümanların haklarındandır ve üzerlerine farz-ı kifayedir. Tebaanın gayrimüslim fertlerinin de yöneticilerin kendilerine yaptığı zulümleri veya İslamî hükümlerin üzerlerine tatbik edilmesindeki kusurları göstermek üzere şikâyette bulunma hakları vardır.

Yönetici, tebaayı yönetmek üzere onun üzerine nasbedildiğinde ancak tebaanın işlerini gütmek için nasbedilmiştir. Dolayısıyla bu gütmede kusur gösterdiğinde onun hesabı Allah katında olup kusur göstermesinin ve ifrata kaçmasının cezası azap olsa da onu muhasebe etmek vacip olur. Zira Allah, Müslümanlara onu muhasebe etme hakkı vermiş ve bu muhasebeyi onlara farz-ı kifaye kılmıştır. Çünkü Allah, yöneticinin sorumluluklarını yerine getirmesi için ümmeti onun başına bekçi yapmış ve bu sorumluluklarda kusur gösterdiğinde veya kötü tasarruflarda bulunduğunda ona karşı çıkmasını zorunlu kılmıştır. Zira Muslim, Ümmü Seleme’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: سَتَكُونُ أُمَرَاءُ. فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ. فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ. وَمَنْ أَنْكَرَسَلِمَ. وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ “Yöneticiler olacaktır. Onları tanıyacaksınız ve reddedeceksiniz. Her kim onları tanırsa beri olur. Her kim onlara karşı çıkarsa selamette olur. Ancak her kim razı olur ve tabii olursa (o başka)!” Yani kim münkeri tanırsa onu değiştirsin ve kim onu değiştirmeye gücü yetmez de ona kalbiyle karşı çıkarsa selamette olur demektir. Dolayısıyla tebaanın fertlerinden olan Müslümanların yöneticiye karşı çıkmaları için onu muhasebe etmeleri vaciptir ve yöneticinin karşı çıktıkları amellerine razı ve tabii olurlarsa günahkâr olurlar. Gayrimüslimlere gelince; ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun gerek zulüm hakkında mutlak nehyin varit olmasından gerekse zimmet ehline eziyet edilmesi hakkında nehyin varit olmasından dolayı yöneticinin zulmünü göstermek için şikâyette bulunma hakları vardır. Nitekim Aleyhi’s Salâtu ve’s Selam şöyle buyurmuştur: أ لا مَنْ ظَلَمَ مُعَاهِدًا، أَوْ انْتَقَصَهُ، أَوْ كَلَّفَهُ فَوْقَ طَاقَتِهِ، أَوْ أَخَذَ مِنْهُ شَيْئًا بِغَيْرِ طِيبِ نَفْسٍ، فَأَنَا حَجِيجُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “İyi biliniz ki kim bir muahide zulmeder veya hakkını eksik verir veya ona takatinin üstünde bir yük yükler veya haksız yere ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım.” [Ebû Davud tahric etti ve el-Irakî isnadı ceyyid dedi] Bu, muahide eziyet etmekten kesin bir nehiydir. O halde zimmet ehline eziyet edilmemesi evla babındandır. Keza bu, belirli eziyet türleri ve bunların benzeri her eziyet hakkında nehyin varit olmasından da dolayıdır. Zira Ebû Davud, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in Necran halkı ile sulh yapması hadisinde İbn-u Abbas kanalıyla Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini tahric etmiştir: عَلَى أَنْ لَا تُهْدَمَ لَهُمْ بَيْعَةٌ وَلَا يُخْرَجَ لَهُمْ قَسٌّ وَلَا يُفْتَنُوا عَنْ دِينِهِمْ مَا لَمْ يُحْدِثُوا حَدَثًا أَوْ يَأْكُلُوا الرِّبَا “Bir olay çıkarmadıkları veya riba yemedikleri sürece mabedlerinin yıkılmaması, kıssislerinin çıkarılmaması ve dinlerinden (dönsünler diye) fitneye düşürülmemeleri şartıyla…” Dolayısıyla zimmi zulme uğrar veya yönetici tarafından bir eziyete maruz kalırsa zulmün kendisinden defedilmesi ve kendisine zulmedenin cezalandırılması için şikayette bulunma hakkı vardır. Şikayetinde haklı olsun ya da olmasın her durumda onun şikayeti dinlenir. Nitekim el-Hafız’ın el-Feth’in mukaddimesinde belirttiği üzere Said İbn-ul Müseyyib’e dayandırılan sahih bir isnad ile Ebî’d Dünya’nın el-Ehvâl adlı kitabında şu olay geçmiştir: “Ebâ Bekir [Radiyallahu Anh], Finhas adında bir Yahudi ile konuşarak onu İslam’a davet edince Finhas, cevaben şöyle dedi: “Vallahi ey Ebâ Bekir! Bizim Allah’a hiçbir ihtiyacımız yoktur. O bize muhtaçtır. O’nun bize yalvardığı gibi biz O’na yalvarmıyoruz. Biz O’ndan zenginiz O bizden zengin değildir. Eğer O, arkadaşınızın iddia ettiği gibi zengin olmuş olsaydı malımızdan borç istemezdi. Size ribayı yasaklıyor, bize veriyor. Eğer bizden zengin olsaydı bize vermezdi.” Finhas burada Allahuteala’nın şu kavline dikkat çekiyordu: مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً “Kim Allah’a bir karzı hasen (ödünç, borç) verirse, Allah ona kat kat ve çok verir.” [el-Bakara 245] Ancak Ebâ Bekir, bu cevaba sabredemeyerek kızdı ve Finhas’ın yüzüne şiddetli bir tokat vurdu. Ve dedi ki: “Nefsim elinde olana yemin olsun ki bizler ile sizler arasında anlaşma olmasaydı kesinlikle senin başını vururdum ey Allah düşmanı!” Bunun üzerine Finhas, Ebâ Bekir’i Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e şikayet etti. Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], onun şikayetini dinledi ve Ebâ Bekir’e sordu. O da onun kendisine ne dediğini anlattı. Finhas’a sorulduğunda Allah hakkında Ebî Bekir’e söylediklerini inkar etti. Bunun üzerine Allahuteala’nın şu kavli nazil oldu: لَقَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاءُ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمْ الأنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ “Şüphesiz Allah, “Allah fakirdir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini işitti. Biz onların söylediklerini ve haksız yere nebileri öldürdüklerini yazacağız ve onlara (cehennemin) yakıcı azabını tadın diyeceğiz.” [Âl-i İmrân 181] el-Hafız’ın el-Feth’te zikrettiği üzere bu sebeb-i nüzûlü İbn-u Ebî Hatim ve İbn-ul Münzir, İbn-u Abbas’tan hasen isnad ile zikretmişlerdir. Bilindiği üzere Ebâ Bekir, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in veziri, yani muavini olup bir yönetici ve Finhas da bir muahid idi. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], haksız olmasına rağmen Ebî Bekir hakkındaki şikayetini dinlemiştir. Muahidin şikayeti dinlendiğine göre zimminin şikayetinin dinlenmesi evla babından olmasının ötesinde ona zimmet ahdi verilmiştir.

İslam hükümlerinin tatbikinde kusur gösterilmesinden dolayı şikâyete gelince; hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler bu hakka sahiptirler. Zira bazı Müslümanlar, salâhta kıraati uzatmasından dolayı Muaz İbn-u Cebel’i Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e şikâyet ettiler. El-Buhari, Cabir İbn-u Abdullah’ın şöyle dediğini tahric etti: أَقْبَلَ رَجُلٌ بِنَاضِحَيْنِ وَقَدْ جَنَحَ اللَّيْلُ، فَوَافَقَ مُعَاذًا يُصَلِّي، فَتَرَكَ نَاضِحَهُ وَأَقْبَلَ إِلَى مُعَاذٍ، فَقَرَأَ بِسُورَةِ الْبَقَرَةِ أَوْ النِّسَاءِ، فَانْطَلَقَ الرَّجُلُ – وَبَلَغَهُ أَنَّ مُعَاذًا نَالَ مِنْهُ – فَأَتَى النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَشَكَا إِلَيْهِ مُعَاذًا، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : يَا مُعَاذُ أَفَتَّانٌ أَنْتَ؟! أَوْ أَفَاتِنٌ؟! ثَلاثَ مِرَارٍ، فَلَوْلاَ صَلَّيْتَ بِسَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ، وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا، وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَى، فَإِنَّهُ يُصَلِّي وَرَاءَكَ الْكَبِيرُ وَالضَّعِيفُ وَذُو الْحَاجَةِ “Gece karanlığı basmıştı ki bir adam iki sulama devesiyle birlikte çıkageldi. Derken Muaz’ın namaz kılmasına rastladı. Devesini bıraktı ve Muaz’a uydu. Muaz, el-Bakara veya en-Nisa suresini okuyunca adam ayrılıp gitti. -Bunun üzerine Muaz’ın, onun aleyhinde konuştuğu haberi kendisine ulaşınca- Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e gelerek Muaz’ı şikayet etti. Bunun üzerine Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Muaz’a üç kere dedi ki: “Sen fettân mısın ey Muaz!” Veya: “Sen fitneci misin?! Sen, Âla, Şems, Duha sureleri ile kıldırsaydın ya! Çünkü senin arkanda yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi namaz kılabilir.” Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], onun şikayetini dinledi ve Muaz’ı azarladı. Hatta ona üç kere dedi ki: [أَفَتَّانٌ أَنْتَ] “Sen fettân mısın?” Muaz ise Yemen’in valisi ve kavmininimamıydı. Bu hadis birçok rivayetle rivayet edilmiştir. Onunhakkındaki şikâyet ister o Yemen’deyken isterse o kavmininimamıyken olsun Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in valiyaptığı bir kimse hakkındaki bir şikayettir. Zira bu, hem biryönetici hem de şer’i hükümlerin tatbiki hakkındaki birşikayettir. Çünkü şer’i hüküm imamın namazı kısa tutmasınıemretmektedir. Bu da Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şu kavlinden dolayıdır: إِذَا أَمَّ أَحَدُكُمْ النَّاسَ فَلْـيُخَفِّفْ “Sizden biriniz insanlara imam olduğunda namazı kısa tutsun.”[Muttefekun aleyh/Lafız Muslim’e aittir] Dolayısıyla bu, İslamhükümlerinin tatbikinde kusur gösterilmesi hakkında birşikayettir. Bir Müslümanın namazın hükmü hakkındakişikayeti dinleneceği gibi sadece namazda değil diğerhükümlerde de dinlenir. Ayrıca şer’i hükümlerin tatbikindekusur göstermek mezâlimlerden bir mazlime sayılır.Dolayısıyla onun hakkında şikâyette bulunmak hemMüslüman hem de zimmi için bir haktır. Çünkü Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur: وَإِنِّي لأَرْجُو أَنْ أَلْقَى رَبِّي وَلَيْسَ أَحَدٌ مِنْكُمْ يَطْلُبُنِي بِمَظْلِمَةٍ “Ben, bir mazlimeden ötürü sizden biriniz benden (hak) talep etmediği bir halde Allah ile karşılaşmayı umarım.” [et-Tirmizi tahric etti ve bu hadis hasen sahihtir dedi] Hadisteki [أَحَدٌ] “biriniz” kelimesi Müslümanı da zimmiyi de kapsar. Zira “bir Müslüman benden (hak) talep bir halde” dememiştir. Bilakis [وَلَيْسَ أَحَدٌ مِنْكُمْ يَطْلُبُنِي] “Sizden biriniz benden (hak) talep etmediği halde” demiştir. İşte bunların hepsi bu maddenin delilleridir.