MADDE – 138

MADDE-138: “Zekatı verilse de malın yığılıp saklanması yasaklanır.” Bu maddenin delili Allah’ın şu sözüdür; وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ ولا يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Allah yolunda harcamayıp altın ve gümüş biriktirenleri elem verici bir azap ile müjdele.”[1] Bu ayet malın biriktirilmesinin kesinlikle haram olduğuna delalet eden delildir. Ayet her ne kadar kitap ehli

MADDE-138: “Zekatı verilse de malın yığılıp saklanması yasaklanır.”

Bu maddenin delili Allah’ın şu sözüdür;

وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ ولا يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Allah yolunda harcamayıp altın ve gümüş biriktirenleri elem verici bir azap ile müjdele.”[1]

Bu ayet malın biriktirilmesinin kesinlikle haram olduğuna delalet eden delildir. Ayet her ne kadar kitap ehli olanlar hakkında indirilmiş ise de lafzı ve ibaresi umumidir. Zaten ayetin baş tarafında da görüldüğü gibi bu ayetle biz muhatabız. Ayet bize şöyle hitap etmektedir:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ كَثِيرًا مِنْ الاحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ ولا يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Ey iman edenler. Bir çok bilge ve rahipler  halkın mallarını batıl bir şekilde yiyorlar. İnsanları Allah yolundan saptırıyorlar. Altın ve gümüş biriktiren ve onu Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azapla müjdele.”[2]

Ayet altın ve gümüş biriktirmeyi genel olarak haram kılmıştır. İster zekatı verilsin ister verilmesin yine de haram kılmıştır. Şöyle ki:

a.) Ayet geneldir. Ayetin hem mantuk hem de mefhum yönünden metni altın ve gümüş nevinden olan malı biriktirmenin kesin olarak yasaklandığına bir delildir. Zekatı verildikten sonra altın ve gümüş biriktirmenin mübah olduğunu ileri sürmek kesin bir delalet ile haram olduğuna delalet eden ayetin hükmünü terk etmek olur. Bu mübahlık iddiası ancak, ayeti ifade ettiği manasından ayırıp başka bir manaya sevk eden veya nesheden başka bir delille mümkün olabilir. Ayeti manasından ayıracak herhangi başka bir delil yoktur. Geriye onu neshedebilecek bir delil kalıyor ki, onu nesheden herhangi bir delil  olmadığına göre ayetin hükmü sabit kalmış bulunuyor. Yani zekatı verilmiş olsa bile mal biriktirmenin haram olduğu sabittir.

b.) Taberi’nin Ebu Emane el-Bahili’ye isnad ettiği bir haber şöyledir: “Sofa ehlinde bir sahabi vefat eder. Üzerindeki elbisesinde bir dinar para bulunur. Peygamber (u); كية “Bir dağlamalıklık” dediler. Yine Safa ehlinden başka bir sahabe vefat eder. Bu defa onun elbisesinde iki dinar bulunur. Bunu gören Peygamber (u); كيتان “İki dağlamalık” buyurur. Peygamberin bu sözleri altın ve gümüşün kesin haram olduğunu ifade eder. Biriktirme olduktan sonra, bir dinar, iki dinar da olsa fark etmez. Peygamberin zekat ile geçinen bu iki kişi hakkında “bir dağlamalık” ve “iki dağlamalık” tabirleri Cenabı Allah’ın şu sözüne işaret ediyor:

يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ “O gün o mal, cehennemin ateşinde kızdırılacak, onunla onların alınları ve yanları dağlanacaktır.”[3]

Zaten bu ayet bir önceki kenz Ayetinin bir kısmıdır. Yani Peygamberin sözleri, bu ayete işaret ediyordu. İster nisaba bağlı olsun, ister zekatı verilmiş olsun, ister olmasın malı biriktirmenin kesin olarak haram olduğuna bu ayet delildir.

c.) Allahu Teâla’nın “Onu Allah yolunda harcamazlar” sözündeki “altın ve gümüş biriktirenler” sözüne mugayirdir. Bu sebepten dolayı ayet iki hususu ifade ediyor:

1. Mal biriktirmek,

2. Allah Yolunda harcamamak

Ayetin nassı, elem verici azabın bu iki hususa ait olduğuna delalet eder: Yani “altın ve gümüşü biriktiren” ve “onu Allah yolunda harcamayanları elemli azapla müjdele.” Bundan anlaşılıyor ki, altın ve gümüş biriktirmediği halde onu Allah yolunda harcamayana yine azap söz konusudur. Bunun gibi Allah yolunda harcadığı halde biriktirenlere de yine azap vardır. Kurtubi diyor ki; “Biriktirmediği halde onu Allah yolunda harcamayan kimsenin de azap ile müjdelenenlerden olması lazımdır.”

Ayetteki “Allah yolunda” tabirinden murat cihaddır. Çünkü bu tabir infak ile geldiği için cihad anlamını ifade eder “Allah yolunda” kelimesi infak ile birlikte zikredildiği zaman, başka bir karine olup onu başka bir manaya sevk etmedikçe, cihad manasını ifade eder. Buna göre “Allah yolunda harcamayan” ifadesi “mal biriktirip onu Allah yolunda harcayanlara azap terettüb etmez” görüşüne delil teşkil etmez. Çünkü ayeti şöyle yorumlamak yanlıştır; “Allah yolunda harcamayarak mal biriktiren kimseyi azapla müjdele” yani buradaki atıf, tefsir atfıdır. Bu durumda biriktirilen malın sahibi eğer onu Allah yolunda harcarsa Allah’ın azabına uğramaz.

Ayetin manası böyle olmayıp bilakis şudur. Malı biriktiren kimseyi azapla müjdele, Allah yolunda harcamayanı da azap ile müjdele demektir. Zira buradaki atıf tefsir atıfı değil, mugayyeret atfıdır.

Böylece mal biriktirme fiili kesin olarak haram kılınmıştır. İster onu Allah yolunda harcasın, ister harcamasın, Mal biriktirmenin haramlığı başka şey, onu Allah yolunda harcamamanın haramlığı daha başka şeydir. Bundan açık olarak şu anlaşılıyor: Ayet; zekatı verilse de, Allah yolunda harcansa da mal biriktirmeyi haram kılıyor.

b.) Buhari’nin Zeyd b. Vehb’den rivayet ettiğine göre, Zeyd şöyle diyor: “Ben, Rebzeye uğramıştım, orada Ebu Zer ile karşılaştım, Ona, sen buraya niçin geldin dedim. Ebu Zer; Ben Şam’da bulunuyordum, Muaviye ile benim aramda “altın ve gümüş biriktiren ve onu Allah yolunda harcamayanları elimli bir azapla müjdele” mealindeki ayet üzerinde ihtilaf çıktı. Muaviye bu ayetin ehli kitap hakkında indiğini iddia etti. Ben ise; hayır bu ayet hem bizim hem de onların hakkında inmiştir dedim. Bu ihtilafımız üzerine Muaviye, Halife Osman’a beni şikayet eden bir mektup yazdı. Osman da Medine’ye gelmemi isteyen bir mektubu bana gönderdi. Ben de bu mektup üzerine kalkıp Medine’ye gittim. Beni gören halk sanki beni daha önce görmemiş gibi başıma yığıldı. Ben bu hususu Osman’a anlattım. Osman da bana; istersen bir köşeye çekil bana yakın olursun dedi. İşte burada bulunmamın sebebi budur. Bana bir Habeşiyi de emir tayin etseler onu dinler ve itaat ederim” dedi.

Ebu Zer ile Muaviye’nin ihtilafları ayetin manası hakkında değil, ayetin kimin hakkında inmiş olabileceği hakkındadır. Eğer Muaviye’nin veya Osman’ın elinde, zekatı verildikten sonra biriktirilen malın ayette belirtilen biriktirme olmadığı hakkında sahih bir hadis olmuş olsaydı bu hadisi delil olarak gösterir ve Ebu Zerr’i sustururdu. Keza Osman da bu hadisi delil gösterebilirdi. Böylece ne Muaviye ile Ebu Zerr arasında, ne de Muaviye ile Osman arasında ayetin umumiliği ve mutlaklığı hususunda herhangi bir ihtilaf kalmamış olurdu. Bu hususta onların elinde her hangi bir hadisin olmadığını görüyoruz.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; ayet altın ve gümüşün her çeşidine şamil olacak şekilde varid olmuştur. İster külçe halinde olsun ister işlenmiş halde bulunsun, ister zekatı verilmiş olsun, ister nisaba baliğ olsun, ister olmasın, biriktirmenin her türlüsü haramdır.

Zekatı verildikten sonra mal biriktirmenin helal olduğunu söyleyenler, bu iddiaları için sahih bir delil bulamazlar. Onların delil diye getirdikleri bütün hadisler zayıf ve senetleri de çürük olduğu için itibar derecesinde düşüktürler. Hatta Buhari bile bu konuda “Zekatı verilen malın kenz olmayacağı” ismi altında bir bab açtığı halde burada bu hususa delalet eden hiç bir hadis getirmemiştir. Çünkü kendisi bu hususta sahih bir hadis bulamamıştır. Zekatı verilen malın kenz “biriktirme” yapılabileceğini ifade eden ve kendileriyle istidlal edilen hadislerden bir tanesi hariç diğerlerinin hepsi sahih  değildir. Bu hadis de ziynetlerle ilgili Ümmü Seleme’nin rivayet ettiği hadistir. Bundan başka rivayet edilen hadislerin hapsi hem rivayet hem de dirayet, yani senet ve metin yönünden yalanlanmış ve ta’n edilmiştir. Ümmü Seleme’nin hadisi sadece süs ve ziynet ile ilgilidir.  Mutlak olarak mal biriktirmenin haram olduğunda hiçbir şüphenin kalmaması için yukarıdaki delillere ilave olarak ümmi Seleme’nin hadisini de beyan edelim ve zekatı verilen malın biriktirme statüsüne girmeyeceğini ve haram olmayacağını iddia edenlerin dayandıkları delilleri de açıklayalım:

Zekatı verilen altın ve gümüş biriktirmenin caiz olduğuna delil getirdikleri Ümmi Seleme hadisi şöyledir: Ebu Davud’un Sabit b. Aclan’dan, Onun da Ümmü Seleme’den rivayet ettiklerine göre: “Ümmi Seleme diyor ki: Ben altından ziynet eşyaları takıyordum. Ya Rasulullah bu bir kenz midir? dedim Peygamber ise şöyle dedi: مَا بَلَغَ أَنْ تُؤَدَّى زَكَاتُهُ فَزُكِّيَ فَلَيْسَ بِكَنْزٍ Zekatını verdiğin mal kenz, yani biriktirme değildir, dedi” [4]

Kamus el-Muhit, hadiste geçin (الوضاح) kelimesini açıklarken “Vedh, gümüş nevinden süstür. Çoğulu evdah’tır. Halhal onlardandır” diyor. Bu ifadeden anlaşıldığı üzere bu kadının kullandığı süslerdir. Bu süsler nasba bağlı olup zekatı verilirse biriktirme sayılmaz. Bu hadis ayetin umumiliğini tahsis etmektedir, Yani ister külçe halinde bulunsun, ister işlenmiş halde olsun kenzin her türlüsü haramdır. Ancak süs olarak kullanılan malın zekatı verilirse bunun biriktirilmesi caizdir. Bu aynı zamanda süs eşyasını kenzin umumi manasından istisna ederek onun da zekatının verilmesine bir delil olduğu halde, zekatı verildikten sonra mal biriktirmenin caiz olduğuna delil olmaz. Şöyle ki:

A. Bu hadis bir suale cevap olarak varid olmuştur. Bir suale cevap olarak gelen veya muayyen bir konu için varid olan her nassın, sualin üzerine vaki olduğu muayyen mevzua tahsisi ve hasr edilmesi vacibtir. Bu vasıftaki bir nass, hiç bir zaman umumi olmaz. Çünkü verilen cevap, suali ve muayyen konuyu ilgilendirir. Binaenaleyh cevap olarak gelen her nass, o sual ile mahdud muayyen mevzua tahsis kılınır. Bunun dışına çıkıp genelleştirilmez. Bunun için süs ve ziyneti ilgilendiren bu hadis, ziynete hastır. Ziynetin zekatı verilirse onu biriktirmek caizdir. Ziynet dışındakilerin biriktirilmeleri ise haram olur. Burada “İtibar, hususi sebebe değil lafzın umumunadır” anlamındaki şer’î kaide ileri sürülemez. Buradaki lafız umumidir. Ziynetlere tahsis edilemez. Lafız hem ziynete hem de diğer şeylere şamildir, diyerek bu kaide ileri sürülemez. Çünkü bu kaide sebep içindir. Bir sualin cevabı için olmadığı gibi, muayyen bir konu için de değildir. Bu sahih bir kaide olup, nassın yalnız sebebin kaidesine dayandığını ifade eder. Kaidenin bir kısmı “Sebebin hususiliğini değil” anlamını ifade eder. Muayyen bir mevzu ile sebep arasında fark olduğu gibi, sebep ile suallin cevabı arasında da bir fark vardır. Sebep, hakkında şer’î hükmün indiği bir işin meydana gelmesidir. Mesela:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ ولا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ “Allah ve Rasulü’nün herhangi bir işe hükmetmesi o iş hakkında mümin erkek ve mümine kadın için herhangi bir seçenek yoktur.”[5]

Bu ayetin nüzul sebebi şudur: Peygamber kölesi Zeyd için halasının kızı Zeyneb’i istemişti. Zeyneb’in kardeşi Abdullah b. Cahş bu teklifi kabul etmedi. İşte Allah (Y) bu ayeti indirdi. Bu ayetin nüzul sebebi anlatılan vakıadır. Bu nüzul sebebine “İtibar hususi sebebe değil, lafzını umumunadır” kaidesi tatbik edilir. Miras ayetinin nüzul sebebi de bunun gibidir. Cabir b. Abdullah hasta olduğu bir sırada Peygamber (u) kendisini ziyarete gelir. Cabir  Peygambere nasıl bir icraat yapayım diye sordu Peygamber ona miras ayeti ininceye kadar cevap vermedi. İşte bütün nüzul sebepleri bu nevidendir. Bunlara adı geçen şer’î kaide tatbik edilir. Nüzul sebepleri suale verilen rivayetler nevinden olmadıkları gibi, muayyen mevzu gibi de değildir. Çünkü muayyen ve belli bir mevzua ait olmak üzere söylenen söz, o mevzuya aittir. Bahis yeri orası olduğu için hüküm de oraya aittir. Önceden bir hüküm mevcut olmadığı için gelen hüküm sadece o muayyen mevzua hasredilir.

Aynı şekilde Rasul’ün muayyen bir suale cevap olarak söylediği sözleri de ancak o sualin cevabına aittir. O cevap sadece o suale ait olmuş olur. Mesela: Rivayet edildiğine göre bir bedevi Peygambere gelerek: “Ya Rasulullah helak ettim ve helak oldum” dedi. Peygamber; “Sen ne yaptın” dedi. Bedevi: “Ben Ramazanda bilerek hanımıma gittim” dedi. Peygamber ona; أعتق دقبة “Bir köle azad et” dedi. İşte Peygamber’in adamın sorduğu suale özel olarak cevap vermesi ve ona “bir köle azad et” demesi bedevinin sorduğu suale bağlıdır.

Yine bir gün Rasul’e yaş hurma ile kuru hurmanın alış verişinden sordular Peygamber; تَنْقُصُ الرَّطْبَةُ إِذَا يَبِسَتْ قَالُوا نَعَمْ قَالَ فَلا إِذَنْ“Yaş hurma kuruduğu zaman eksilir mi?” dedi. Onlar: “Evet” dediler. Bunun üzerine Peygamber: “O halde olmaz” dedi.[6]

Peygamberin cevabı sorulan şeye hastır, bu da: yaş hurma ile kuru hurmanın alış verişidir. Bundan dolayı Peygamberin “o halde olmaz” cevabı sorulan suale bağlıdır. Bu, hükmün sebebi değildir. Bu, sorulan sualin cevabıdır. Sorulan soruya verilen cevap ile hükmün sebebi arasında büyük bir fark vardır. Umumi olan bir lafız ve cümle bir suale cevap olarak gelirse, o hükmün sebebi olmaz. Ancak o, hakkında sual sorulan şeyi beyandan ibaret olur. Umumi bir lafız ve cümle, eğer vuku bulan bir hususla ilgili olarak yeni bir hükmün teşrii için gelmiş ve sarf edilmiş ise, o takdirde hükmün teşrii umumi olur. O zaman o hususun meydana gelmesi için sebep olur.

Bu izahtan sonra sebep ile sualin  cevabı arasındaki fark bariz bir şekilde meydana çıkmış bulunuyor. Sebebin meydana getirdiği hüküm, hem kendisine hem de başkasına şamil olmak üzere umumi olur. Fakat suale cevap olarak gelen cümle, ancak suale has bir cevap olmuş olur. Çünkü Peygamberin sözü ancak sorulan o suale ait olmuş olur. Deniz suyu ile ilgili Peygambere sorulan soruya Peygamber (u)’in; هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الْحِلُّ مَيْتَتُهُ “Onun suyu temiz, ölüsü ise helaldir.”[7] şeklindeki cevap da yine kendisine sorulan deniz suyuna hastır. Fakat Peygamber (u) suali soranın sorduğundan daha fazla cevap vermiştir. Buna rağmen yine Peygamber (u)’in cevabı sorulan deniz suyuna mahsus kılmıştır. Başka bir zamanda Peygamber (u)’e Bidaa kuyusunu sordukları zaman Allah Rasulü (u); “Su temizdir.” cevabı da yine soruyu ilgilendirmektedir. Peygamber (u) soran kişinin sualinde daha fazla bir şekilde cevap vermiştir. Buna rağmen onun verdiği cevap suale bağlıdır. Deniz suyundan abdest alınıp alınmayacağı sorulduğunda o, abdest, gusül ve diğer temizliklerin yapılabileceğini ifade edecek şekilde umumi bir cevap vermiştir.

El-İmâm şerhi’l-İmâm kitabında yazar diyor ki: Peygamber (u) onların: “Biz deniz suyu ile abdest alabilir miyiz?” suallerine karşılık “evet” ile cevap vermemiş, daha fazlasıyla cevap vermiştir. Deniz suyu ve Bidaa kuyusu suyu ile abdest almak ancak zaruret halinde caiz olabilir dememiz doğru değildir. Eğer sadece “evet” cevabıyla suale karşılık verilmiş olsaydı o zaman bu sularda yalnız abdest alınabileceği, başka nevi veya abdestsizliğini bu sular ile giderilemeyeceği hususu anlaşılırdı.”

O zaman Peygamber (u) cevabı umumi olmuş olmaz “sadece deniz suyunda ve Bidaa kuyusundan abdest alınabilir” hükmü ortaya çıkardı. Halbuki Peygamber (u) sorulan suale karşı daha geniş ve umumi bir cevap vermiştir. Bu verdiği cevap yine sualin konusu ile ilgilidir. Yoksa Peygamber (u) sorulan suale uygun bir cevap vermemiş değildir. Verilen cevap, sorulan sualin konusunu ilgilendirmekle berber, sual kapsamından daha fazla cevaplandırılmış bulunuyor. Yine verilen cevap, sualin konusu hakkındadır. Sualin sınırını aşmış başka şeylere ait bir cevap değildir.

Neylu’l Evtar’da Şevkani şöyle diyor: “Hadisin faydalarından biri de soru soran kimsenin sualine verilen cevaptan bir ziyadeliğin meşru olabileceğini ifade etmesidir. Bu da özel bir faydayı temin ve soruya mota mot cevap verilmeyebileceğini ifade eder.” Buhari bu konuda bir bab açarak; “Soru soran kimsenin sorusundan daha fazlasıyla cevap veren hadisle ilgili bab” der ve İbni Ömer’in rivayet ettiği hadisi zikreder: “Bir adam Peygambere ihrama giren kimsenin ne giyebileceğini sordu. Rasul (u) şöyle dedi: لا يَلْبَسُ الْقَمِيصَ ولا الْعِمَامَةَ ولا السَّرَاوِيلَ ولا الْبُرْنُسَ ولا ثَوْبًا مَسَّهُ الْوَرْسُ أَوِ الزَّعْفَرَانُ فَإِنْ لَمْ يَجِدِ النَّعْلَيْنِ فَلْيَلْبَسِ الْخُفَّيْنِ وَلْيَقْطَعْهُمَا حَتَّى يَكُونَا تَحْتَ الْكَعْبَيْنِ“Gömlek, sarık, kilot, bornoz, zaferin sürülmüş elbise giyemez. Eğer nalin bulamazsa mestleri giysin. Ancak topuklardan aşağıda olması için onları kesin.”[8] Soruyu soran kimse Peygambere seçenek hususunu sormuş, O da onu sualinden fazla olarak ıztırar ve sıkıntılı durumlarda nasıl yapılacağını da cevaplandırmıştır. Cevap sualden ayrı bir hususu ifade etmiyor. Çünkü yolculuk hali bu hususları iktiza ediyor.” Neylu’l Evtar’ın söyledikleri buraya kadardır.

Bütün bunlar verilen cevabın sorulan sualin içerisinde olduğuna delalet ediyor. Şevkani şunu demek istiyor: Verilen cevap soruyu soranın sualine ister tam mutabık olsun, ister sualden daha fazla olsun hepsi suale has ve ona ait cevap olur. İşte bunun için Ümmü Seleme’nin Peygamber (u)’den süs ve ziynet eşyalarını sorması ve Peygamber (u)’in de cevabı sadece süs eşyasına ait ve sadece ona tahsis edilmiş olduğundan sorulan sualin sınırlarını aşıp başka hususlara bir cevap olmuş değildir. Peygamber (u)’in sözü, hükmün nüzul sebebi değil bir sualin cevabıdır. Bu hadis ile zekatı verildikten sonra mal biriktirmenin cevazına dair getirilen delil düşmüş oluyor.

B. İkinci sebep; Zekat ayeti biriktirilen bütün mallara şamil olmak üzere umumidir. Ümmi Seleme hadisi ise sadece süs ve ziynet mallarına hastır. Hadis; ayetin umumiyetini tahsis edici olarak varid olmuştur. Zira yasaklanan biriktirmeler ziynet ve süs mallarından başkadır. Ziynet ve süs mallarının zekatı verildikten sonra biriktirilmeleri yasak değildir. Hadisin biriktirilen bütün mallara şamil ve umumi olması asla mümkün değildir. Bunun en basit delili şudur; Eğer bu hadis umumi olarak kabul edilirse o takdirde ayeti neshetmiş olur. Çünkü hem ayet umumi, hem de hadis umumi olursa hadis ayeti nesheder. Hadis ise ahad haberidir, bundan dolayı zannidir. Ayet ise katidir. Mütevatir de olsa hadis, Kur’an’ı neshedemez. Çünkü Kur’an lafzı ve manası itibariyle kat’idir. Biz onu hem lafzı hem de manasıyla ibadet ediyoruz. Mütevatir hadis böyle değildir. O, mana bakımından sübutu kati olmakla beraber lafzı itibariyle mütevatir değildir. Biz onun lafzıyla ibadet yapıyoruz. Bundan dolayı hiç bir zaman hadis, Kur’an’ı neshedemez. Ahad hadislerin bu konuda sözü bile edilemez. Binaenaleyh, Kur’an’ın hadis ile neshi caiz olmayacağı hükmünden hareketle, bu hadisle zekatı verilen malın biriktirilmesinin caiz olacağı deliller denilemez.

Zekatı verildikten sonra altın ve gümüşün biriktirilmesinin caiz olduğuna delil getirenler, kenzi haram kılan ayetin, zekatı farz kılan diğer ayetlerle mensuh olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü bu ayetler zekatı farz kılan, biriktirmeyi haram kılan ayeti neshetmişlerdir. Bu iddiaya cevabımız şudur:

Zekat Hicretin ikinci senesinde farz kılınmıştır. Mal biriktirmenin haram olduğunu ifade eden ayet ise hicretin dokuzuncu senesinde nazil olmuştur. Hiç bir zaman önce inen ayet sonra inen ayeti neshedemez. Bundan başka, bir ayetin diğer bir ayetle neshetmesi için, nesheden ayetin nesih olduğunu gösteren başka bir delil lazımdır. Ancak böylece nesh meydana gelmiş olur. Eğer neshine delalet eden herhangi delil bulunmazsa, bu söz konusu değildir. Nesh; sonradan gelen bir nass ile önceki nassdan çıkarılan bir hükmü ibtal ve kaldırmaktan ibarettir. Sonradan gelen bir nass ile önceki hükmün iptal edilmesi için, sonradan gelenin öncekinin hükmünün kaldırıldığına dair bir nassın bulunması şarttır. Peygamberin (u)’in şu sözü gibi:

كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَزُورُوهَا “Ben sizi kabirleri ziyaret etmekten nehyetmiştim. Dikkat edin, onları ziyaret edin.”[9]

Allah (Y)’ın şu sözü gibi;

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمْ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً ذَلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَأَطْهَرُ فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ “Ey iman edenler! Rasul ile hususi olarak konuşmak istediğiniz zaman, konuşmadan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Eğer verecek sadaka bulamazsanız Allah Gafur ve Rahimdir.”[10]

Bu ayet bulunabilirse bir sadakanın verilmesini kesin olarak emrediyor. Başka bir ayet geliyor ve bunu nesh ediyor. Nitekim Allah (Y) şöyle diyor:

أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ “Hususi olarak konuşmadan önce sadaka vermekten çekindiniz değil mi? Sadaka vermeseniz de Allah sizin tövbenizi kabul etmiştir. O halde namazı kılın ve zekatı verin. Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.”[11]

İşte bu ayetle, hususi konuşmadan önce sadaka verme hükmü kaldırılmıştır. Böylece gerek hadis, gerekse ayetle neshin olduğu sarih olarak belirlenmiştir. Neshin olabilmesi için onun sarahaten veya delaleten bir önceki nassı neshettiğine delalet eden bir nassın bulunması lazımdır. Nesh hususunda sadece iki nass arasında bir tenakuzun var olduğu zannı yeterli değildir. Çünkü Kur’an ayetleri arasında bir çelişki mevcut değildir. Bazı alimlerin, aralarında çelişki var sayarak bir çok ayetin mensuh olduğunu iddia etmeleri de tutarlı değildir. Çünkü mensuhtur diye ileri sürdükleri ayetlerin nasslarında herhangi bir çelişki mevcut değildir. Onları bir anlamda toplamak mümkündür. Bunlarda neshin varlığına delalet eden herhangi bir ayet yoktur. Bundan dolayı kendisinden önceki nassı neshettiği iddia edilen sonraki nassta, delaleten veya sarahaten neshe delalet edecek bir delilin olması lazımdır.

Zekat ayetlerine bakıldığı zaman onların, ne sarahaten, ne delaleten ne uzaktan ne de yakından mal biriktirme  hakkındaki ayeti neshettiklerine dair hiç bir delilin olmadığı görülür. Hatta ayetler arasında görülen çelişkiler sonucu, son inen nassın önceki nassı neshedeceğini iddia edenlerce de zekat ayetleri kenz ayetini neshetmiyor. Çünkü kenz ayetiyle zekat ayetleri arasında herhangi bir tenakuz yoktur. Zekat ayetlerinde hitap zekat vermek hususuna ait iken, mal biriktirme ayetinde hitap mal biriktirmemeyi ifade ediyor. Her iki husus arasında herhangi bir çelişki yoktur. Mal biriktirme ile birlikte zekatta verilir. Aynı şekilde mal biriktirmeksizin de zekat verilir. Yine hem mal biriktirmez hem de zekat verilmez. Bundan dolayı arada herhangi bir tenakuz bulunmadığı için nesih de bulunmaz. Bunun için zekat ayetinin hicretin ikinci senesinde, kenz ayetinin ise hicretin dokuzuncu senesinde inmiş olması, yani ondan yedi sene sonra inmiş  bulunması, ne sarahaten ne de delaleten zekat ayetinin kenz “mal biriktirme” ayetini neshettiğine delalet eden herhangi bir şeye sahip olmadığını, ayrıca zekat ayetleri ile kenz ayeti arasında herhangi bir çelişkinin de bulunmamasından dolayı kenz ayetinin zekat ayetleriyle neshedilmiş olduğu iddiası batıl bir iddia olup reddi gerekir.

Zekatı verildikten sonra altın ve gümüş biriktirmenin caiz olduğunu iddia edenler, bunun cevazına ait Buhari’deki bir nassı delil olarak göstermeye çalışıyorlar. “Altın ve gümüşü biriktirme” ayetini bir bedevi İbni Ömer’den sordu. İbni Ömer: Altın ve gümüşü biriktirip onun zekatını vermeyenlere veyl olsun. Bu tehdit zekat ayeti inmeden önce idi. Cenabı Allah, zekatı malları temizleyen bir şey olarak emretmişti.”

İbni Ömer’in bu haberinin; “Sünnetle Kur’an’ın tahsisi veya sünnetle Kur’an hükmünün neshedildiğini ifade eden bir delildir” denemez. Fakat bu haber Kur’an’ın Kur’an ile nesh edileceği konusunda sahih bir haberdir. Zira Kur’an ancak Kur’an ile neshedilebilir. Çünkü zekat sünnetle değil, Kur’an ile farz kılınmıştır. “İbni Ömer’in bu haberi ile amel etmek vacib olur. Çünkü bu bir ayetin diğer bir ayetle nesh olduğunu rivayet eden sahih bir haberdir. Buna göre mal biriktirmenin haram olduğu mensuhtur. Malın zekatı verilirse biriktirilmesi caizdir.” Bu iddiaya cevabımız dört şekilde olacaktır:

1. Bu haber, ayetin nesh olduğunu anlatan bir ahad haberdir. Herhangi bir ahad habere tatbik edilen hüküm bu habere de tatbik edilir. Ahad haber her zaman zannidir. Ayet ise, katidir. Kati olan her zaman zanni olana tercih edilir. Nesh olmadığı hususundaki ayet nassı nesh olmuş diğer bir habere tercih edilir. Böylece mensuh olmadığına hükmedilerek ona göre amel olunur. Çünkü o, tercih mevkiindedir. Nesh olmuş iddiası reddedilir. 

2. Ayetin neshiyle ilgili olarak Kur’an ayetindeki bir hükmü neshederken başka bir hükmü taşıyan hadisin var olduğu iddiasına gelince: Hadis; ayeti nesheden bir hükmü tazammun etse de, o, hiç bir zaman Kur’an’dan herhangi bir ayeti nesh edemez. İbni Ömer’in hadisi muhtevasında ayeti neshettiğine dair bir haber bulunsa da bu, böyledir.

3. İbni Ömer, ayetin neshedildiğini Peygamberden gelen bir haber ile söylemiyor. Yani İbni Ömer, Peygamberden “Bu ayet neshedilmiştir” diye herhangi bir rivayeti haber vermemiştir. İbni Ömer, ayetin neshedildiğini kendi reyine dayanarak söylüyor. Zira bedevi, kendisinden bu ayeti soruyor. O da bu ayetin neshedildiğini söylüyor. Bunu söylerken de neshedildiğine dair peygamberden gelen herhangi bir senede dayanmıyor. Bu ayetin zekat ayetleriyle neshedildiği iddiası, sadece İbni Ömer’in bir reyinden ibarettir. Yani İbni Ömer’in kendi anlayışından kaynaklanıyor. Yani Peygamberden gelen bir hadis ile bunu iddia etmiş değildir. İbni Ömer’in rey ve anlayışı ise şer’î bir delil kabul edilmez. Çünkü bir sahabenin reyi, şer’î hükmün delili olamaz. Kaldı ki, Kur’an’ı neshetmektedir. Bu ise imkansızdır.

4. Bilindiği gibi zekat hicretin ikinci yalında farz kılınmıştır. Halbuki kenzi haram kılan ayet hicretin dokuzuncu senesinde nazil olmuştur. Peki, yedi sene sonra inen ayeti, daha önce inen zekat hükmü nasıl neshedebilir. Bu sebepten dolayı dirayeten bu haberin reddi gerekir.

Şüphesiz bu dört husus bu hadis ile istidlal yapma imkanını ortadan kaldırdığı gibi, ayetin mensuh olduğu iddiasını da çürütüyor. Binaenaleyh zekatı verildikten sonra mal biriktirmenin caiz olduğunu ifade eden bu hadisin, delil olması yetersizdir.

Zekatı verildikten sonra mal biriktirmenin caiz olduğunu iddia edenler diyorlar ki; “Müslümanın zekattan başka herhangi bir mali mükellefiyeti yoktur. Bu hususa ait bir çok delil mevcuttur. Bu delillerden birisi Peygamberin bedeviye dediği şu sözdür:

“Sana bundan başka herhangi bir mali yükümlülük yoktur. Ancak sadaka verebilirsin.”

Peygamberin: şu sözü:

لَيْسَ فِي الْمَالِ حَقٌّ سِوَى الزَّكَاةِ “Malda zekattan başka herhangi bir hak yoktur.”[12]

Tirmizi’nin Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadiste Peygamber (u) şöyle diyor:

إِذَا أَدَّيْتَ زَكَاةَ مَالِكَ فَقَدْ قَضَيْتَ مَا عَلَيْكَ “Malının zekatını verirsen üzerindeki hakkı ödemiş olursun.”[13]

Bu hadisler, zekattan başka Müslümanların malından herhangi bir hakkın olmadığına delalet eder. “Senin üzerinde yoktur” “Malda herhangi bir hak yoktur” yine “Üzerindeki hakkı ifa etmiş olursun” sözleri mala taalluken her şeye şamildir. İşte bunların hepsi Müslümanların üzerine vacib olan zekat verildikten sonra mal biriktirmenin caiz olduğuna delalet ediyor iddiasına gelince:

Buna cevabımız şöyledir: Mal biriktirmenin haram olması, zekattan ayrı, müstakil bir husustur. Mezkur haberler zekata ilave olarak başka hakların vacib olmadığını ifade ediyor. Bu, aynı zamanda mala taalluk eden hükümlerin varlığını ortadan kaldırmaz. Mal biriktirme (kenz) işi, malda mevcut olan haklar değil, mal hükümlerindendir. Allah (Y) mal olarak Müslümanın malında zekattan başka her hangi bir hakkı farz kılmamıştır. Fakat mala ait zekattan başka bir çok hükmü meşru kılmıştır. Mesela: Altın ve gümüşte faiz ahkamını, altın ve gümüşte sarf hükümlerini, define halinde bulunan altın ve gümüş hakkındaki hükümlerin hapsi mal ile ilgili hükümlerdir. define de diğer hükümler gibi mala ait hükümleri ihtiva ediyor. Bu hükümlere mala taalluk eden, vacib haklar değildir. Onun için bu hadislerin, mal biriktirme ile ilgili herhangi bir dahili yoktur. Binaenaleyh bu hadisler zekatı verildikten sonra, mal biriktirmenin haram olmadığına delalet etmez. Bunun için bu konuda bu hadislerle istidlal yapılmaz.

Bütün bunlar zekatı verildikten sonra mal biriktirmenin caiz olduğunu söyleyenlerin delilleridir. Bu deliller çok zayıf deliller olduğu halde bu delillerle istidlal yapma gayreti gösteriliyor. Bu delillerle istidlal yapmayı maruz gösterecek hiç bir şeyin bulunmadığını söyleyebiliriz. Kenz ayetinin, zekat farziyetinden yedi sene sonra inmiş olması, bu delillerle istidlal yapmanın batıl olduğunu beyan etmeğe kafidir. Bundan anlaşıldığı üzere ayet sarihtir, zekatı verilse bile mal biriktirmenin  mutlak olarak haram olduğu meydandadır.

Burada tek bir  mesele kalıyor: Ayetteki kenz kelimesinin ifade ettiği mana nedir? Cevap şudur:

Ayette geçen KENZ  kelimesinin manası: İhtiyacı olmadığı halde malı birbiri üstüne yağıp biriktirmektir. Nitekim lügatta da kenz, malın birbiri üzerine yığılması ve korunması demektir. “Kenz” tabiri, “toplanmış mal” karşılığında kullanılıyor. Kenz: Yerin üstünde veya altında toplanıp yığılmış bulunan her şey demektir. Kamus el-Muhit kenzi şöyle tarif ediyor: KENZ, gömülü mal demektir. İmam Ebu Cafer el-Taberi bu hususta şöyle diyor; Kenz, ister yerin altında ister üstünde olsun üst üste yığılmış ve toplanmış bulunan her şey demektir.” El-Ayn sahibi ise kenzi; “depolanmış stok edilmiş” şey diyerek ifade ediyor. Lügat bakımından kenzin manası budur. Kur’an ise bu kelimeyi yalnız lügat manasıyla tefsir ediyor.

Ancak o kelimelere ait şer’î bir husus varid olursa, o zaman o kelime şer’î manasıyla tefsir edilir. Kenz kelimesinin şer’î herhangi bir manası yoktur, ki ona göre tefsir edilsin. O halde bunun yalnız lügat anlamıyla izah edilmesi lazımdır. Kenz, malın ihtiyaç olmadığı halde sırf biriktirmek amacıyla malın üst üste yığılmasıdır. Allah’ın failine elemli azap vaad ettiği kenz de budur. İhtiyaç olmadan malı gömmek, yani elde muhafaza etmektir, ki bu; azabı gerektirir. Çünkü onu yerinde harcamak biriktirmeyi önler. Ayetteki mal kenzinden maksat, harcanması gerekli bir şey olmadığı için onu yığmak demektir ki, ihtiyaç olmadığı halde her altın ve gümüş yığımına şamil olur.


[1] Tevbe: 34

[2] Tevbe: 34

[3] Tevbe: 35

[4] Ebu Davud, K. Zekat, 1337

[5] Ahzab: 36

[6] Ahmed b. Hanbel, Müs. Aşereti’l Mübeşşşirin bi’l Cennet, 1470

[7] Nesei, K. Taharet, 59

[8] Buhari, K. İlm, 131

[9] Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Ensar, 21974

[10] Mücadele: 12

[11] Mücadele: 13

[12] İbni Mace, K. Zekat, 1779

[13] İbni Mace, K. Zekat, 1778

Diğerleri