Tefviz Muavini Halife’nin kendisi ile birlikte yönetim sorumluluğunu yüklenmek üzere tayin ettiği Muavindir. Halife ona, şeriata uygun olarak içtihadına ve görüşüne göre devletin işlerini yürütme yetkisini verir.

Muavinlerin oluşturulması mübah olan fiillerdendir. Halife’nin sorumlu olduğu işleri yerine getirmekte kendisine yardımcı olacak yardımcılar tayin etmesi caizdir. Hakim’in ve Tirmizi’nin Ebu Saîd el-Hudri’den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: فَأَمَّا وَزِيرَايَ مِنْ أَهْلِ السَّمَاءِ فَجِبْرِيلُ وَمِيكَائِيلُ وَأَمَّا وَزِيرَايَ مِنْ أَهْلِ الْأَرْضِ فَأَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ  “Semadan muavinlerim Cebrail ve Mikaildir. Yeryüzünde benim iki muavinim, Ebubekir ve Ömer’dir.” (Hakim 3046; Tirmizi, 3613) Hadiste yer alan “Muavin” kelimesi sözlük anlamı ile “yardımcılar” anlamında kullanılmaktadır. Kur’an-ı Kerim de bu kelimeyi bu anlamda şöylece kullanmıştır:

واجعل لي وزيرا من أهلي “Ve aile halkımdan bana bir Muavin (yardımcı) kıl.” (Taha 29)

Hadiste yer alan “Muavin” kelimesi, ne tür iş olursa olsun mutlak olarak her türlü iş hususunda her türlü yardımı kapsamaktadır. Hilâfet görevlerinin yerine getirilmesinde Halifeye yardım etmek te bu kapsama girer. Ebu Saîd Hadisi sadece yönetim konusundaki yardımcılarla sınırlı değildir. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in semadaki yardımcıları olan Cebrail ve Mîkail’in yardımlarının yönetimle ilgili konulardaki yardımlarla alakaları yoktur. Bu nedenle hadiste yer alan “iki Muavinim” kelimesi sözlükte kullanıldığı şekilde “iki yardımcım” manasına gelmektedir. Herhangi bir şahsın herhangi bir iş için kendisine Muavinler edinmesi mübah amellerdendir. Aynı şekilde Halife’nin kendisine yardımcı olmak üzere Muavinler tayin etmesi de mübah amellerdendir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ebu Bekir ve Ömer’i Muavin olarak tayin etmesi de bu anlamın dışında değildir. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer’in Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte yönetim görevlerini yerine getirmelerinde bu anlamın dışında bir özellik söz konusu değildir. Onların Muavin olarak yetkiye sahip olmaları, yönetim işlerinde herhangi bir şekilde sınırlamaya tabi olmaksızın her şeyde Allah’ın Rasulüne yardım etmelerinden öte bir anlam ifade etmemektedir.

Halife olduktan sonra Ebu Bekir, Ömer’i kendisine Muavin olarak tayin etmişti. O da Halife’nin ifa ettiği yönetim işlerini ifa ediyordu. Bu da açıkça görülen bir husustur. Hatta bazı sahabeler Ebubekir’e: “Bilemiyoruz. Ömer mi Halifedir, yoksa sen mi?” diye sormaktan kendilerini alamamışlardır.

Ebu Bekir (radiyallahu anh’ın) vefatından sonra da Osman (radiyallahu anh) ve Ali (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh’ın) iki Muaviniydi. Her ikisinin de Ömer’in ifa ettiği yönetim işlerini ifa etme hakları vardı. Ancak güçlü şahsiyeti dolayısıyla Ömer’in Ebu Bekir’e olan yardımcılığındaki belirginlik kadar Ali ile Osman’ın Muavin olarak yardımcılık fonksiyonları o kadar belirgin değildi. Fakat Ali (radiyallahu anh) güçlü şahsiyeti dolayısıyla Ömer’in döneminde birtakım işleri ifa ettiği açıkça görülüyordu. Ömer’in vefatından sonra Ali ile Mervan bin Hakem, Osman’ın iki Muavini idiler. Ali (radiyallahu anh) bazı işlerden memnun olmadığı için biraz uzak duruyordu. Fakat Mervan’ın Osman (radiyallahu anh’ın) Muavini olarak yönetim işlerinde Muavinlik görevini ifa ettiği, yani yönetim işlerini idare ettiği açıkça görülüyordu.

Yönetim işlerinde kendisine yardımcı olmak üzere Halife bir kimseyi Muavin olarak tayin ettiği zaman, kendisine vekaleten tam anlamıyla yetki vermiş demektir. Aldığı bu yetki ile kişi Halife’nin Tefviz Muavini olur. Yetkileri tıpkı Halife’nin yetkileri gibidir. Ancak Muavin bu yetkiye Halife gibi kendi zatından alamaz. Bu yetikleri Halife tarafından kendisine Muavinlik verilmesiyle elde etmektedir. Tefviz Muavini bu yetkiye Halife’nin şu ifadelerden birisini kullanması ile elde eder: “Ben falan kişiyi kendime Tefviz Muavini olarak tayin ettim veya kendime Tefviz Muavini olarak tayin ettim veya bana ait olan hususta bana naib ol” ya da buna benzer ifadeler kullanır. Halife’nin bu ifadeleri kullanması ile kişi Halifeye niyabeten hilafetle ilgili tüm yetkilere sahip olur. El-Maverdi, el- Ahkam es-Sultaniye adlı eserinde bu Muavinliğe “Vezaretü’t-Tefviz: Tefviz Muavinliği” adını vermiş ve bu anlama gelecek şekilde tarif ederken şunları söylemiştir: “Tefviz Muavinliğine gelince; imamın kendi görüşüne göre işleri çekip-çevirmek ve içtihadına göre onlara yürürlük kazandırmak üzere işleri kendisine havale edeceği birisini kendisine Muavin olarak tayin etmesidir.”

Tefviz Muavininin durumu budur. Hilâfetle ilgili bütün işlerde Halife’nin Muavinidir. Halifelik işlerinin tümünü ifa etme yetkisine sahiptir. Bu işi yapmak üzere Halife’nin ona özel olarak yetki vermesi veya vermemesi fark etmez. Çünkü ona genel bir tefviz (yetki) verilmiş bulunmaktadır. Ancak Halifenin, bu Muavinin yaptığı her bir işi dikkatle incelemesi, gözden geçirmesi gereklidir. Çünkü Muavin yardımcıdır. Halife değildir. Tek başına bağımsız olamaz. Aksine küçük olsun büyük olsun Halife bütün işleri dikkatle gözden geçirmelidir. Çünkü yönetim ile ilgili işlerin yürütülmesi doğrudan doğruya Halifeye ait bir görevdir.

Muavinin şer’an vakıadaki bu durumu demokratik düzenlerdeki bakanlığın durumundan tamamıyla farklıdır. Çünkü demokratik düzende bakanlık, hükümet etmek demektir. Hükümet ise fertlerden meydana gelen yönetici sıfatına sahip belli bir topluluğa denir. Onlara göre yönetim topluluğa aittir. Bir kişinin yetkisinde olan bir şey değildir. Yani emirlik bireysel değil toplumsaldır. Belli bir alanda yönetim bütün yetkilerini elinde bulunduran yöneticiler bakanlar kurulunu oluştururlar. Onlardan herhangi birisi mutlak olarak yönetimin tüm yetkilerini elinde bulunduramaz. Yönetimin tüm yetkileri bir bütün olarak bakanlar kurulunun elindedir. Tek bir bakan ise ancak bakanlar kurulunun kararlaştırdığı yönetimin belli ve özel bir alanında yetkilidir. Bu alanda kendisi için belirlenmemiş yetkiler bakanlar kurulunun elindedir. Bu alanda bakanın hiçbir yetkisi yoktur. Örneğin Adalet Bakanı bakanlığı bünyesinde bir takım yetkilere sahip olmakla birlikte yine bakanlığı bünyesinde yetkili olmadığı işler de bulunmaktadır. Bunlar bakanlar kurulu tarafından belirlenir. İşte demokratik düzenlerde bakanlığın vakıası budur.

Bu açıklamalar İslâm nizamındaki Muavinlik ile, demokratik sistemdeki bakanlığın birbirinden tamamen farklı olduğu açıkça ortaya koymaktadır. Yani İslâm düzenindeki yardımcı anlamına gelen “Muavin” kelimesi ile, demokratik düzenlerdeki Muavin, “bakan” kelimesi arasındaki fark açıkça görülmektedir. İslâm düzeninde Muavin ve Muavinlik kelimelerinin anlamı, istisnasız olarak bütün işlerinde Halife’nin Muavini demektir. Muavin bu işleri ifa eder, Halife de onun yaptıklarını gözetip tetkik eder. Bu görev ferdidir ve bunu fert elinde tutar. Hatta Halife’nin bir bütün olarak sahip olduğu bu yetkiler birden çok kimseye verilecek olsa dahi durum yine değişmez. Demokratik sistemdeki bakanlar fert değil topluluktur. Demokratik düzende “bakan” yönetimin ancak belli bir yönünü elinde bulundurur. Tümünü eline bulunduramaz. İşte bundan dolayı İslâm’da “Muavin” ve “Muavinlik” kavramları ile, demokratik düzendeki “bakan” ve “bakanlık” kavramları arasındaki fark gayet açıkça ortadadır. Madem ki Demokrasinin “Muavin” ve “Muavinlik” yani “bakan” ve “bakanlık” kelimelerine verdiği anlam insanlar arasında yaygın olarak belli bir şekilde anlaşılmaktadır ve bu kelimeler kullanıldığı takdirde ancak demokratik anlamlar akla gelmektedir; bu karışıklığın önlenmesi ve yalnızca şer’i anlamın ortaya konulması için Halife’nin Muavini hakkında herhangi bir kayıt eklemeksizin mutlak olarak Muavin ve Muavinlik kelimesinin kullanılması doğru değildir. Bu nedenle Halife’nin Muavini için Muavin kelimesinin gerçek anlamını ifade eden “muavin” yani “yardımcı” kelimesinin kullanılması veya “Muavin” ya da “Muavinlik” kelimelerinin demokratik anlamıyla anlaşılmasını önleyecek, yalnızca İslâmi anlamı çağrıştıracak bir kelime ile birlikte kullanılması gerekmektedir.

Bu açıklamalara göre yardımcı, devletin bütün işlerinde ve İslâm’ın egemenliği altında bulunan ülkenin her bir tarafında Halife gibi hareket etme yetkisine sahip olan kimse anlamına gelmektedir. İşte bundan dolayı fakihler Halife Muavinine, kendisine vekil olmak üzere genel bir şekilde “Tefviz Muavini” demişlerdir. O halde Muavinin görevi gerçekte Halife’nin naibliğini (vekilliğini) yapmaktır ve bu vekillik devletin bütün işlerinde genel olmalıdır. O halde bu yardımcı (muavin) bir yöneticidir.

Tefviz Muavininde Aranan Şartlar

Tefviz Muavininde Halifede aranan şartlar aranır. Yani onun da erkek, hür, Müslüman, baliğ, akıllı ve adaletli olması gerekir. Buna ek olarak kendisine havale edilecek işlerde yeterli niteliklere sahip kişilerden olması da şarttır.

Bu şartların delilleri, Halifede aranan şartların delilleriyle aynıdır. Tefviz Muavininin erkek olması Peygamber’in şu buyruğu ile gerekmektedir: لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمُ امْرَأَةً “İşlerinin idaresini bir kadına veren toplum, asla iflah olmaz.” (Buhari 4073, 6570; Tirmizi, 2188, Nesei, 5293; Ebu Bekir’den rivayet edilmiştir.)

Aynı şekilde hür olmalıdır. Çünkü köle bizzat kendi işlerinde tasarruf imkanına sahip değilken, başkalarının işlerini yönetme konumuna gelmesi mümkün değildir.

Baliğ de olmalıdır. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem): رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاثَةٍ عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَشِبَّ وَعَنِ الْمَعْتُوهِ حَتَّى يَعْقِلَ “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, baliğ oluncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden.” diye buyurmuştur. (Tirmizi 1343)

Akıllı olmalıdır. Çünkü aynı hadiste “akıllanıncaya kadar deliden” diye buyrulmuştur.

Adaletli de olmalıdır çünkü yüce Allah’u Teâla şahitlikte adaleti şart koşmuş ve şöyle buyurmuştur: “Sizden adaletli iki kişiyi şahit tutunuz.” (Talak 2) Şahidin adil olması şart olduğuna göre Halife Muavininde böyle bir şartı öngörmek öncelikle söz konusudur. Aynı şekilde Muavinin yönetim işlerinde yetkin kimselerden olması da şarttır. Ta ki böylece, Halifelik görevlerini omuzlamakta ve yönetim sorumluluklarını taşımakta Halifeye yardımcı olma imkanını bulabilsin.

Tefviz Muavinini Görevlendirme Şartları

Tefviz Muavini görevlendirilirken görevlendirme işlemi iki şartı kapsamalıdır: Birincisi; nezaret edeceği islerin genelliği, ikincisi ise vekalettir. Bu nedenle Halife’nin “Tefviz Muavinine” söyle demesi gerekir: “Benim elimde bulunan yetkilerle bana vekaleten seni görevlendiriyorum.” Ya da bu anlama gelebilecek, hem genel olarak nezaret edeceği isleri kapsayacak, hem de vekilliği kapsayacak lafızlar kullanmalıdır. Bu şekilde görevlendirilmeyen kimse ne yardımcı olabilir ne de yardımcı yetkilerine sahip olabilir.

Bunun delili ise Muavinin yapacağı isin vakıadaki durumudur. Muavin Halife’nin vekilidir. Buradaki vekillik ise bir akittir. Akitler ise ancak açık ifadelerle sahih olur. Bundan dolayı Muavinin, Halife adına vekalete delil olabilecek lafızla görevlendirilmesi şarttır. Ayni şekilde yardımcı, vakıası itibari ile Halife’nin yönetimde sahip olduğu bütün yetkilere sahiptir. Buna göre görevlendirmenin her hususta genel olması kaçınılmazdır. Yani görevlendirme genel olarak bütün islere nezarete delalet edebilecek bir lafzi ihtiva etmelidir. Mesela Halife ona söyle demelidir: “Benim elimde bulunan yetkileri bana vekaleten sana veriyorum.” Veya “seni, vekil olarak görevlendirip Muavinim yapıyorum” veya buna benzer sözler söylemelidir. Eğer bütün islere nezaret yetkisini bu yardımcıya verir fakat, “bana vekaleten” demeyecek olursa bu akit, veliahtlık akdi olur. Muavinlik akdi olmaz. Veliahtlık batıl olduğundan bu akit de batıl olur. Şayet yalnızca “vekillik” kelimesini kullanır ve açıktan açığa bütün islere nezareti ifade etmeyecek olursa, onu vekil tayin ettiği alan genel midir, özel midir, tenfizi yardımcılığı mıdır, Tefviz Muavini midir gibi hususları müphem birikmiş olur. O bakımdan bu lafızla da Muavinlik akdi gerçekleşmez. Şayet ona, yargı islerinde bana vekillik yap, yahut güvenlik islerinde veya öğretim eslerinde bana vekillik yap ve buna benzer sözler söyleyecek olursa, Muavinlik akdi yine gerçekleşmez ve bu kişi de yardımcı olamaz. Bu nedenle Tefviz Muavininin görevlendirilmesinde Muavinin vakıasına delalet edecek lafızların kullanılması kaçınılmazdır. Bu da Halife adına “vekillik” (naiplik)tir ve “Halifeye ait bütün yetkilerin verildiğini” ifade edecek sözlerdir. Yani Tefviz Muavininin Muavinlik akdinin gerçekleşmesi için su iki şartı kapsayan lafızlarla olması zorunludur. Bunlardan birisi “genel olarak bütün islere nezaret”, ikincisi ise “vekalettir”. Eğer kullanılan ifadeler açıkça bu iki şartı kapsamıyorsa, Tefviz Muavininin Muavinlik akdi tahakkuk etmez. Muavin tayini mübahlardan olduğuna göre Halife’nin bir kişiyi veya birden çok kişiyi yardımcı tayin etmesi caizdir. Birden fazla Tefviz Muavininin tayin edilmesi her ne kadar caiz ise de, Tefviz Muavininin üstleneceği görev, vakıası itibari ile yönetimde Halife’nin sahip olduğu tüm yetkilere sahip olmayı gerektirdiği için vakıa, Tefviz Muavininin bir kişi olmasını gerektirmektedir. Ancak Halife birden fazla Tefviz Muavini tayin edecek olursa, bunların her biri Halife’nin tüm yetkilerine sahip olacağı için Halife’nin iki yardımcıyı genel velayetle tayin etmesi caiz değildir. Çünkü yönetim velayeti ferdidir. Şayet böyle bir tayinde bulunacak olursa her ikisinin de tayini bir arada batıl olur. Çünkü Tefviz Muavini tayini bir emirin görevlendirilmesi demektir. Emir görevlendirmek ise ancak bir kişi için söz konusudur. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in: فَلْيُؤَمِّرُوا أَحَدَهُمْ “Birilerini emir tayin etsinler.” (Ebu Davud 2241, 2242) إِلا أَمَّرُوا عَلَيْهِمْ أَحَدَهُمْ “Muhakkak içlerinden birisini emir tayin etsinler.” (Ahmed b. Hanbel, 6360) hadisleri emirliğin sıhhat şartlarındandır.

Tefviz Muavininin Görevi

Tefviz Muavini kararlaştırdığı uygulamaları Halifeye arz eder. Sonra da yaptığı uygulamalar ile gerçekleştirdiği yetki ve görevlendirmeler hakkında Halife’nin mütalaasını ister. Ta ki, yetkilerinde Halife gibi olmasın. Onun çalışma şekli, Halife’nin mütalaasına sunduğu iş Halife tarafından uygulamadan kaldırılmadıkça yürürlüğü devam etmektir.

Bunun delili Muavinin vakıasıdır. Yani o, Halife’nin vekili olmasından dolayı bu şekilde hareket etmek zorundadır. Vekil, yaptığı işi kendisini vekil tayin eden yerine ifa eder. Bu nedenle vekilin, Halifeden bağımsız olması söz konusu değildir. Tıpkı Ömer’in Ebu Bekir’in Muavini iken yaptığı tüm işlerinde Ebu Bekir’i haberdar ettiği gibi Tefviz Muavini da bütün işlerinde Halife’nin mütalaasını alır. Zira Ömer, bütün görüşlerinden Ebu Bekir’i haberdar eder ve onun görüşüne uygun olarak uygulamalarda bulunurdu. Mütalaasını almanın anlamı ise, en ufak teferruatta da ondan izin almak değildir. Böyle bir şey Muavinin vakıasına aykırıdır. Mütalaasını almanın anlamı ise, o iş hususunda onunla konuyu müzakere etmektir. Herhangi bir bölgeye yetenekli bir valinin tayin edilmesine duyulan ihtiyaç yahut da insanların şikayetçi olduğu piyasadaki yiyecek azlığının ortadan kaldırılması, ya da bunların dışında kalan devletin bütün işleri gibi hususlarda onunla müzakere etmektir. Ya da bu gibi konuları ona mücerret olarak arz eder ve böylelikle bu hususlara onun muttali olmasını ve bunun ne anlama geldiğini bilmesi şeklinde gerçekleşir. Böylelikle bu mütalaa konuyla ilgili varid olmuş bütün tafsilatı ifa etmesi için yeterli olur. Uygulamaya geçmek için ayrıca izin verilmesine ihtiyaç yoktur. Fakat bu mütalaanın uygulanmamasına dair emir verilecek olursa, onu uygulamaya koyması sahih değildir. Mütalaa yalnızca bir şey sunmak veya bu hususta onunla müzakere etmektir. Yoksa onu yerine getirmek için izin almak değildir. Bu nedenle Halife bu mütalaayı uygulamaya koymasını durdurmadığı sürece, Muavinin uygulamaya koyma hakkı vardır.

Halife’nin Tefviz Muavininin yaptıklarını ve işleri evirip çevirmesini yakından takip etmesi gerekir. Böylelikle doğru olanı kabul etsin, hatalı olanı da telafi edebilsin. Çünkü esasında ümmetin işleri Halifeye havale edilmiştir ve bizzat onun içtihadına bırakılmıştır.

Halife’nin raiyyesinden sorumlu olduğunu bildiren hadis gereğince de Halife ümmetin işlerinin tümünden doğrudan sorumludur. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: الإمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ “İmam bir çobandır ve güttüklerinden sorumludur.” (Buhari 2232; Ahmed b. Hanbel, 5753) İşlerin çekip çevrilmesi Halifeye havale edilmiştir. Raiyyeden sorumlu olan odur. Tefviz Muavini ise raiyyeden sorumlu değildir, o yalnızca yerine getirdiği işlerden sorumludur. Raiyyeden sorumluluk ise yalnızca Halifeye aittir. Bundan dolayı Halife’nin, Muavinin işlerini ve yönetimini yakından izlemesi bir görevidir. Böylece raiyeye karşı sorumluluğunu yerine getirebilsin. Üstelik Tefviz Muavini yanlışlık yapabilir. Dolayısıyla içine düştüğü yanlışlıkları telafi etmesi Halife için kaçınılmazdır. O halde onun bütün işlerini yakından izlemesi kaçınılmaz bir şeydir. Bu iki husus dolayısıyla; yani raiyyenin sorumluluğunu yerine getirmek ve Tefviz Muavininin yanlışlıklarını telafi etme gereği dolayısıyla Halife, Muavinin bütün işlerini yakından izlemesi gereklidir.

Tefviz Muavini herhangi bir işi planlayıp Halife de onu kabul ederse, Halife’nin kabul ettiği şekilde fazlasız ve eksiksiz olarak onu uygulama hakkına sahiptir. Halife daha önce kabul etmiş olduğu bir hususu geri döndürüp yardımcıya itiraz edecek olursa duruma bakılır. Eğer Halife’nin vazgeçtiği husus, uygun görülen şekliyle uygulanan bir hükme ait ya da hakkına uygun bir şekilde yerine koyduğu bir mala ait ise, Tefviz Muavininin görüşü geçerli kabul edilir. Çünkü bu görüş aslı itibariyle Halife’nin görüşüdür. Halife’nin ise bu gibi uygulanmış olan hükümleri ve harcanan malları bozma yetkisi yoktur. Eğer Muavinin yaptığı uygulama başka bir alanda ise; bir valiyi görevlendirmek, yahut bir orduyu donatmak gibi bir hususa ait ise Halife’nin Tefviz Muavinine itiraz etme yetkisi vardır ve bu durumda uygulama lağvedilir. Çünkü Halife’nin bizzat kendisinin de bu işleri düzenleme ve telafi etme hakkı vardır. O halde Muavinin yaptığı bu türden işleri de düzeltme hakkı olmalıdır.

Böylelikle Tefviz Muavininin görevi ne şekilde yerine getireceğini, Halife’nin de Muavinin işlerini ne şekilde takip edeceğini açıklamış olduk. Bu açıklamalar, Halife’nin vazgeçmesi caiz olan ile vazgeçmesi caiz olmayan işlerden alınmıştır. Çünkü Tefviz Muavininin işleri Halife’nin işi olarak kabul edilir. Tefviz Muavininin Halife gibi yönetme ve yöneticileri tayin etme hakkı vardır. Çünkü hüküm vermek için aranan şartlar onda mevcuttur. Mezalim davalarına bakması ve bu konularda başkasını vekil tayin etmesi de caizdir. Çünkü mezalim mahkemelerine bakmak için aranan şartlara da sahiptir. Bizzat cihada katılması caiz olduğu gibi bunu yönetecek bir kimseyi görevlendirmesi de caizdir. Çünkü onda, savaş için aranan şartlar bulunmaktadır. Planladığı işleri bizzat uygulaması caiz olduğu gibi, onları uygulamak için başkasını vekil tayin etmesi de caizdir. Çünkü görüş oluşturma ve planlamak için aranan şartlar onda bulunmaktadır. Ancak tüm bunlar, Muavinin yaptığı işler Halife’nin mütalaasına sunulmuş olduğu sürece Halife tarafından yürürlükten kaldırılmasının sahih olmadığı anlamına gelmez. Muavin, Halife’nin sahip bulunduğu yetkilere sahiptir. Fakat bu yetkileri Halifeye vekaleten elinde bulundurur, ondan bağımsız olarak elinde bulunduramaz.

Buna göre Halife’nin daha önce uygun gördüğü hususlarda Muavinine itiraz etmesi, daha önce yapmış olduğu bir takım işleri uygun görmemesi mümkündür. Ancak bu gibi itiraz ve lağvetmeler bizzat Halife’nin kendisi için dönmesi caiz olan işlerle sınırlıdır. Eğer yardımcı herhangi bir hükmü uygun şekliyle uygulamış yahut bir malı konulması gereken hak yere koymuş ise daha sonra Halife gelip uygulamadan sonra bu hususta yardımcıya karşı itiraz edecek olursa bu itirazının bir değeri yoktur. Aksine Muavinin uygulaması geçerli kabul edilir, Halife’nin görüş ve itirazı reddedilir. Çünkü o, aslı itibariyle Halife’nin görüşüdür. Böylesi durumlarda Halife’nin görüşünden dönmesi veya uygulaması tamamlanıp bitmiş bir şeyi ilga etmesi sahih olmaz. O halde böyle bir işteki Muavinin uygulamasını lağv etmesi de sahih değildir. Ancak yardımcı bir vali, memur, ordu komutanı tayin etmiş, ya da bunların dışında bir atamada bulunmuşsa veya ekonomi politikasını belirlemiş, askeri veya sanayi planlamasında bulunmuş ya da buna benzer bir iş yapmış ise Halife’nin bu tür uygulamaları iptal etmesi caizdir. Her ne kadar bu uygulamalar bir anlamda Halife’nin görüşü olarak kabul ediliyorsa da durum değişmez. Halife’nin bizzat kendisi bu işi yapmış olsaydı bundan dönmesi caiz olduğuna göre naibinin yaptığını iptal etmesi de caizdir. O halde Halife böyle bir hususta vekilinin uygulamaların iptal edebilir. Bu husus ile ilgili kaide şudur: “Halife’nin bizzat kendisinin yaptığı işler arasında telafi edip düzeltmesi mümkün olan her bir işi Muavini tarafından yapılması halinde onu telafi edip düzeltmesi de mümkündür. Halife’nin kendisi yapıp da telafi etmesi, düzeltmesi caiz olmayan her bir işin Muavini tarafından yapılması halinde de telafi etmeye kalkışması caiz değildir.”

Tefviz Muavini, eğitim işleri, ordunun teçhizi ve silahlandırılması gibi özel olarak herhangi bir bölüm ile görevlendirilmesi söz konusu değildir. Çünkü onun velayet yetkisi geneldir. Aynı şekilde o, idari işleri doğrudan doğruya yerine getiremez. Bununla birlikte onun idari mekanizma üzerindeki kontrolü Halife gibi genel bir kontroldür. Eğer belli bir alanda tayin yapılacak olur ise bu tayin ile Muavinlik akdi tamamlanmış olmayacağı için Halife’nin Muavini da olamaz. Çünkü tayin özel bir alanlı sınırladır, tüm işlere bakmayı kapsamamaktadır. Oysa Tefviz Muavininin tayininde tüm işlere batma şartı yer almaktadır.

Baş kadının tayinine gelince: Baş kadı, yargı konusunda Halifeye yardımcı tayini değildir. Ordu komutanlığı, zekat toplama emirliği ve buna benzer bir işe tayin gibi belli bir vilayet alanına nezaret edecek birisini tayindir. Diğer vilayetlere tayin edileceklerin akdi nasıl oluyorsa bu da böyle akdedilir. Tefviz Muavini tayininde aranan şartlar bunlarda aranmaz. Baş kadı, kadı tayin yetkisi kendisine verilmiş kadıların durumlarını tetkik edip nezaret etme ve insanlar arasında hüküm verme yetkisi verilmiş emirdir, bir yardımcı değildir. Buna göre Tefviz Muavininin görevinin her hangi bir idari alan ile tahsis edilmesi doğru değildir. Eğer belli bir idari alan göre tahsis edilecek olursa, tayin akdi batıl olur. Çünkü Tefviz Muavininin görevlendirilmesinin sahih olma şartı “akit” olmasıdır. Yani birisi genel olarak bütün hususlara nezaret, diğeri de vekalet olmak üzere iki şartı kapsayan sarih (açık) ifadelerle yapılmasıdır. Görevinin herhangi bir idari alan ile tahsis edilmesi ise, bu iki şarttan birini ortadan kaldırır. Dolayısıyla tayin akdi de batıl olur. İdari işleri bizzat yerine getirmesinin caiz olmayışına gelince, İdari işleri fiilen yerine getirenler ücretle çalışan insanlardır. Bunlar yönetici değildir. Tefviz Muavini ise yöneticidir. Tefviz Muavini ücretle çalışan kimse değildir. Onun işi, yapılan işleri gözetmek, nezaret etmektir. Yoksa işçilerin yerine getirmek üzere ücretle tutulduğu işleri yerine getirmek değildir.

Tefviz Muavininin idari işleri bizzat yapmamasının nedeni budur. Ancak bu ifade, herhangi bir idari işi yapmasının yasak olduğu anlamına gelmez. Tefviz Muavini yalnızca idari işler ile ilgilenmez. O, bütün işlere nezaret etme hakkına sahiptir.