Haber: Suudi yazar ve düşünür Tevfik Seyf, Şarkul Avsat Gazetesi’nde şu başlık altında bir makale yayınladı: “Dini yönetim modeli bitti mi?” Özeti şöyledir: “Çoğu Müslümanın erdemli bir siyaset modeli olarak gördüğü Hilafet, 20. yüzyılın başından beri ciddi veya arzu edilen bir olasılık olmaktan çıktı. Bu nedenle bırakın düşünürleri ve siyaset alanında çalışanları Müslüman kitleler arasında
Haber:
Suudi yazar ve düşünür Tevfik Seyf, Şarkul Avsat Gazetesi’nde şu başlık altında bir makale yayınladı: “Dini yönetim modeli bitti mi?” Özeti şöyledir: “Çoğu Müslümanın erdemli bir siyaset modeli olarak gördüğü Hilafet, 20. yüzyılın başından beri ciddi veya arzu edilen bir olasılık olmaktan çıktı. Bu nedenle bırakın düşünürleri ve siyaset alanında çalışanları Müslüman kitleler arasında bile bu arayışın içinde olanları bulamazsınız. Bunun hakkında konuşsalar bile, olası bir projeden değil, güzel bir geçmişten bahseder gibi konuşurlar. Bu basitçe Hilafetin modasının geçtiği ve kütüphanelerin bir parçası haline geldiği anlamına gelir. Araplarda modası geçen bir şeye “tarihe karıştı” denilir ve hiç şüphe yok ki Hilafet fikri de böyle oldu.”
Haber:
Ağır ol sayın düşünür! Zira sen, kendinle çelişiyor, gerçeği çarpıtıyor ve arzunuzun kanıtladığını inkâr ediyorsunuz!
Kendisini düşünür olarak niteleyen birinden en az beklenen şey, araştırmak için çaba göstermesi, konu üzerinde geniş bir şekilde düşünmesi, konuyu farklı zaviyelerden ve bakış açılarından ele alması ve aklın, ilmi ve fikri araştırmada bilinen şartları yerine getirdikten sonra hüküm vermeye çalışmasıdır.
Bu makalede, makalenin sunduğu delillerle tartışıp ilmi ve fikri cevap vermek için araştırmaya, düşünmeye, mukayese ve analiz etmeye delalet eden bir şey bulamadık! Görüşünü kanıtlamaya yönelik sunduğu iki gösterge ise şunlardır; Birincisi: İran’daki yönetim modeli ve kadınların başörtüsü takmaya zorlanmasını protesto etmek için şu anda meydana gelenler. İkinci gösterge ise: Taliban hükümetinin son zamanlarda kız çocukları için orta öğretim ve üniversite eğitimini yasaklama kararı. Burada yazarın, makalenin başında Hilafet’in 13 asır boyunca hüküm sürdüğünü onaylamasına rağmen şüphesiz insanlığın tanık olduğu en uzun yönetim ve dost düşmanın gücüne şahit olduğu en büyük devlet olarak kabul edilen böyle bir süreyi bir an olsun ciddi olarak düşünmemesini gerçekten garipsiyoruz. Ancak yazar kardeşimiz hiç düşünmeden bunu bu şekilde aktardı, sonra birdenbire Hilafetin yıkılmasına yöneldi ve yüzeysel olarak şuna karar verdi: “1924’te Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte, artık herhangi bir Müslüman için ciddi ya da değerli bir ihtimal olmaktan çıktı.” Burada yazar, yazmadan önce Hilafetin İslam düşmanları ve işbirlikçilerinin eliyle yıkılmasına yol açan olayları ve bunun öncesinde o dönemin büyük devletini devirmek için kurulan entrikaları ve komploları gözden geçirmemiştir. Sonra yazar, Hilafetin yıkılmasının ardından Müslümanların durumunu mukayese bile etmemiştir ki bu, detaya ve delile ihtiyaç duymayan bir gerçektir.
Yazar şunu da belirtiyor: “Tek istisna, Hilafet fikrine bugüne kadar sadık kalan Hizb-ut Tahrir’dir. Ancak partinin tarihinin kendisi bu açıklamanın kanıtıdır. Zira kamuoyunu bu konuda ikna edemediği gibi kuruluşundan bugüne kadar siyasi hayatta da kendine bir yer edinemedi.” Burada Hizb-ut Tahrir olarak bu fikre sadık kaldığımız için gurur duyduğumuzu teyit ettiğimiz gibi bu fikirdeki kararlılığın ve samimiyetin göstergelerinden birinin, Hizbin siyasi hayatta yer edinme peşinde olmaması olduğunu burada bir kez daha teyit ediyoruz. Zira yazarın kastettiği şeyin, siyasi bir yaşam olmadığını, aksine ümmetin katledilmesi, fikrin kabre gömülmesi ve siyasi intihar olduğunu biliyoruz. Hizbin nazarında siyaset, sadece parlamentoya katılmak, siyasi bir büro açmak veya küfrü onaylayan ve onunla hükmeden bakanlığa katılmak değil işleri İslam esasına göre gözetmektir. Dolayısıyla yazarın bunu bilmesi ve bu fikri açıklığa kavuşturmak için makalesinde kanıtlaması gerekirdi ama burada okuyucuyu yanıltmak ve onun zihnini gerçeklerden uzaklaştırmak istemiştir.
Yazarın şu sözüne gelince: “Çağdaş dini yönetişim modelinin ayırt edici özelliği, Batılı yaşam tarzından etkilenmemiş bir kamusal alan yaratabilmesidir.” Dolayısıyla bu, tamamen bir yüzeyselliği gösteriyor. Zira Hilafetin dini bir yönetim modeli olduğunu belirtmiş, bunun için Taliban ve İran yönetimini göstermiş ve Hilafetin dini bir yönetim olmadığını ve İslam’da din adamları olmadığı gibi İslam’da baba veya ananın olmadığını anlamak için hiç kendini zorlamamıştır! Burada Hilafetin tanımı, onun farz olduğuna dair deliller, bununla ilgili hükümler ve benzerleri gibi Hizb-ut Tahrir’in kültüründe geçenler hakkında kapsamlı bir araştırmaya dikkat çekiyoruz ki yazar bunları, fıkhi ve ilmi bir temelde veya en azından biraz derinlemesine inceleyip tartışsın. Yoksa düşüncede aydınlatma istemiyoruz, aksine biraz çaba sarf edip araştırmasında ciddi olduğunu, gazetenin bir köşesini doldurmakla ya da makalenin kelime sayısınca ücret almakla meşgul olmadığını göstermesi yeterlidir!
Burada yazarı, İslami yönetim için Taliban veya İran’ı model alarak veya şerî hüküm ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin farz olduğunu gösteren kapsamlı şerî deliller hakkında geçenleri araştırmaksızın Hilafeti Osmanlı Devleti’nin son zamanlarıyla sınırlandırarak İslam düşmanlığını gösteren Batı’nın yanıltıcı etkilerinden uzak durması konusunda uyarıyoruz.
Daha ziyade yazarı, Hilafetin tanımı hakkında bu basitleştirilmiş makaleye ve alimlerin ve fakihlerin söylediklerine yönlendiriyoruz, umulur ki böylece yazdıklarını gözden geçirir ve hak yolu bulur.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Yusuf Seleme