MADDE-163: “Devletin parası; basılmış veya basılmamış da olsa altın veya gümüştür. Bunların dışındaki herhangi bir parayı devlet yürürlüğe koyamaz. Ancak devlet hazinesinde, karşılığında altın ve gümüş bulunmak şartıyla altın ve gümüş yerine başka bir şey çıkarabilir. Karşılığında altın ve gümüş bulunmak şartıyla devlet kendi namına bakır, bronz veya kağıt para çıkarabilir.” İslâm, gerek alış-veriş, gerekse
MADDE-163: “Devletin parası; basılmış veya basılmamış da olsa altın veya gümüştür. Bunların dışındaki herhangi bir parayı devlet yürürlüğe koyamaz. Ancak devlet hazinesinde, karşılığında altın ve gümüş bulunmak şartıyla altın ve gümüş yerine başka bir şey çıkarabilir. Karşılığında altın ve gümüş bulunmak şartıyla devlet kendi namına bakır, bronz veya kağıt para çıkarabilir.”
İslâm, gerek alış-veriş, gerekse icare ile ilgili hükümleri koyarken, ne mal ve ne de emek ve başka menfaatların mübadelesi için kesin olarak mübadelenin esasına göre cereyan edeceği muayyen bir şeyi belirlemiş ve tayin etmiş değildir. İslâm, insanı mübadele konusunda, karşılıklı rıza olduğu müddetçe, mal alış-verişinde herhangi bir şeyle mübadele yapmada serbest bırakmıştır. Mesela; bir insanın terzilik sanatını öğretmek üzere bir kadınla evlenmesi caiz olduğu gibi, fabrikada veya bir iş yerinde, bir ay çalışmak karşılığında bir araba satın alması da caizdir. Yine belli bir yiyecek karşılığında bir şahsın yanında çalışması da caizdir. Bunun gibi, Şeriat, istediği gibi istediği şekilde eşyayı mübadele etmeye, insanoğluna serbestiyet vermiştir. Bu husus, alış-veriş ve icare delillerinin umumi manalarından alınmıştır. Cenabı Allah: أحل الله البيع “Allah alış-verişi helal kıldı” buyururken, herhangi bir şey ile herhangi bir şeyi alıp vermenizi helal kıldı demektir. “Fakat, işçi işini bitirdiği zaman onun ücreti verilir” delili de verilecek ücretin ne olduğunu tayin etmiş değildir. Yine, bilindiği gibi mübadelenin kendisiyle yapıldığı eşya fiil değildir ki kayıtlamak asıl olsun. Serbest olabilmesi yani, mübah olabilmesi için, bir delile muhtaç bulunsun. Mübadelenin yapıldığı hususlar eşyadan ibaret olduğu için eşyada asıl olan, haram olduğuna dair bir delil varid olmadıkça mübahdır. Herhangi bir şeyle mübadelenin haram olduğuna dair bir delil varid olmadığı için mutlak olarak mübadelenin haram olduğuna dair bir nassın varid olduğu şeyler dışında mübadele mübahtır, Ancak bu genel manaya paranın para ile mübadelesi girmez. Bu hususa ait özel hükümler bulunduğu için bu mesele bu özel hükümlerle mukayyettir. Yine emeğin para, paranın da emek ile mübadelesi kesin olarak mübahtır. Ancak haram olduklarına dair emek veya mal ile ilgili olarak bir nass varid olanlar müstesnadır. Binaenaleyh bir malın mübadelesi mutlak olarak mübahtır.
Eğer emeğin kendisiyle mübadele yaptığı para/nakid karşılığı, devlet hazinesinde olmayan banknot gibi kağıt paralar ise bu aynen bir mal gibi kabul edilir ve her çeşit muamele işlemlerine tabi tutulabilir. Eğer bu para biriminin bir kısmına tekabül edecek şekilde devlet hazinesinde muayyen bir altın karşılığı varsa karşılığı bulunmayan para aynen mal gibi telakki edilir. Bu durumda ve vasıfta olan para, değerli ve kıymetli para niteliğini taşır. Bu para, mal ve altın karşılığı olarak mübadeleye girebilir. Bu vasıflı bir para da mübadele olabilir. Eğer para olarak kullanılan birimlerin karşılığını eşit olarak karşılayacak altın ve gümüş devlet hazinesinde bulunuyor ise bu para, altın ve gümüş yerine geçmek üzere, altın ve gümüş ile değiştirilebilir ve mübadele yapılabilir. Bu, caizdir. Bir Müslüman, sayılan paralardan herhangi birisiyle alış-veriş yapabileceği gibi, bu para ile işçi de çalıştırabilir ve işçi olarak da çalışabilir.
Ancak devlet, hakimiyeti altında bulunan beldelerde zekat, kambiyo ve faiz gibi mali konuları ilgilendiren hususlarda veya mal sahibi kimselere diyet ve çalınmış malın miktarına taalluk eden ve mal sahibinin şahsını ilgilendiren hususlarda şer’î hükümlerin tatbik edilmesi için muayyen bir para birimini benimsemesi ve ülke çapında benimsediği o birimi tatbik etmesi lazımdır. Ta ki, bunun dışındaki paraların piyasada bir değeri ve kıymeti bulunmasın, Ta ki, böylece bir birlik sağlanmış olsun. Zira devlet para çıkarmak isterse şeriat tarafından belirlenen altın ve gümüşe bağlı kalmak zorundadır. Şeriat, istediği şekilde istediği para çeşidini çıkarma ve bastırma yetkisini devlete vermiştir. Şeriat, devletin kendisine ait olmak üzere çıkartmak istediği para ve birimlerini ancak altın ve gümüş olmasına cevaz verir. Altın ve gümüş haricinde herhangi para biriminin kullanılmasına cevaz vermez. Bu hususa ait delil İslâm’ın altın ve gümüşü değişmeyen sabit hükümlere bağlamış olmasıdır. Mesela, diyeti farz kılarken, bunun miktarını altının muayyen bir miktarına bağlamış ve tayin etmiştir; yine hırsızlık olayında el kesmeyi emrederken çalınan miktarın nisabını, altına bağlayarak tayin etmiştir. Rasul (u) Yemen halkına gönderdiği mektupta şöyle buyurmuştur.
“Mümin bir kimsenin öldürülmesinde yüz deve diyet olarak verilecektir.”
Yine bir hadisinde, şöyle buyurmuştur:
لا قَطْعَ إِلا فِي رُبُعِ دِينَارٍ فَصَاعِدًا “Bir dinarın dörtte birinden veya daha az miktarından dolayı el kesmek yoktur.”[1]
Bu, muayyen birtakım hükümlerin dinar, dirhem ve miskal ile sınırlandırılması, altının bir dinar kadar ağırlığı, gümüşün bir dirhem kadar ağırlığı, bütün eşya ve emeklerin kıyas yapılabileceği para birimleri olmasını sağlar.
Para ile ilgili ahkamı, Şeriat’ın altın ve gümüşe bağlamış olması, altın ve gümüşten başka şeylerin para birimi olarak kullanılmayacağına delil teşkil eder, Yine Allah (Y) paraya ait zekatı farz kılarken, altın ve gümüşten başka bir birime bağlamamıştır. Paranın zekatında altın ve gümüş ile nisabı tayin etmiştir. Paranın zekatının altın ve gümüş ile değerlendirilmesi, para olarak ancak altın ve gümüşün kullanılabileceğini belirtmiş oluyor. Eğer altın ve gümüşten başka para birimi olsaydı para ile ilgili zekat vacip olmazdı, Zira; paranın zekatı ile ilgili nass ancak altın ve gümüşe ait olmak üzere varid olmuştur. Bu da altın ve gümüşten başka para birimlerinin olmayacağına delildir.
Yine bilindiği gibi para ile ilgili muameleler hakkında gelen sarf ve kambiyo hükümleri yalnız altın ve gümüşe göre değerlendirilir. İslâm’da söz konusu edilen bütün mali işlemler altın ve gümüşe göre değerlendirilir.
Sarf; bir paranın diğer bir para ile alış-verişidir. Bu da, bir paranın yine aynı bir para ile alış verişi olabilir veya bir paranın başka bir para ile alış verişi olabilir. Başka bir ifade ile sarf, paranın para ile alış-verişidir. Sırf para alış verişinden ibaret olan sarf muamelesinin Şeriatın kesin olarak ve yalnızca, altın ve gümüşe tahsis ve tayin edilmiş olması, para ile ilgili bütün muamelelerde ancak altın ve gümüşün geçerli olabileceğine bir delildir. Böylece bu para muamelesinin altın ve gümüşe göre olmasının vacib olduğunu gösterir. Peygamber (u) şöyle buyurmuştur: بِيعُوا الذَّهَبَ بِالْفِضَّةِ كَيْفَ شِئْتُمْ يَدًا بِيَدٍ “Peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi altını gümüşle satınız.”[2] Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
الذَّهَبُ بِالْوَرِقِ رِبًا إِلا هَاءَ وَهَاءَ “Altının gümüşle değişimi peşin olmazsa ribadır.”[3]
Bundan başka Rasul (u) para olarak altın ve gümüşü tayin etmiştir. Altın ve gümüşü mal ve emeklerin, kendileriyle ölçüldüğü tek ölçü ve mikyas kılmıştır. Bütün mali muameleler, bu iki esasa göre cereyan eder.
Para birimi için şu ölçüleri isim olarak koymuştur: Ukkiye, dirhem, danik, kırat, miskal ve dinar. Bu birimlerin hepsi Rasul (u) zamanında bilinen ve meşhur olan birimlerdi. Halk, bu birimler ile muamelelerde bulunuyorlardı Peygamberin de bunları benimsemiş olduğu sabittir. Sahih hadislerde sabit olduğu gibi, bütün alış-veriş ve nikah muameleleri altın ve gümüşe göre yapılıyordu.
Gerek Peygamber (u)’in parayı altın ve gümüşe bağlamış olması, paraya taalluk eden zekatı altın ve gümüşe tahsis etmesi ve sınırlandırması, kambiyo ve diğer işlemlerin, sadece altın ve gümüşe hasredilmiş bulunması gibi hususların hepsi İslâm parasının altın ve gümüşten başka olmayacağına bir delil teşkil eder.
Ancak şu husus açık olarak bilinmelidir: Devletin
çıkaracağı paranın, ancak altın ve gümüşten olmak şartıyla tek bir birim
halinde olmasını Şeriatın tayin etmiş olması, İslâm devletinin hakim olduğu
beldelerde yaşayan insanlar arasında vuku bulan mübadelelerin ancak altın ve
gümüş ile yapılabileceği başka herhangi bir para ile yapılamayacağı anlamına
gelmez. Yani, Şeriatın tek bir birim olarak, hakkında belli bir parayı tayin
ettiği hükümlerin icrası ancak bu para birimine göre yapılır. Mübadeleye
gelince; bu husus, şeriatın belirlediği gibi serbesttir. Serbestlik üzerinde
devam eder. Mübadelenin belli bir para birimi ile kayıtlanması, devlete helal
olmayacağı gibi, resmi para veya başka bir birim ile kayıt altına alınması da
devlete helal olmaz. Çünkü, böyle bir takyid, bir mübahı haram kılmak demektir.
Devletin, böyle bir işi yapması ne caiz olur ne de
helal. Ancak, devletin kendi resmi parasından başka, her hangi bir parayı,
hakimiyeti altında bulunan beldelerde serbest bırakması, kendi parası veya
maliyesine, yahut ekonomisine bir darbe olacaksa, “Harama
götüren vesileler de haramdır” kaidesinden hareket
ederek onu men eder. Bunun gibi devlet muayyen herhangi bir paranın, böyle bir
zarara vesile olduğunu görürse; “Mübah olan
şeyin fertlerinden herhangi bir ferdi bir zarara götürüyor ve ona vesile
oluyorsa, zarara vesile olan fert men edilir, o şey mübah olarak kalır” kaidesine göre hareket eder. Bu kaideyi devlet, kendi parasını dışa
ihraç veya yabancı paranın ithal ve ihracı hususlarını ülkenin içinde
uyguladığı muameleye göre tatbik eder.
[1] Malik, K. Hudud, 1323
[2] Tirmizi, K. Buyu’, 1161
[3] İbni Mace, K. Ticaret, 2250