Şer’iat İslâm ümmetine bir Halife belirlemeyi farz kılınca Halife’nin belirlenmesinin yolunu da belirlemiştir. Bu yol Kitap, Sünnet ve sahabelerin icmaı ile sabittir. Halife’yi belirlemenin yolu biattır. Müslümanların Allah’ın Kitabı ve Rasulullah’ın Sünneti üzerine yürüyecek bir Halife adayına biat etmeleriyle Halife belirlenmiş olur. Halife’yi belirlemenin yolunun biat olduğu sahabelerin Rasulullah’a biatları ve Rasulullah’ın da bize bir imama biat etmemizi emretmesi ile sabittir. Sahabenin Rasulullah’a biatları incelendiğinde onların biatlarının nübüvvet için değil yönetim için olduğunu görürüz. Bu biat risaletin tasdiki için yapılan bir biat değil yönetim için yapılan biattır. Bu biat ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘in devlet başkanı olarak kabulü gerçekleşmiştir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘in nübüvvvetini ve risaletini kabul etmek, biat değil doğrudan doğruya imandır. O halde geriye ona yapılan biatın ancak devlet başkanı sıfatı ile yapılmış olması kalıyor. Kur’an ve hadislerde “biat” geçmektedir.
Allah’u Teâla buyurdu ki:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلَى أَنْ لا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا وَلا يَسْرِقْنَ وَلا يَزْنِينَ وَلا يَقْتُلْنَ أَوْلادَهُنَّ وَلا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ وَلا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ “Ey Nebi, mü’min kadınlar hiçbir şeyi Allah’a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeyeceklerine, hiçbir marufta sana isyan etmeyeceklerine dair biat etmek için geldikleri zaman onların biatını al.”[1] إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmişlerdir.. Allah’ın eli onların elleri üzerindedir.”[2]
Buhari, kaydettiği bir rivayette şöyle demektedir: “Bize İsmail anlattı. Bana Malik b. Yahya b. Saîd’den naklederek dedi ki: Bana Ubade b. el-Velid Haber verdi. Bana babam Ubade b. es-Samit’ten haber vererek şöyle demiştir: “Rasululllah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘e zor ve kolay günlerimizde işitip itaat edeceğimize, yöneticilerle (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmeyeceğimize, halkın kınamasından korkmayıp sadece Allah’tan korkacağımıza, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize dair biat ettik.”[3]
Bize Ali b. Abdullah anlattı. Bize Abdullah b. Yezid anlattı. Bize Ebu Eyyub’un oğlu Saîd anlattı. Bize Ebu Akîl Zühre b. Ma’bed Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘e yetişen dedesi Hişam b. Abdullah’tan anlattı. Abdullah b. Hişam, Annesi, Zeyneb bint Humeyr ile Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘e gider ve şöyle der: “Ey Allah’ın Rasulü onun (Abdullah b. Hişam’ın) biatını al. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü şöyle dedi: هُوَ صَغِيرٌ “O küçüktür.” Başını okşadı ve ona dua etti…”[4]
Bize; Abdan’ın Ebu Hamza’dan onun A’meş’ten onun Ebu Salih’ten onun da Ebu Hüreyre’den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: ثَلاثَةٌ لا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ رَجُلٌ عَلَى فَضْلِ مَاءٍ بِالطَّرِيقِ يَمْنَعُ مِنْهُ ابْنَ السَّبِيلِ وَرَجُلٌ بَايَعَ إِمَامًا لا يُبَايِعُهُ إِلا لِدُنْيَاهُ إِنْ أَعْطَاهُ مَا يُرِيدُ وَفَى لَهُ وَإِلا لَمْ يَفِ لَهُ وَرَجُلٌ يُبَايِعُ رَجُلاً بِسِلْعَةٍ بَعْدَ الْعَصْرِ فَحَلَفَ بِاللَّهِ لَقَدْ أُعْطِيَ بِهَا كَذَا وَكَذَا فَصَدَّقَهُ فَأَخَذَهَا وَلَمْ يُعْطَ بِهَا “Üç kişi vardır ki Kıyamet Gününde Allah onlarla konuşmayacak ve onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır.
Bunlardan birincisi; yol kenarında yeterli suyu bulup ta o sudan yolcuları faydalandırmayan kimse.
İkincisi; sırf dünya çıkarı için bir İmama biat edip eğer İmam kendisine istediklerini verirse biatına vefa gösterip istediğini elde edemezse biatından dönen kimse.
Üçüncüsü ise; ikindi namazından sonra birisine bir mal satıp da Allah adına yemin ederek -kendisine o fiyat verilmediği halde- mala şu kadar fiyat verildiğini söyleyip Allah adına yemin eden ve karşısındakini kandıran kimse.” [5]
Bu üç hadiste Halife’yi nasbetmenin yolunun biat olduğu açıkça görülmektedir. Ubade’den rivayet edilen hadiste, işitmek ve itaat etmek üzere Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘e devlet başkanlığı noktasında biat edildiği zikredilmektedir. Abdullah b. Hişam hadisinde; büluğa ermediğinden biat yükümlülüğü olmayan çocuğun biatının kabul edilmemesi biatın yönetim için olduğuna delalet etmektedir. Ebu Hüreyre hadisi ise imama biat hususunda gayet açıktır. Hadiste geçen “İmam” kelimesi belirsiz isim olarak yani herhangi bir imam anlamında kullanılmıştır. İmam’a biatın kesin olarak zikredildiği başka hadisler de vardır.
Müslim’in, Abdullah b. Amr b. el-As’dan yaptığı rivayet şöyledir:
وَمَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الآخَرِ “Kim bir imamın elini sıkıp ona biat ederse ve kalbiyle bağlanırsa gücü yettiği kadar ona itaat etsin. Eğer bir başkası çıkar da imamla (yönetimi ele geçirmek için) çekişmek isterse onun boynunu vurun.”[6]
Ebu Said el-Hudri’den rivayetle, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem buyurdu ki; إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الآخَرَ مِنْهُمَا “(Aynı anda) iki Halife’ye biat edilirse onlardan sonra geleni öldürün.”[7]
Yine Müslim, Ebu Hazim’den şu hadisi rivayet eder: “Ebu Hüreyre ile beş sene beraber bulundum. Bana Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘den şunu işittiğini söyledi: كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الأوَّلِ فَالأوَّلِ أَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ “İsrailoğulları nebîler tarafından siyaset edilirdi. Bir nebî öldüğünde onu bir diğeri takip ederdi. Benden sonra artık nebî yoktur. Ancak birçok Halifeler olacaktır.” Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne emredersin? Dedi ki; “İlk biat edilene vefakâr olun ve ona karşı olan görevlerinizi yerine getirin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini yerine getirip getirmediklerini onlardan soracaktır.”[8]
Halife’yi nasbetme yolunun biat olduğuna dair Kitap ve Sünnetin nâsları gayet açıktır. Sahabelerin hepsinin bu husustaki anlayışı ve uygulaması da aynı olmuştur. Nitekim Ebu Bekir RadıyAllah’u Anh‘ya Sakife’de biat edildikten sonra mescidde genel bir biat yapıldı. Biatlarına itibar edilen Ali b. Ebu Talib RadıyAllah’u Anh gibi kişilerden mescidde biat etmeyenler ise daha sonra biat ettiler. Ömer, Osman, Ali RadıyAllah’u Anh da aynı yolla yani biat yolu ile Halife oldular.
Biatın gerçekleşmesinin pratiğine gelince; Biatın gerçekleşmesinde izlenecek yol, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem‘in vefatından hemen sonraki dört Halife’nin; Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali RadıyAllah’u Anh’un nasbında açıkça görülmektedir. Tüm sahabeler bu belirlemeye sükût ederek tasdiklerini gösterdiler. Eğer söz konusu biat şekilleri Şer’iata muhalif olsaydı kabul etmezlerdi. Çünkü bu, Müslümanların birliğinin ve İslâmi yönetimin bekasının kendisine bağlı olduğu en önemli şey ile alakalı bir iştir.
Dört Halife’nin belirlenmesinde meydana gelen olaylar incelendiğinde Müslümanların bir kısmı Beni Saide sakifesinde Halife adayları Sa’d b. Ubade, Ebu Ubeyde, Ömer ve Ebu Bekir’in Halifeliği için tartıştıkları görülür. Bu tartışmanın sonucunda Ebu Bekir’e biat edildi. Ertesi gün Müslümanlar mescide çağrıldılar ve onlar da Ebu Bekir’e biat ettiler ve Ebu Bekir Müslümanların Halife’si oldu. Sakife’deki biat olayı Ebu Bekir’i Müslümanların Halife’si yapan “in’ikad” biatıdır. İkinci gün mescitte yapılan biat ise “itaat” biatıdır.
Ebu Bekir RadıyAllah’u Anh yakalandığı hastalıktan kurtulamayacağını ve ölümünün yaklaştığını hissedince Müslümanları toplayıp onlara kendisinden sonra kimin Halife olacağı konusunda istişarede bulundu. Bu istişareler sonucu hâkim olan görüş Ali ve Ömer üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu istişareler üç ay boyunca sürdü. Ebu Bekir istişarelerini tamamlayınca Müslümanların çoğunluğunun görüşünü almış oldu ve Müslümanlara, Ömer RadıyAllah’u Anh‘un kendinden sonra Halife olabileceğini söyledi. Ebu Bekir RadıyAllah’u Anh‘un vefatından hemen sonra Müslümanlar mescidde toplanarak Ömer RadıyAllah’u Anh‘ya Hilâfet için biat ettiler. Ömer RadıyAllah’u Anh bu biatla Müslümanların Halife’si oldu. Ömer RadıyAllah’u Anh, Ebu Bekir’in RadıyAllah’u Anh istişareleri ya da kendisinden sonra Ömer’in Halife olabileceğini söylemesiyle değil, Müslümanların genelinin biatı ile Halife odu.
Ömer, zehirli hançerle zehirlendiğinde Müslümanlar ondan yerine gelecek kişiyi tavsiye etmesini istediler. O kabul etmedi. Fakat Müslümanlar çok ısrar edince o da altı kişiyi aday gösterdi. Ömer RadıyAllah’u Anh vefat edince adaylar içlerinden birisini Müslümanların görüşünü öğrenmesi için temsilci seçtiler. O kişi Abdurrahman b. Avf idi. O da Müslümanların görüşlerine başvurdu ve onlarla istişarede bulundu. Sonra da Osman’a biatı ilan etti. Müslümanlar da gelip Osman’a biat ettiler. Böylece Osman RadıyAllah’u Anh, Ömer’in tavsiyesi ya da Abdurrahman b. Avf’ın ilan etmesi ile değil de Müslümanların biatı ile halife oldu.
Sonra Osman RadıyAllah’u Anh öldürüldü. Bunun üzerine Medine ve Küfe’deki Müslümanların çoğunluğu Ali b. Ebu Talib’e biat ettiler. Böylece o da Müslümanların biatı ile halife oldu.
Bundan açığa çıkıyor ki; Hilâfet için biatın gerçekleşmesinin pratik uygulaması;
– Hilâfet için kimin uygun olduğu hususunda Müslümanların tartışmalarıdır.
– Hilâfete uygun görülen kişiler hakkında görüş birliği sağlandıktan sonra, bu kişiler Müslümanlara sunulurlar.
– Müslümanlar o kişilerden kimi seçerlerse, onlardan o kişiye biat etmeleri istenir, aynı şekilde diğer adaylardan da ona biat etmeleri istenir.
Zira Beni Saide sakifesinde Saad, Ebu Ubeyde, Ömer ve Ebu Bekir hakkında tartışma oldu. Sonra Ebu Bekir’e biat edildi. Bu biat, “in’ikad” biatı idi. Sonra Müslümanların genelinden ona “itaat” biatı yapıldı.
Ebu Bekir, Ali hakkında Müslümanlar ile görüşmeler yaptı. Sonra Ömer’in ismini ilan etti. Sonra da Ömer’e biat edildi.
Ömer bu işi altı kişiye havale etti. Abdurrahman, Müslümanlara başvurup görüşlerini aldıktan sonra Osman’ın ismini ilan etti. Sonra ona biat edildi.
Ali’ye doğrudan hemen biat edildi. Zira ortam fitne ortamı idi. Biliniyordu ki; Osman öldürüldüğünde Müslümanlar nezdinde Hilâfete aday olmak için ondan daha nitelikli bir kişi yoktu. Böylelikle biat işi;
– Hilâfete kimin uygun olduğu hususunda tartışmalardan sonra,
– Adayların sınırlandırılması sonra,
– Onlardan birisinin halife seçilmesi sonra da,
– İnsanlardan onun için biat alınması şeklinde gerçekleşmektedir. Bu her ne kadar Ebu Bekir’in istişarelerinde açık olsa da, Osman’ın biatında daha açık görülmektedir.
Buhari’nin Zühri’den rivayet ettiğine göre; Ömer’in tayin ettiği grup toplanıp istişare ettiler. Abdurrahman onlara dedi ki; “Ben bu işte sizinle yarışmayacağım. Fakat isterseniz sizden birini seçerim.” Onlar da bu yetkiyi Abdurrahman’a verdiler. Abdurrahman bu işi üstlenince, insanlar Abdurrahman’a yöneldiler. Öyle ki; Abdurrahman o gruba tâbi olanlardan hemen herkes ile görüştü. Bu görüşmeler üç gece sürdü. Son gecenin sabahında Osman’a biat edildi. Misver b. Mahrame dedi ki; “Gece yarısı Abdurrahman bana gelip beni uyandırasıya kadar kapıya vurdu. Sonra dedi ki; ‘Seni uyuyor görüyorum. Vallahi bu üç gündür gözüme bir damla uyku girmedi. Haydi, hemen acele bana Zübeyr ve Sa’ad’ı çağır.” Bunun üzerine ben o ikisini onun için çağırdım. O, onlarla istişare ettikten sonra beni çağırdı ve dedi ki; “Bana Ali’yi çağır.” Ben onu çağırdım. Onunla gece sonuna yakın vakte kadar konuştu. Sonra Ali hırslı bir şekilde onun yanından kalkıp gitti. Abdurrahman, Ali’den bir şey yapar diye korkuyordu. Sonra; “Bana Osman’ı çağır” dedi. Onu çağırdım. Onunla sabah ezanına kadar konuştu. Abdurrahman b. Avf, insanlarla istişaresinden sonra onların çoğunluğunun Ebu Bekir ve Ömer’in üzerinde gittikleri yola bağlı kalırısa Ali’yi istediklerini aksi halde Osman’ı istediklerini anladı. Sabah namazı kılındıktan sonra Ömer’in tayin ettiği o grup minberin yanında toplandılar. Muhacirler ve Ensar’dan şehirde olanlara, ordu komutanlarına haber yollandı. Onlar toplandıklarında Abdurrahman, kelime-i şehadetle söze başladıktan sonra durumu Ali’ye anlattı. O, Ebu Bekir ve Ömer’in üzerinde gittikleri yola bağlı kalmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Abdurrahman Osman’ın elini tutup şöyle dedi: “Allah’ın Rasul’ünün ve ondan sonraki iki halifenin sünneti üzerine sana biat ediyorum.” Abdurrahman’ın, biatından sonra Osman’a Muhacirler, Ensar, ordu komutanları ve diğer Müslümanlar biat ettiler.”
Böylece, Hilâfet için adaylar, Müslümanların kendisinden istemelerinden sonra Ömer’in isimlerini zikrettiği o grup içinde sınırlandırıldılar. Hilâfete aday olmaktan kendisini çıkarttıktan sonra Abdurrahman b. Avf, kimin halife olacağı hususunda Müslümanların görüşlerini aldı. İnsanlarla istişare ettikten sonra Müslümanların istediği kişinin ismi ilan edildikten sonra ona biat yapıldı. Bu biatla o kişi halife oldu.
Tüm anlatılanlar ışığında Halife’nin belirlenmesi hakkında Şer’i hüküm şudur:
– Müslümanların çoğunluğunu temsil edenler tarafından Hilâfet’e aday olanlar belirlenir. Sonra belirlenen Halife adaylarının isimleri Müslümanlara açıklanır ve onlardan adaylardan birisini kendilerine halife olması için seçmeleri istenir. Sonra Müslümanların çoğunluğunun Halife olmasını istediği kişi tespit edilir. Ardından da seçilen kişiyi ister seçmiş olsun isterse seçmemiş olsun Müslümanların tamamından bu kişiye biat alınır.
Bu söylediklerimizin delili ise Sahabelerin bu konudaki icmaıdır. Çünkü Ömer RadıyAllah’u Anh‘un Hilâfet için altı aday belirlemesi, Abdurrahman’ın bir Halife belirleme noktasında Müslümanların tamamının olurunu alması, “Muhakkak ki ben Müslümanların görüşünü aldım. Osman’dan yüz çeviren onu istemeyen kimseye rastlamadım.” sözü ile Müslümanların çoğunluğunun seçtiği kişiyi Halife olarak ilan edip, biat etmesi karşısında Sahabelerin tamamı suküt ederek icma ve ittifak etmiştirler. Bu açıklamalara göre Halife’nin nasbedilmesindeki Şer’i hüküm açıkça ortaya konulmuştur. Fakat burada karşımıza iki önemli sorun çıkmaktadır:
Birincisi: Halife’yi belirleyen Müslümanlar kimlerdir? Onlar hal ve akd ehli midir? Müslümanların belirli bir kısmı mıdır? Yoksa Müslümanların tamamı mıdır?
İkincisi ise; günümüzde seçimlerde kullanılmakta olan gizli oy, seçim sandığı, oy sayımı gibi üsluplar İslâm’ın emrettiği şeylerden midir? Yoksa değil midir?
Birinci sorunu açıklarsak; Şer’iat Koyucu, sultayı ümmete vermiştir. Halife’nin belirlenmesini de sadece bir gruba ya da cemaate vermeyip Müslümanların tümüne vermiştir. Zira aşağıdaki hadis-i Şer’ifte de belirtildiği gibi biat Müslümanların tümüne farzdır: مَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Kim ki boynunda biat olmaksızın ölürse cahilliye ölümü ile ölmüş olur”[9]
Hadisin delaleti geneldir ve tüm Müslümanları kapsar. Bu nedenle diğer Müslümanların katılımı olmadan sadece hal ve akd ehlinin ya da belirli bir zümrenin Halife’yi belirleme hakkı yoktur. Belirleme hakkı istisnasız tüm Müslümanlarındır. Çünkü konu ile ilgili nâslar tüm Müslümanları kapsamaktadır. Henüz buluğa ermemiş bir çocuğun biatının reddi dışında biatı belli bir gruba has kılan bir nâsa rastlanmamıştır. O halde Halife’yi belirleme hakkı Müslümanların tamamına aittir. Hatta ve hatta fasık ve günahkâr (Müslüman)ların bile akil baliğ oldukları müddetçe bu hakları vardır.
Ancak Müslümanların tümünün istisnasız Halife’yi belirleme işine bizzat katılmaları şart değildir. Çünkü belirleme işi bir haktır. Her ne kadar biat etmek üzerlerine farz olsa da biat farzı farz-ı ayn değil farz-ı kifaye olduğundan Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden kalkar. Ancak Müslümanlar ister kullansınlar ister kullanmasınlar tamamının Halife’nin belirlenmesine katılabilme haklarının bulunması farzdır. Olay, Müslümanların Allah’ın üzerlerine farz kıldığı bir işin yerine getirilmesine katılabilmeleridir. Burada önemli olan Müslümanların tümünün bu farzı yerine getirebilmesi değil kendi rızaları ile içlerinden birini Halife olarak belirleme farziyetinin yerine gelmesidir.
Birinci sorunun çözümü esnasında da iki sorun ortaya çıkmaktadır:
Bunlardan birincisi; Halife’nin belirlenmesinde Müslümanların tümünün rıza ve tasvibinin gerçekleştirilmesindeki sorun,
İkinci ise; Müslümanların Halife’nin belirlenmesine katılabilme hakkı gerçekleştirilebildiği halde Halife’nin belirlenmesinde Müslümanların tümünün rızasını gerçekleştirememe sorunudur.
Bu sorunlardan birincisini ele alalım: Halife’yi belirleyecek olan kişilerin sayısı hakkında bir şart koşulmamıştır. Ancak belli sayıdaki bir grup Hilâfet için bir kişiye biat ederlerse, bu biat karşısında Müslümanların sükûtu ya da itaat biatı vermeleri ya da tasvibi gösteren herhangi bir hareketleri sonucu biat gerçekleşmiş olur. Sonuçta Müslümanların tamamı için bir Halife seçilmiş olur ve seçilen kişi Şer’iat’a göre Halife olur.
Eğer Müslümanların tamamı tarafından belli kişilere Halife’yi belirleme hakkı verilmişse, Müslümanlar rahatlıkla fikir ve görüşlerini açıklayabildikleri bir belirleme atmosferinde sükûtları ile ya da itaat biatı ile bu belirlemeyi tasvip etmişlerse, Halife üç kişi tarafından belirlenmiş olsa da bu belirleme geçerli bir belirleme olur. Ancak Müslümanların çoğunluğunun belirleme üzerinde rızası gerçekleşmemişse Halife belirlenmiş sayılmaz. Fakat Müslümanlardan bir grup Halife’yi belirlemeye kalkışırlar, bunların çoğunluğunun rızası ile de Halife belirlenirse, belirleyen grubun sayısı ne olursa olsun belirleme gerçekleşmiş sayılır. Bu nedenle bu konuda fakihler şöyle demişlerdir: Halife’nin belirlenmesi hal ve akd ehlinin Hilâfet için bir Müslüman’a biat etmeleri ile gerçekleşir. (Fakihler; hal ve akd ehlini kendisinde Halifelik şartları bulunan bir kişiye biatlarında Müslümanların tasvibini alıp Müslümanların isteklerini yerine getiren bir grup Müslümanlar olarak kabul ediyorlardı.)
Sonuçta hal ve akd ehlinin biatı tek başına Halife’nin belirlenmesini gerçekleştiren bir biat değildir. Halife’nin Şer’iat’a göre belirlenmiş olabilmesi için hal ve akd ehlinin biatları da şart değildir. Ancak hal ve akd ehlinin biatı Müslümanların isteklerinin yerine geldiğine, belirlemeyi tasvip ettiklerine karşılık gelen işaretlerden birisidir. Çünkü hal ve akd ehli Müslümanların temsilcileri mertebesindedirler. Şu halde Halife’ye biatta Müslümanların isteklerinin gerçekleştiğine delalet eden her usulle Halife seçilir ve bu Şer’î bir belirleme olur.
Zaten bu konudaki Şer’î hüküm de; Halife’nin belirlenmesinde bu işle ilgili Müslümanların rıza ve tasvibini ifade eden herhangi bir şekil ve usulle gerçekleşeceği yönündedir. Biat edenlerin hal ve akd ehlinden olması, Müslümanların temsilcilerinin çoğunluğundan meydana gelmesi, biatlarında Müslümanların sukutunun gerçekleşmesi, bu biata binaen itaatlerinin gerçekleşmesi veya başka herhangi bir yolla Müslümanların görüş ve rızalarını gerçekleştirebilecekleri şartlar varsa belirleme ve biat geçerli olur. Halife’yi belirleyenlerin hal ve akd ehlinden olmaları, sayılarının 4 kişi ya da 400 kişiden az, ya da çok olması veya başkentte yaşıyor olması şart değildir. Gereken Şer’î şart belirlemenin Müslümanların hemen hepsinin fikirlerini açıkça ve rahatlıkla açıklayabilecekleri imkanlara sahip oldukları bir ortamda, çoğunluğun rıza ve tasvibini alan bir biat ile gerçekleşmesidir.
Kullandığımız “Müslümanların hepsi” ifadesinden kastımız; şayet Hilâfet mevcutsa, İslâm Devletine bağlı bölgelerde yaşayan Halife’nin yönetimindekiler, ya da devlet yeni kuruluyorsa İslâm Devletini kurup Halife’yi belirleyerek İslâmi hayatın yeniden başlamasına vesile olan topluluktur. Bunların dışında kalan Müslümanlara gelince; onların rıza ve tasvipleri şart değildir. Çünkü onlar ya İslâmi yönetimin dışında yaşıyorlardır ya da Darü’l İslâm’a bağlanma imkânlarının bulunmadığı bir Darü’l Küfürde yaşıyorlardır. Her iki taifenin de Halife’nin belirlenmesindeki sözleşme biatında hakları yoktur. Ancak itaat biatında bulunmaları gerekir. İslâm yönetiminin dışında yaşadıkları için kendileri bâği hükmündedirler.
Darü’l Küfürde yaşayanlara gelince; orada yaşadıkları ve Darü’l İslâm yönetimine bizzat girmedikleri müddetçe İslâmi yönetimin hâkimiyeti onların eli ile gerçekleşmez. Bu nedenle Hilâfet akdini belirleyici biat hakkına sahip olanlar ve Halife’nin belirlenmesinde rızalarının bulunması şart olan Müslümanlar İslâmi yönetimi bizzat hâkim kılan Müslümanlardır.
“Bu söylenenler akli çıkarımdır. Burada bir Şer’î delil yoktur” da denilemez. Çünkü burada yapılan, hükmün menatını kavramak için yapılan bir incelemedir, hükmün aslı hakkında değil. O nedenle bu konuda Şer’î delil getirilemez ancak durumun izahı yapılır. Mesela; “ölü eti yemek haramdır.” Bu Şer’î bir hükümdür.” Ölü etinin ne olduğunu araştırıp incelemek ise hükmün menatını yani hükümle alakalı konuyu araştırmaktır. Aynı şekilde Müslümanların Halife’yi belirlemelerinin farz oluşu da Şer’î bir hüküm olduğu gibi bu belirlemenin Müslümanların rıza ve tasvibi ile olması da Şer’î bir hükümdür. Ve söz konusu hükümler için Şer’î delil gereklidir. Ancak “Halife’nin seçiminde doğrudan rol alan Müslümanlar kimdir, Müslümanların tasvibi ne zaman gerçekleşmiş olur? Konusu yukarıdaki Şer’î hükümlerin menatı cinsindendir. Yani Şer’î hüküm tarafından çözülecek konu veya vakıadır. Şer’î hüküm, menatın üzerine de intibak edince bu Şer’î hüküm onun için de geçerli olur. Buna binaen hakikatinin beyanı ile ilgili olarak Şer’î hükmün kendisi için geldiği şey incelenir.
Aynı şekilde, bu konuda; “Hükmün menatı hükmün illetidir. Bu nedenle onun hakkında kesin olarak Şer’î delil bulunmalıdır” da denilemez. Çünkü hükmün menatı hükmün illetinden farklı bir şeydir. İllet ile menat arasında büyük fark vardır. İllet hükmün gönderiliş gerekçesidir ve Şer’iat koyucunun amacını içerir. Bunun içindir ki illetten Şer’iat Koyucunun amacının net olarak anlaşılabilmesi için Şer’î delil bulunmalıdır.
Hükmün menatına gelince; o hükmün hakkında geldiği konudur, yani hükmün üzerine uygulandığı delili ve illeti olmayan meseledir. Bir şeyin hükme menat olması demek hükmün ona bağlanması ya da ona ait olması demektir. Yani hükmün çözümü maksadıyla kendisi için geldiği husus olması demektir. Hükmün kendisinden dolayı geldiği husus değildir.
Dolayısıyla hükmün menatı Şer’i hükümde nakli olmayan yöndür. Menatın incelenmesi illetin incelenmesinden başkadır. Zira bir hükmün illetinin anlaşılması ancak illetli olarak gelen nâssın anlaşılması ile mümkündür. Bu ise nakledilenlerin anlaşılmasıdır, menatın anlaşılması değil. Hatta menat nakledilenlerin dışındadır. Ondan kast olunan; Şer’i hükmün kendisine uygulandığı vakıadır. Mesela; “Şarap haramdır” sözü şarabın haramlığına ilişkin bir Şer’î hükümdür. Şer’î hükmün hakkında inip inmediğini yani bir içeceğin haram olup olmadığını ya da şarap tanımına girip girmediğini incelemek ise menatı incelemektir. Onun için hem o içeceğin hem de şarabın hakikati incelenir.
Bir başka örnek; kendisi ile abdest alınabilecek su; kendisine herhangi bir pisliğin karışmadığı temiz sudur. Bu konudaki Şer’î hüküm ise temiz sudan abdest almanın caizliğidir. Kendisi ile abdest alınıp alınamayacağına dair hüküm verebilmek için herhangi bir suyun niteliğini incelemek ise menatın araştırılmasıdır. Yani bir anlamda suyun temizliğinin araştırılmasıdır.
Yine; “abdesti bozulmuş kişinin namaz için tekrar abdest alması gerekir” dendiği zaman kişinin abdestinin bozulup bozulmadığını araştırmak menatın incelenmesidir.
Şatibi, Muvafakat adlı kitabında der ki: “Bu ve benzeri konular menatın belirlenmesini gerekli kılar. Şuna şüphe yoktur ki her olayla ilgili o olaya uygun delilin bulunması zaruridir.”
Yine şöyle demektedir: “Bazen ictihad menatın tespiti ile yapılabilir. Şari’inin konu hakkındaki maksadını bilmeğe gerek yoktur. Arapçayı bilmeğe gerek olmadığı gibi. Çünkü buradaki içtihattan kasıt Şer’î hükmün kastettiği konuyu bilmektir. Buna bağlı olarak denebilir ki; müçtehit incelediği konuya Şer’î hükmü bağlayabilmek için hakkında hüküm gereken konuyu inceleyip kavrayarak içtihadını yapmalıdır.”
Kısaca, menatın incelenmesi Şer’î hükmün konusu ile ilgili şeylerin incelenmesidir. Bu nedenle Şer’î hükmün konusunu inceleyen kişinin Müslüman ya da müçtehit olması şart değildir. Sadece hükmün konusunu iyi tanıyan uzman bir kişi olması yeterlidir.
İşte bu anlatılanlar ışığında; biatları Müslümanların tamamı ya da çoğunluğun rızasına işaret eden Müslümanların kimler olduğunun incelenmesi hükmün menatının incelenmesidir.
İlletin incelenmesi; illetli olarak gelen nâssın anlaşılmasına bağımlıdır. Bu ise; nakledilenlerin anlaşılmasıdır, menat değildir. Hâlbuki menat; nakledilenlerden başkadır. Menattan kastedilen; Şer’î hükmün kendisine tatbik edildiği vakıadır.
Günümüzde seçimlerde kullanılan gizli oy, seçim sandığı, oy sayımı gibi uygulamalar İslâm’ın tasvip ettiği şeyler midir, meselesine gelince: Gizli oy, sandık, sayım gibi üslupların hepsi rızaya dayalı seçim üsluplardır. Onun için Şer’î hükümden sayılmazlar. Hükmün kendisini çözmek için geldiği konu olan Şer’î hükmün menatından da sayılmazlar. Çünkü bu üsluplar, Şer’î hükmün kendilerine uygulanmasına delalet eden bir delilin olmasının kaçınılmaz olduğu kulların fiillerinden değildirler. Bunlar ancak, hakkında Şer’î hükmün geldiği -yani Şer’iat Koyucunun hitabının kendisiyle alakalı olarak geldiği- kulun fiiline ait üsluplardır.
Burada Şer’î hüküm ise; Müslümanların genelinin görüş ortaya koyabilme imkânının olduğu bir durumda rıza ile halifeyi belirlemektir. Dolayısıyla Müslümanların bu üslupları ya da başka üslupları seçmek hakları vardır. Dolayısıyla Müslümanların rıza ve istekleri doğrultusunda Halifelerini seçme farzını gerçekleştirmelerini sağlayacak, hakkında haram kılındığına ilişkin delil bulunmayan her üslubu kullanmaları caizdir.
“Seçim üslupları kulun fiilidir, Şer’î hükme uygun olmalıdır. Bu nedenle üsluplar hakkında hükme delalet eden bir Şer’î delilin bulunması gerekir” de denilemez. Çünkü gerçekleştirilebilmesi için o konuyla ilgili mutlaka bir delil teşkil edecek hükmün bulunması gereken fiiller; ya fiilin aslıdır ya da asıl fiile bağlı ayrıntı konumundaki fiillerdir.
Kendisi ile ilgili genel bir delil değil, özel delilin geldiği fiil asıl olarak alınır. Misal; namazda olduğu gibi. Zira Namazın kılınması ile ilgili delil hastır/özeldir ve kendisi ile ilgili her fiili kapsamaz. Fakat herhangi bir fiilin ayrıntısı olan fiil, aslının yapılması için genel bir delilin geldiği fiildir. Neticede genel delilin kendisi ile ilgili olduğu bütün ikinci dereceden fiillere tatbik edilir. İkinci dereceden yani asıl fiile göre ayrıntı olan bir fiilin haram kılınması için onu haram kılan bir delilin bulunması gerekir ki, bir hüküm asıl fiilin hükmünden çıkan yeni bir hüküm olarak alınabilsin. Tüm üsluplar bu şekilde değerlendirilmelidir.
Bu seçimler meselesinde asıl olan fiil Halife’nin rıza ve isteğe dayalı olarak belirlenmesidir. Belirleme olayının aslından çıkan seçim, oy sayımı, seçim sandığı kullanmak vb. asıl fiile bağlı ayrıntılardır ve asıl hükme bağlanırlar. Bu nedenle haklarında ayrı bir delilin bulunmasına gerek yoktur. Bunların asıl hükmün dışında değerlendirilebilmesi yani haram kılınması delili gerektiren bir konudur. Kula ait, fiillere ait bütün üslupların durumu da budur.
Vesileler ise; oy sandığı gibi araçlardır. Onlar için fiilin değil eşyanın hükmü alınır ve onlara şu Şer’î esas uygulanır: الاصل في الاشياء الاباحة ما لم يرد دليل التحريم “Eşyada asıl olan hakkında haram kılan delil olmadıkça mübahlıktır.”
Metod ile üslup arasındaki farka gelince;
Metod; asıl sayılan ve hakkında özel delilin geldiği fiillerdir.
Üslup ise; hakkında genel delilin bulunduğu asla bağlı ikinci dereceden fiillerdir.
Bu nedenle metot mutlaka Şer’î bir delile dayanmalıdır. Çünkü o Şer’î bir hükümdür. Bu nedenle bir Müslüman herhangi bir metodu, mübah olduğuna dair bir Şer’î delil bulunmaksızın uygulamakta serbest değildir. O metoda ilişkin Şer’î delili bilmek zorundadır.
Diğer yandan üslup Şer’î bir delile dayanmaz. Ancak ona, aslının hükmü uygulanır. Bu nedenle -ola ki Rasulullah SallAllah’u Aleyhi Vesellem uygulamış dahi olsa- belirli bir üsluba bağlanmak farz değildir. Bilakis Müslüman, asıl fiilin uygulanmasına götürdüğü müddetçe her üslubu kullanabilir. Böylece üslup fiil için detay olur. Bu nedenle; ‘üslubu belirleyen fiilin çeşididir.’ denilir.
[1] Mümtehine: 12
[2] Feth: 10
[3] Buhari
[4] Buhari, 2320, 6670; Ahmed b. Hanbel, 17354
[5] Buhari, 6672
[6] Müslim, 3431; Nesei, 4120; Ebu Davud, 3707; Ahmed b. Hanbel, 6212, 6214
[7] Müslim, 3444
[8] Buhari, 3196; Müslim, 3429
[9] Müslim K. İmara H. No: 1851