MADDE -68: “Kadılar üç kısımdır: 1- Kadı: Ceza ve muamelat bakımından insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamayı üstlenen kimsedir. 2- Muhtesip: Toplum hakkına zarar veren ihtilafları gidermeyi üstlenen kimse. 3- Mezalim Kadısı: Halkla devlet arasındaki çekişmeleri ortadan kaldırmayı üstlenen kimse.” Bu, Kaza’nın/yargının sınıflandırılması için bir açıklamadır. İnsanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamak olan Kaza’nın/yargının yani kadılığın delili;
MADDE -68: “Kadılar üç kısımdır:
1- Kadı: Ceza ve muamelat bakımından insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamayı üstlenen kimsedir.
2- Muhtesip: Toplum hakkına zarar veren ihtilafları gidermeyi üstlenen kimse.
3- Mezalim Kadısı: Halkla devlet arasındaki çekişmeleri ortadan kaldırmayı üstlenen kimse.”
Bu, Kaza’nın/yargının sınıflandırılması için bir açıklamadır.
İnsanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözüme bağlamak olan Kaza’nın/yargının yani kadılığın delili; Rasul (u)’in fiili ve Muaz b. Cebel’i Yemen tarafına tayin etmesidir.
Toplum hakkına zarar veren ihtilafları çözüme bağlamak olan ve kendisi için “muhtesib” denilen Kaza’nın (yargının) delili ise; Rasul (u)’in fiilinde ve sözünde sabittir. Nitekim Rasul (u) şöyle demiştir:
لَيْسَ مِنَّا مَنْ غَشَّ “Bizi aldatan bizden değildir.”[1]
Rasul (u), sahtekar kimselerle kişilerle karşılaştığında onları azarlar, men ederdi. Kays b. Ebu Garze el-Kenâni’den şöyle dediği rivayet edildi: “Biz Medine’de yük satın alıyorduk. Biz, kendimize “simsarlar” diyorduk. Bir gün Rasul (u) çıkageldi. Bizi, kendi isimlendirmemizden daha güzel bir isimle isimlendirdi. Dedi ki:
يَا مَعْشَرَ التُّجَّارِ إِنَّ الْبَيْعَ يَحْضُرُهُ اللَّغْوُ وَالْحَلْفُ فَشُوبُوهُ بِالصَّدَقَةِ “Ey tüccar topluluğu! Biliniz ki, alış-verişe yalan ve yemin karışır. Bunu sadaka vererek gideriniz.”[2]
Rivayet edilir ki, Bera b. Azib ve Zeyd b. Erkam ortaklık yapıyorlardı. Bu ikisi peşin ve veresiye ile gümüş satın aldılar. Bu durum Rasul (u)’e ulaştı. Rasul (u) o ikisine şunu emretti:
أَنَّ مَا كَانَ بِنَقْدٍ فَأَجِيزُوهُ وَمَا كَانَ بِنَسِيئَةٍ فَرُدُّوهُ “Peşin olanı geçerli kılın.Vadeli olanı red edin.”[3]
İşte bütün bunlar Hisbe ile ilgili Kaza’dır. Toplum hakkına zarar veren muhalefetleri çözüme bağlayan Kaza’ya/yargıya “Hisbe” denmesi, onun İslâm Devleti içinde belirli bir iş için ıstılah olmasıdır.
Hisbe; tüccarları, sanatkarları, çeşitli meslek sahiplerini işlerinde ve ticaretlerinde halkı aldatmaktan alıkoymak, ölçü ve tartıyı ve bundan başka diğer topluma zarar veren hususları kontrol etmek için denetlemektir.
Bu işi bizzat Nebî (u) kendisi yapmış, açıklamış ve emretmiştir. Yukarıda geçen Bera b. Azib hadisinde Rasul (u) iki tarafta da vadeli satıştan men etmiş olması gibi. Bunun için hisbenin delili sünnettir. Fakat Rasul (u), hisbe için belirli bir kadı tayin etmedi. Aynı şekilde ondan sonra raşid halifeler de hisbe için belirli bir kadı tayin etmediler. Ancak Ömer b. Hattab (t), kavminden Şifa isminde bir kadını çarşı-pazar üzerine kadı olarak yani hisbe kadısı olarak tayin etti. Ömer (t), aynı şekilde bizzat kendisi Hisbe kadılığı işini yürütüyordu, Rasul (u)’in yaptığı gibi. Ömer (t) pazarları dolaşıyordu. Halifeler, Harun Reşid zamanına kadar hisbe işini bizzat kendileri yürütmeye devam ettiler. Halife Harun Reşid, muhtasib olarak çarşı-pazarı dolaşıp ve ölçü-tartıları teftiş edecek, sahtekarlıktan alıkoyacak, tüccarlar arasındaki muamelelere bakacak kişiyi tayin etti. Daha sonra Halife el-Mehdi gelip hisbeyi özel bir kurum haline getirdi. Böylece hisbe, Kaza/yargı o kurumlardan bir kurum oldu.
Kendilerine “Mezalim kadılığı” denilen Kaza’nın/ yargının delili ise; Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:
فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ… “…Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün…”[4]
Bu söz, Allahu Teâlâ’nın şu sözünden sonra gelmektedir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأمْرِ مِنْكُمْ “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasulü’ne ve sizden olan emir sahiplerine (yöneticilere) de itaat edin…”[5]
Böylece tebaa ile ulul emr (yöneticiler) arasındaki bir anlaşmazlığın Allah’a ve Rasulü’ne yani Allah’ın hükmüne götürülmesi gerekmektedir. Bu ise, o anlaşmazlık hakkında hüküm veren bir kadı’nın var olmasını gerektirmektedir. İşte o kadı mezalim kadısıdır.
Başka bir delil de, Rasul (u)’in fiilidir. Zira o (u), Râşid b. Abdullah’ı mezalim için kadı olarak tayin etti. Ayrıca Rasul (u) şöyle demiştir:
“Kimin malını (haksızca) almışsam, işte benim malım, ondan alsın. Kimin sırtını (haksızca) kırbaçlamışsam işte sırtım, gelsin kırbaçlasın.”
Bu, mezalim kadılığından başka bir şey değildir. Çünkü bu mezalim kadılığının tarifi kapsamına girmektedir. Bu tarif şöyle idi: Halk ile halife arasındaki çıkan ihtilaflara bakmaktır.
Böylece mezalim kadılığının delili Rasul’ün fiili ve
Sünneti olmaktadır. Fakat Rasul (u), devletin her tarafında
sadece mezalim için özel olarak bir kadı tayin etmedi. Ondan sonra halifeler de
mezalim davalarına bizzat kendileri baktıklarından dolayı aynı şekilde
seyrettiler. Meselâ; Ali b. Ebu Talib gibi. Fakat o (t), mezalim davaları için bir vakit ve belirli bir uslüp ayırmıyordu.
Bilâkis, mezalim davası vukuu bulduğu an ona bakılıyordu. Bu iş, diğer yönetim
işleri cümlesindendi. Bu durum, Halife Abdulmelik b. Mervan zamanına kadar öyle
devam etti. O, mezalimin davaları için özel bir vakit ve belirli bir uslüp
ayıran ilk halife idi. O, mezalim davaları için özel bir gün ayırmıştı. O gün
mezalim davalarına bakardı. Eğer bu hususlarda kendisi bir problemle
karşılaşırsa onu hükmetmesi için kadısına havale ederdi. Daha sonra halife,
halkın mezalim davalarına kendisine vekâleten bakan kişileri tayin etmeye
başladı. Böylece mezalim davaları
için özel bir
kurum oluştu. Ve bu kuruluşa “Dâr-ul
Adl” denildi. Bu, mezalim davaları için
belirli bir kadı’nın tayin edilmesi bakımından caizdir. Çünkü halifeye,
kendisine ait olan yetkilerden birisini yerine getirmesi için kendisine vekil
tayin etmesi caizdir. Yine bu, belirli bir vaktin ve uslübun ayrılması
bakımından da caizdir. Çünkü, mübahlardandır.
[1] İbni Mace, K. Ticaret, 2215
[2] Ebu Davud. K. Buyu’, 2890
[3] Ahmed b. Hanbel, Müs. Kufiyyin, 18502
[4] Nisa: 59
[5] Nisa: 59