Şeyh Said Rıdvan Ebu Avad’ın (Ebu İmad) Kaleminden Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in üzerine قْرَأْ“Oku.” [Alak 1] veيَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ * قُمْ فَأَنذِرْ“Ey örtüsüne bürünen (Rasulüm). Kalk ve uyar.” [Müddessir 1-2] ayetleri vahiy olarak inince, iman edenler ve O’na düşman olan kafirler olmak üzere dünya iki gruba ayrıldı. Aynı şekilde Medine’de İslam Devleti kurulduğunda
Şeyh Said Rıdvan Ebu Avad’ın (Ebu İmad) Kaleminden
Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in üzerine قْرَأْ“Oku.” [Alak 1] veيَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ * قُمْ فَأَنذِرْ“Ey örtüsüne bürünen (Rasulüm). Kalk ve uyar.” [Müddessir 1-2] ayetleri vahiy olarak inince, iman edenler ve O’na düşman olan kafirler olmak üzere dünya iki gruba ayrıldı.
Aynı şekilde Medine’de İslam Devleti kurulduğunda da dünya Daru’l-İslam ve Daru’l Harb olmak üzere iki dâra bölünmüş ve iki dâr (belde) arasındaki ilişki düşmanlık ve savaş ilişkisi olmuştur. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120] Dolayısıyla savaş devam edecek olup asla durmayacaktır. وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا “Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.” [Bakara 217]
Bu İslam ile diğer dinler arasındaki mevcut çatışmanın hakikati, bunun bir medeniyet (hadarî) ve akidevi çatışma olmasıdır.
Allahu Teala şöyle buyurmuştur: مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ “(Ey iman edenler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” [Bakara 105] Ve şöyle buyurmuştur: لَا يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلّاً وَلَا ذِمَّةً وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ “Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar ne de antlaşma. Çünkü onlar saldırganların ta kendileridir.” [Tevbe 10] Bunu da Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu kavliyle teyit etmiştir: الْكُفْرُ مِلَّةٌ وَاحِدَةٌ “Küfür tek millettir.” Bu kaide, İslam Devleti’nin dünyanın diğer ülkeleriyle olan ilişkisini düzenleyen bir kaidedir;İslam’daki tüm antlaşma ve dış ilişkiler fıkhının temeli, dünyayı Daru’l-İslam ve Daru’l-Harb olarak ikiye ayıran “Vela ve Bera (müminleri sevmek, onları dost edinmektir. Kâfirlere buğzetmek, onlara düşmanlık beslemek ve onlardan beri/uzak durmaktır)” kaidesine dayanmaktadır; çünkü çatışma, bir medeniyet (hadari) ve akidevi çatışmadır.
İslam tarihini incelediğimizde, çatışmaların hiç kesilmediğini ve savaşların kıyamete kadar sona ermeyeceğini görürüz; zira bir kadının örtüsüyle savaşan Batı, Müslümanlara asla merhamet etmeyecektir ve Haçlı Seferleri sırasında Endülüs’te, İslami Levant’ta (Bilâdü’ş-Şâm), Balkanlar’da ve her bir yerde işlediği katliamlar ve soykırımlar, onun nefretine ve suçlarına tanıklık etmektedir. İslam Devleti’nin tarihi boyunca halklarla çatışmayı değil, aksine onun misyonunun, insanları karanlıklardan aydınlığa, yöneticilerin zulüm ve adaletsizliğinden İslam’ın adalet ve merhametine çıkarmak olduğu bilinmektedir; İslam medeniyeti (hadaratı) bunun şahididir.
Sömürgeci Batı’nın Müslümanlara karşı en tehlikeli, en iğrenç, en cani ve Müslümanlar üzerinde en büyük etkisi olan savaşı, Osmanlı Hilafetinin yıkılması, parçalanması ve tüm beldelerinin sömürgeleştirilmesiyle sonuçlanan savaştır.
Hristiyan ülkeler, kötü niyetli sömürgeci zihniyet tarafından tasarlanan en tehlikeli planları ve uygulamaları takip etmiş olup bu da aşağıdaki hususları temsil etmektedir:
* İslam beldelerinin, bir devletin tüm unsurlarından yoksun, karar alma gücünü kaybetmiş ve servetleri yağmalanmış kırılgan ve zayıf devletçiklere bölünmesi.
* Bu ülkelerin, sömürgeci ülkeler tarafından sömürgecilere dağıtılması.
* Ülkeler arasındaki sınırların, Müslümanları birleştiren İslam bağının, İslam akidesine aykırı olan ve Müslümanların vahdetini ve kalkınmalarını engelleyen iğrenç vatancı, milliyetçi ve mezhepçi bağlar ile değiştirilerek çizilmesi.
* Yaşamın tüm yönlerine yönelik ayrıntılı anayasa ve kanunların, Batı’nın nüfuzuna hizmet edecek şekilde hazırlanması.
* Sömürgeciye hizmet etmekten, tahtlarını korumaktan ve hesaplarında malvarlıkları toplamaktan başka bir şey bilmeyen Batı yanlısı ve halklarına düşman olan yöneticilerin atanması.
* Orduların inşa edilmesi ve çarpık bir askeri doktrin taşır hale gelinceye kadar onların eğitimlerinin ve silahlanmalarının denetlenmesidir ki böylece orduların görevi, tahtları ve düşmanı korumak ve ticaret ve geçim konusunda halklarıyla rekabet etmek olsun.
Sonra en tehlikeli proje gelmiştir: dikkat edin o, sömürgecinin uzun vadeli hedeflerini gerçekleştirmek için Filistin’de Yahudiler için ulusal yurt kurmaktır ki bu hedeflerden bazıları şunlardır:
* İslam beldelerinin parçalanmasına odaklanmak için İslam beldelerinin Asya kanadını Afrika kanadından ayırmak.
* Batı’nın gelişmiş askeri üssü olsun diye Yahudi varlığının İslam beldelerinin kalbine dikilmesi.
* Bölge ülkelerine karşı caydırıcı ve üstün bir güç olması, Arap ülkelerinin zayıflatılması ve nükleer olanlar da dahil olmak üzere onların her türlü sivil ve askeri sanayiye sahip olmalarının engellenmesi için mutant varlığa tüm askeri ve nükleer güç nedenlerinin temin edilmesi.
* Yatırım projeleri ve ticaret anlaşmaları yoluyla devşirme varlığın bölge ekonomilerine egemen olmasının sağlanması ve bölgenin faizli kredilerle boğulması.
* Bu varlığın bilimsel, teknik ve sanayi olarak üstünlüğünün sağlanması.
* Uluslararası ticaret yollarının kontrol edilmesi.
* Petrol de dahil olmak üzere bölgedeki doğal kaynaklara egemen olunması.
* Su kaynakları üzerinde hegemonya kurulması ve belde halkının bunlardan mahrum bırakılması.
* Yahudi varlığını ilk tanıyanlardan biri olan Arap Birliği gibi bölgesel örgütlerin kurulması ve aynı şekilde bölgeye odaklanmak ve birliğini önlemek için Körfez Birliği’nin kurulması.
* Filistin halkının sürülmesinin ardından silahlı suç çeteleri olarak Filistin’e getirilen Yahudilerin yerleştirilmesi; bu çetelerin en meşhurları İngiliz mandası tarafından silahlandırılan ve desteklenen Haganah, Stern, İrgun, Betar ve Palmah’tır. Nitekim 1948 yılında Yahudi varlığının kuruluşunun ilan edilmesinden 12 gün sonra bir ordu kurarak birleşen bu çeteler, Kafr Kasim, Deir Yasin ve diğer köylerde silahsız sivillere yönelik en iğrenç katliamlar işlediler.
1917 yılının kasım ayında, Filistin’i var olmayan bir halka vermeyi öngören meşum Balfour Deklarasyonu, sahibi olmayan sömürgecinin, layık olmayanlara verdiği bir vaatti.
Filistin halkı, sonuncusunu Gazze ve Batı Şeria’da bir yıldan uzun bir süredir gördüğümüz ve yüz binlerce şehit ve yaralı ve 10.000’den fazla kayıpla sonuçlanan, onlarca çocuk ve yaşlının ölümüne neden olan büyük bir yıkımın ve kıtlığın ortasında, hâlâ vahşet, baskı, öldürme, yerinden edilme ve soykırım savaşının acısını çekmeye devam etmektedir.
Tüm bunlar İngiltere’nin meşum (Balfour Deklarasyonu’nun) bir sonucu olup bu da Filistin halkının hâlâ acısını çektiği trajedi ve felaketlerle sonuçlanmıştır.
Tarih, Yahudi varlığının kuruluşu gibi bir devletin kuruluşuna tanık olmamıştır. Katiller çeşitli ülkelerden getirilerek uluslararası gözetim altında suç çeteleri oluşturdular ve bunları silahlandırdılar; öte yandan meşru müdafaa hakkı olduğunu iddia ettikleri çocuk, yaşlı ve kadınlara yönelik en iğrenç katliamları işlemelerine yeşil ışık yakılan çetelere karşı Filistin halkının kendilerini savunmak için bir bıçak sahibi dahi olmalarını engellediler.
Bu varlık şeytani bir bitkiydi ve çeteler bir ordu oluşturdu; sonra bir devlet türetmek için bir halk getirildi, böylece ordu halkın ve devletin varlığından önce oluşturuldu ve böylece de Batı, projesini hayata geçirmek için tüm planlarında başarılı oldu.
Müslümanların düşmanlığını, hâlâ ona sponsorluk yapmaya devam eden, ona her türlü güç nedenlerini tedarik eden, ona siyasi ve uluslararası örtü sağlayan ve onun tüm suçlarını meşrulaştıran gerçek düşmandan saptırmak için bu varlığı türeten de işte bu Balfour Deklarasyonu’dur.
Bizim katledilmemize ortak olan kurucu İngiltere’ye ve kuluçka makinesi Amerika’ya, bize adalet sağlaması için çağrıda bulunmak içler acısıdır; onlardan gelen cevap ise, işlediği tüm suçlara rağmen bu cani varlıkla normalleşmeyi ve ülkeye nüfuz etmesi ve nefislerimizdeki cihat ve kurtuluş ruhunu öldürmesi için ona ülkenin ardına kadar açılmasını dayatarak bizi daha da aşağılamak oldu.
Nitekim çatışmanın gerçeğini ortaya çıkarmak, Batı’nın nefretini ve değerlerinin sahteliğini ifşa etmek, varlığın ve ortaklarının gerçekliklerini su yüzüne çıkarmak için Aksa Tufanı operasyonu geldi; zira Yahudi varlığı ve ortakları, dünyanın gözü ve kulağı önünde soykırım gerçekleştirdiler, evleri, camileri, hastaneleri ve okulları yıktılar, işkence ettiler, kuşatma altına aldılar, aç bıraktılar ve Allah katında Kâbe’nin yok olmasından daha kutsal olan kanları ve namusları ihlal ettiler.
Meşum Balfour Deklarasyonu’nun yıldönümü, bizlere gerçek düşmanı öğretmek için gelmiştir; dolayısıyla çatışmanın ve araçlarının gerçeğinin yanı sıra tedavinin gerçeğini bilelim ve delili de getirelim ki böylece özür sahibi için hiçbir mazeret kalmasın.
Yüz yılı aşkın bir süredir ümmetin kanayan yarası olan Filistin meselesi, bu kanserli tümörü söküp atmak için bunun askeri bir mesele olduğunu söylüyor; bu da ancak orduları doğru yönde harekete geçirmekle ve yöneticileri orduları harekete geçirmeye zorlamakla olur. Bu ise sömürgecinin türettiklerinin ve araçlarının yıkılıp kararlarının kaldırılmasını ve Rahman’ın kendileri için arşı salladığı şerefli Sahabelerle birlikte isimlerini yazdırmak amacıyla dinleri ve ümmetleri içinde eriyen şerefli insanlar için savaş ve onur tugaylarının düzenlenmesini gerektirmektedir.