Vali, Halife tarafından; hilafet devletinin vilayetlerinden birisinin başına yönetici ve emir olmak üzere tayin ettiği kişidir.
Devlet, egemenliği altındaki toprakları bir takım birimlere ayrılır. Bu birimlerin her birisine “vilayet” adı verilir. Her bir vilayet de yine “âmillik” adı verilen birimlere ayrılır. Vilayetin yöneticisine “vali” veya “emir”, âmilliklerin yöneticilerine de “âmil” veya “hâkim” (yönetici) denilir.
Valiler yönetici sınıfından sayılırlar. Çünkü “vilayet” kelimesi burada hükmetmek, yönetmek anlamına gelmektedir. El-Kamusu’l-Muhit’te şunlar söylenmektedir: “Bir şeye valilik etmek demek (mastar olarak), yönetmek demektir. Vilayet ise; sınırları belli emirlik ve yönetim alanı üzerindeki egemenlik anlamındadır.”
Valilik görevi, ya Halife tarafından ya da böyle bir görevlendirmede onun yerine vekalet eden kimse tarafından verilmelidir. Buna göre vali, ancak Halife tarafından tayin edilebilir. Vilayette veya emarette yani vali ya da emirlerde asıl olan Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem.)in uygulamasıdır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem.)’in beldelere vali tayin ettiği ve onlara o bölgelerde yönetim hakkını verdiğini görüyoruz. Muaz b. Cebel’i Cened’e, Ziyad b. Lebid’i Hadramevt’e, Ebu Musa el-Eşari’yi de Zebid ve Aden’e vali tayin etmişti.
Vali, Halife’nin vekilidir. O, Halife’nin kendisine vekaleten verdiği işleri, vekalete göre yerine getirir. Şeriatta vilayet için muayyen bir sınır yoktur. Buna göre Halife’nin yönetim işlerinden herhangi birisinde kendi yerine vekil olarak tayin ettiği herkes, Halife’nin valilik görevine tayin ederken belirlediği lafızlarla uygun olarak o işte vali sayılır. Ancak, belde valiliği ya da emirlikler belli bir yerle sınırlıdır. Çünkü Rasul (Sallallahu aleyhi ve sellem), valinin yönetim alanını ve yerini sınırlandırıyordu. Yani emire, emirlik görevini verirken sınırlarını da belirliyordu.
Valilik genel ve özel olarak üzere iki türlü olur. Genel valilik, vilayetteki yönetim işlerinin tümünü kapsar. Genel valilikte atama, Halife’nin o kişiye bir beldenin veya bölgenin yönetimini, tüm ahalisi üzerinde yönetme yetkisini, yönetimi ilgilendiren diğer işlere bakma yetkisini vermesidir. Bu durumda vali, bölge işlerinin genelini gözetme ve idare etme yetkisine sahip olur.
Özel emirlikte, emirin yetkileri ve sorumlulukları sınırlıdır. Böyle bir vali, o bölge veya belde sınırları içerisinde orduyu düzenleme, tebaanın işlerini gözetme, can, mal, namus ve sınır güvenliğini sağlama gibi görevi, belli işlere bakmakla sınırlıdır. Bu durumdaki bir vali yargı işlerine bakamaz. Haraç ve zekat toplayamaz. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in uygulamalarına baktığımız zaman bazı kişileri genel vali, bazılarını da özel vali olarak görevlendirdiğini görürüz. Örneğin, Amr b. Hazm’ı Yemen’e genel vali olarak tayin etmiştir. Ali b. Ebu Talib’i ise Yemen’de hâkimlik yapmak üzere özel bir görevle görevlendirmiştir.
Ondan sonra gelen Halifeler de bu yolu izlemişlerdir. Onlar da kimi zaman genel vali tayin ediyorlardı. Mesela Ömer b. el-Hattab, Muaviye b. Ebu Süfyan’ı genel vali olarak tayin ettiği gibi. Özel olarak vali tayin ettikleri de oluyordu. Mesela Ali b. Ebi Talib ile Abdullah b. Abbas’ı Basra’da mali konular dışındaki işlere, Ziyad’ı da yalnızca mali işlerin başına vali olarak görevlendirmişti.
İlk dönemlerde valilik iki kısımdı: Namaz valiliği ve harac valiliği. Bu nedenle tarih kitaplarının açıklamaları arasında emirlerin valilikleri ile ilgili olarak birisi namaz valiliği diğeri ise namaz ve haraç valiliği olmak üzere iki tabir kullandığını görmekteyiz. Yani tayin edilen emir ya namaz ve haraç emiri oluyordu ya da yalnızca namaz emiri oluyordu. “Namaz emiri” ya da “namaz valiliği” tabiri yalnızca insanlara namazda imamlık yapmak anlamına gelmemektedir. Bu kelime mali konular dışında kalan bütün alanlarda valilik yapma anlamında kullanılmaktadır. Namaz kelimesi mali işler dışında kalan tüm işlerde insanları yönetme yetkisine sahip olmaları anlamına gelmektedir. “Namaz” ve “harac” niteliklerini bir arada taşıyan kimsenin valiliği genel valilik sayılmaktadır. Eğer valiliği yalnızca namaz veya harac ile sınırlı ise bu taktirde valiliği özel bir valilik sayılmaktadır. Her ne surette olursa olsun özel valilikte Halife’nin yapacağı düzenlemeler esastır. Özel valiliği yalnızca haraca tahsis edebileceği gibi, yalnızca yargıya da tahsis edilebilir. Mali konuların, yargıyı ve orduyu ilgilendiren konuların dışındaki alanlarda tahsis etme hakkına da sahiptir. Halife, devletin veya valiliğin idaresi açısından hayırlı gördüğünü yerine getirir. Çünkü şeriat, valinin görevlerini belli işlerle sınırlandırmadığı gibi yönetimle ilgili tüm yetkiye sahip olmasını da gerek görmemiştir. Şeriat, vali veya emirin görevinin yönetimi ve otoriteyi ilgilendiren işler kapsamına girdiğini ve bu hususlarda Halife’nin vekili olduğunu belirlemiştir. Bu konuda getirdiği diğer bir sınırlama ise, emirin belli bir bölgenin emiri olduğu şeklindedir. Bu sınırlamalar ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem.)’in uygulamalarıyla ortaya çıkmıştır. Allah’ın Rasülü Halifeye, genel vali tayin etme yetkisini de uygun göreceği işler üzerinde özel vali tayin etme yetkisini de tanımıştır. Bu da Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in uygulamalarında açıkça görülen bir husustur.
İbni Hişam’ın siret’in’de geçtiği üzere Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ferve bin Müseyk’i, Murad, Zebid ve Müzhic kabilelerine vali olarak görevlendirmiş beraberinde Halid b. Saîd b. el- As’ı da zekatları toplamakla görevli olarak göndermiştir. Yine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in hem idari hem de mali konularda yetkili olmak üzere Ziyad b. Lebid El-Ensari’yi Hadramevt’e gönderdiği rivayet edilmektedir. Zekatları ve cizyeyi toplamak üzere Ali b. Ebu Talib’i Necran’a ve Hâkim’in Müstedrekinde geçtiği üzere Yemen’e de kadı olarak göndermiştir. El-İstiabda’da ise Muaz b. Cebel’in, insanlara Kur’an’ı ve İslâm şeriatını öğretmek, aralarındaki anlaşmazlıklara hükmetmek ve aynı zamanda da Yemen’de bulunan âmillerden zekatları almak üzere Cened’e gönderildiği yazılmaktadır. Yine İbni Hişam, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in Uhud savaşına çıktığı zaman İbni Ümmü Mektum’u Medine’de namaz kıldırmakla görevlendirdiğini yazmaktadır.
Valilerin Tayini ve Azledilmeleri
Valiler; Halife tarafından, âmiller ise hem Halife hem de bu konuda yetki verdiği taktirde valiler tarafında tayin edilir. Valilerde ve âmillerde, Halife yardımcılarında aranan şartlar aranır. Valilerin de erkek, hür, akil, baliğ, Müslüman ve adil olmaları kaçınılmazdır. Ayrıca kendilerine verilen görevleri ifa edebilecek yeterlikte olmaları da gerekir. Takva ve güç sahibi kimseler arasından iyi olanları bulunup tayin edilir.
Valileri veya belde emirlerini görevlendirme işini bizzat Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) yerine getiriyordu. Amr b. Hazm’ı vali olarak görevlendirmesinde olduğu gibi valileri, vilayetin tümünden sorumlu olarak gönderiyordu. Onu bütün Yemen’e vali tayin etmişti. Bazen de her emiri vilayetin belli bir bölümüne tayin ederdi. Muaz b. Cebel ve Ebu Musa’yı bu şekilde tayin etmişti. Onların her birisini birbirinden bağımsız olmak üzere Yemen’in iki farklı bölgesine göndermiş ve onlara şöyle demişti: يَسِّرَا وَلا تُعَسِّرَا وَبَشِّرَا وَلا تُنَفِّرَا “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhari 2811, 3996, 3997, 5659, 6637; Müslim, 3263; Ahmed b. Hanbel, 18908)
Bir başka rivayette ise “gönüllü olarak hizmet edin” ifadesi yer almaktadır. Valinin kendi vilayeti içerisinde âmiller tayin etmesi, Halife’nin vali tayininde valiye, âmil görevlendirme yetkisini tanımasına bağlı bir olaydır.
Valilerde, Halife yardımcılarında aranan şartların aranmasına gelince: Bu şartlar, yönetim hususunda valinin, Halife’nin yardımcısı gibi oluşundan çıkartılmış bir hükümdür. Vali de yönetici kapsamına giren görevlilerdendir. Bu nedenle Halifede veya yardımcılarında aranan şartlar onda da aranır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu hadisine binaen valinin erkek olması şartı vardır: لَنْ يُفْلِحَ قَوْمٌ وَلَّوْا أَمْرَهُمُ امْرَأَةً “Yönetim işlerini bir kadına teslim eden toplum iflah olmaz.” (Buhari 4072, 6570; Tirmizi, 2188; Nesei, 5293) Hadis-i şerifte yer alan “vilayet” kelimesinden kasıt ise yönetimdir. Buna delil ise Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “İşlerinin başına” ifadesidir. “İşleri” kelimesi ise “vali” ve “vilayet” ile birlikte kullanılacak olur ise, bu kelimelerle yönetim kastedilir. Valinin hür olmasının şart oluşu ise, kölenin bizzat kendisinin sahibi olmadığından dolayı, başkasına yönetici olmayacağı dolayısıyladır. Müslüman olması ise yüce Allah’ın: ولن يجعل الله للكافرين على المؤمنين سبيلا “Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhinde asla bir yol bırakmaz.” (Nisa 141) ayeti dolayısıyladır.
Baliğ ve akil olması ise şu Hadis-i şerif dolayısıyladır: رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاثَةٍ عَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَبْلُغَ … وَعَنِ الْمَعْتُوهِ حَتَّى يَبْرَأَ “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır. Bunlardan: Baliğ oluncaya kadar küçük çocuktan … ayıkıncaya kadar da deliden.” (Ebu Davud 3824) Üzerinden kalemin kaldırıldığı kimse ise, mükellef değildir. Kalemin kaldırılması, hükmün de kaldırılması demektir. O halde böyle bir kimsenin hükümleri uygulamakla görevlendirilmesi sahih olmaz. Aynı şekilde valinin adaletli bir kimse olması da şarttır. Çünkü yüce Allah, şahidin adil olmasını şart koşmuştur. Yüce Allah’ın; يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onu iyice araştırın.” (Hucurat 6) ayeti gereğince yöneticide bu şartın aranması ise öncelikle söz konusudur. Bu ayette bizlere fasık bir kimsenin sözünü iyice araştırmamızı emretmektedir. Hâkimin hükmü ise araştırma söz konusu olmaksızın alınması icap eder. Öyleyse hâkimin (yöneticinin) sözü kabul olunmayan ve hükmettiği taktirde hükmü araştırılması gereken kimselerden olması caiz değildir.
Diğer taraftan valinin kendisine havale edilen yönetim işlerini yerine getirebilecek güç ve yeterlilikte olması da şarttır. Çünkü, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), kendisini vali olarak tayin etmesini istediğinde Ebu Zerr el-Ğıfari’ye: إِنِّي أَرَاكَ ضَعِيفًا “Ben, seni zayıf görüyorum…” (Müslim 3405; Nesei, 3607; Ebu Davud, 2484; Ebu Zer’den rivayet edilmiştir.) demiştir. Bir başka rivayette de ona şöyle söylemiştir: يَا أَبَا ذَرٍّ إِنَّكَ ضَعِيفٌ وَإِنَّهَا أَمَانَةُ “Ey Ebu Zer, şüphesiz sen zayıfsın ve şüphesiz ki bu bir emanettir.” (Müslim 3404; Ebu Zer’den rivayet etmiştir. İşte bu da yönetim işlerinin yükünü omuzlamaktan zayıf ya da aciz olan bir kimsenin vali olamayacağının delilidir.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), valilerini yönetime elverişli takvası ile tanınmış, ilim sahibi kimseler arasından seçmeye çalışırdı. Yönetimleri altındakilere güzel uygulamalarda bulunacak, yönettiklerinin kalplerine imanı ve devletin heybetini yerleştirecek kimseler arasından seçerdi. Süleyman bin Büreyde, babasından şu hadisi rivayet etmektedir: “Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), bir ordu veya bir seriyyenin başına komutan tayin etti mi; ona özel olarak kendisi hakkında Allah’tan korkmasını, beraberinde bulunan Müslümanlar hakkında da hayır tavsiyede bulunurdu.” (Müslim) Vali ise vilayeti altında bulunanların emiridir O bakımdan o da bu hadisin kapsamına girer.
Valinin azledilmesine gelince: Halife, valinin azledilmesini gerekli görürse, yönetimi altında insanların çoğunluğu veya onların temsil eden kişiler validen razı olmadıklarını ve ona karşı kızgın olduklarını beyan ederlerse vali azledilir. Valiyi azletmek işini Halife yerine getirir. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), herhangi bir sebep olmaksızın Muaz b. Cebel’i Yemen valiliğinden azlettiği gibi, Abdulkays heyetinin şikayetçi olması nedeniyle Bahreyn’deki âmili El-Alâ b. El-Hadrami’yi de azletmişti. Ömer b. El-Hattab da sebepli ve sebepsiz olarak valileri azlediyordu. Ziyad b. Ebu Süfyan’ı belli bir sebep ileri sürmeksizin azlettiği gibi, insanların şikayet ettiklerinden dolayı da Sa’d b. Ebu Vakkas’ı azletmiş ve şöyle demişti: “Ben, onu acizliğinden veyahut hainliğinden dolayı azletmiyorum.” İşte bu da Halife’nin ne zaman isterse valiyi azledebileceğini göstermektedir. Diğer taraftan yönetimi altında bulunanların, ondan şikayetçi olmaları halinde valiyi azletmekle yükümlü olduğunu da ifade etmektedir.
Valinin Yetkileri
Vali, Halife’nin vekili olarak valiliği çerçevesinde yönetmek ve dairelerin çalışmalarını kontrol etmek yetkisine sahiptir. Valilik bölgesi içerisinde, maliye, yargı ve ordu dışında yardımcıların sahip olduğu tüm yetkilere sahiptir. Vilayeti içerisinde yaşayanların üzerinde emirlik hakkına sahip Ancak polis gücü yalnızca uygulama yönünden valinin emri altında bulundurulur. Polis, İdari açıdan valinin emri altında değildir.
Çünkü vali, Halife’nin kendisini tayin ettiği alan üzerinde Halife’nin vekilidir. Halife’nin sahip bulunduğu yetkilere sahiptir. Eğer valiliği genel ise, bütün hususlara nezaret etme bakımından yardımcı gibidir. Yani o alanda, bütün işlere nezaret etme yetkisi verilmişse böyledir. Şayet valiliği özel ise, yalnızca yetkisi altına verilen işlere nezaret etme yetkisine sahiptir. Bunların dışında kalan işlere nezaret etmek yetkisi yoktur. Nitekim Rasul (Sallallahu aleyhi ve sellem), valileri yönetimde mutlak yetki ile tayin ediyordu. Bazılarını her hususta genel vali olarak tayin ettiği gibi bir kısmını da belli bir bölgede özel vali olarak tayin ederdi. Muaz b. Cebel’i Yemen’e göndermiş ve ona nasıl uygulama yapacağını öğretmek üzere şöyle demişti: كَيْفَ تَقْضِي إِذَا عَرَضَ لَكَ قَضَاءٌ قَالَ أَقْضِي بِكِتَابِ اللَّهِ قَالَ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فِي كِتَابِ اللَّهِ قَالَ فَبِسُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فِي سُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلا فِي كِتَابِ اللَّهِ قَالَ أَجْتَهِدُ رَأْيِي وَلا آلُو فَضَرَبَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَدْرَهُ وَقَالَ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَفَّقَ رَسُولَ رَسُولِ اللَّهِ لِمَا يُرْضِي رَسُولَ اللَّهِ
“Ne ile hükmedeceksin?
-Allah’ın kitabı ile.
-Eğer bulamazsan?
-Rasulullah’ın sünnetiyle.
-Eğer bulamazsan?
-Derhal ictihad ederek, görüşümle hükmederim.
Bu sefer Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
-Allah Rasulü’nün gönderdiği elçiyi, Allah’ın ve Rasülü’nün sevdiği şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” (Beyhaki Ebu Davud, 3119; Daremi, 168; Ahmed b. Hanbel, 21000; Muaz b. Cebel’den rivayet etmişlerdir.) Ali b. Ebi Talib’i de Yemen’e göndermiş fakat ona ayrıca bir şey öğretmemişti. Çünkü Ali’nin bu işlerin altından kalkabileceğini ve bu konuda yeterli olduğunu biliyordu. Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali tayin ettiğinde namaz ve zekat yetkilerini ona vermişti. Ferve bin Sehl’i Murad, Müzhic ve Zebid üzerine âmil olarak göndermiş onunla birlikte Halid b. Saîd’i de sadakayı (zekatı) toplamak üzere göndermişti. İşte bütün bunlar, valinin yönetimin bütün yetkilerine sahip olduğunun delilidir. Nitekim bu hususa Muaz’ın ne ile hükmedeceğinin öğretilmesi ile Ali’ye bunun öğretilmeyişinde de açıkça görülmektedir. Ayrıca Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir takım valileri hem namaz hem de zekatı toplama yetkilerini vermek suretiyle genel vali, bazıları ise yalnızca namaz üzere özel vali, diğer bir kısmını ise zekat toplamak üzere özel vali olarak tayin ettiğini görüyoruz.
Her ne kadar Halife’nin, valiyi genel ya da özel vali olarak tayin etmesi caiz ise de, genel vali olarak tayin edilmesi sonucunda Muaviye, Osman döneminde Halifeden bağımsız bir vali kimliğine bürünmüş ve Osman’ın onun üzerinde idari yetki ve otoritesi kalmamıştı. Osman’ın vefatından sonra ise Şam bölgesinde elindeki bütün yönetim yetkileri dolayısıyla o malum fitneyi ortaya çıkartmıştır. Abbasi Halifelerinin zayıfladıkları dönemlerde vilayetler öyle bağımsız birer hal aldı ki, Halife’nin bu vilayetler üzerinde adı okunarak ona dua edilmesi ve adına para basılmasının dışında hiçbir yetki ve otoritesi kalmamıştı.
İşte buradan hareketle genel valilik vermek İslâm devletinin birtakım zararlar görmesine sebep teşkil ediyordu. Bundan dolayı valinin yetkileri, Halifeden bağımsız bir kimliğe bürünmesi sonucunu vermeyecek şekilde tahsis edilmelidir. Bağımsızlık imkanını kazandıran ordu, para ve yargıdır. Çünkü ordu gücün kendisidir. Para, hayatın can damarıdır. Hakların korunması ve hadlerin uygulanması ise yargı ile gerçekleşir. İşte bundan dolayı, valilere yargı, ordu ve mali konular dışında kalmak üzere, özel valilik verilir. Çünkü bunların valinin eline teslim edilmesi bağımsızlık tehlikesini doğurabilir. Devlet için tehlikeli sonuçlar verebilir.
Ancak vali bir yönetici sayıldığından, yürütme için belli bir güce sahip olması da kaçınılmazdır. Bu nedenle polis gücü onun emri altında bulunur. Onun emirliği az önce sözü geçen üç güç müstesna olmak üzere valiliği kapsamındaki her şeyi kuşattığı gibi onu da kapsar. Fakat polis gücü; ordunun bir parçası olması nedeniyle idaresi ordunun elinde olur. Fakat uygulama ve yürürlük için valinin tasarrufu altında bulunur.
Kendi isteğiyle olması dışında valinin emirliği gereği yürürlüğe koyduğu işlerde Halifeyi haberdar etmesi vacip değildir. Eğer alışılmadık yeni bir iş ortaya çıkacak olursa o taktirde bu işi Halife’nin mütalaasına bağlı olarak yapar. Bu konuda Halife’nin kendisine verdiği emir gereğince uygulamada bulunur. Eğer Halife’nin görüşünü beklemekten dolayı, durumun kötüye gideceğinden korkarsa, önce uygun gördüğünü yapar ve ondan sonra da Halifeyi yaptığı işten haberdar eder. Bu işi yapmadan önce onun mütalaasını almayış sebebini de açıklar.
Yaptığı tüm işlerde Halife’nin görüşünün almak mecburiyetinde olan Tefviz Yardımcısı ile yaptığı işlerde Halife’nin görüşünü alma mecburiyeti olmayan vali arasındaki fark şudur: Tefviz Yardımcısı Halife’nin şahsına naibtir ve Halife’nin yapacağı işlere vekildir. Bu nedenle Halife öldüğü zaman yardımcı da azledilir. Çünkü vekil aslın ölümü ile azledilmiş sayılır. Vali için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü vali ne Halife’nin vekilidir ne naibidir ne de onun yapması gereken işleri yapmakla görevlidir. Bu nedenle Halife’nin ölümü ile vali azledilmiş sayılmaz.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) valileri tayin etmiş ve yaptıkları işlerden kendisini haberdar etmelerini istememiştir. Onlar da Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’den herhangi bir husus hakkında mütalaa istemiyorlardı. Onların her birisi emirliği çerçevesinde uygun gördüğü şekilde hükmediyor ve kendi işlerini tam bir bağımsızlıkla ifa ediyorlardı. Muaz, Attab b. Esîd ve el-Ala b. el-Hadram gibi onun tayin ettiği bütün valiler böyleydi. İşte bu hususlar, valinin yaptığı işlerin herhangi birisi hakkında Halifeyi bilgilendirmesinin gerekli olmadığının delilidir. Bu yönüyle vali Halife yardımcısından farklılık arz etmektedir. Halife yardımcısı ifa edeceği bütün işlerde Halife’nin mütalaasını alması ve onu haberdar etmesi icap eder. Valinin ise yaptığı herhangi bir iş ile ilgili olarak Halifeyi haberdar edip, mütalaasını alması icap etmez. Halife’nin, yardımcının ifa ettiği bütün işleri yakından takip etmesi gerekir. Ancak valinin bütün işlerini takip etmesini gerektiren bir durum yoktur. Her ne kadar valilerin durumunu açığa çıkarmak ve onlara dair haber ve bilgileri toplaması gerekiyor ise de, valinin kendi valilik alanında tasarrufu mutlaktır. Bundan dolayı Muaz b. Cebel, kendisini Yemen’e vali olarak gönderen Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e: “Görüşümle ictihad ederim” demiştir. İşte bu valinin Halifeyi durumdan haberdar edip, mütalaasını istemediğinin, aksine kendi görüşüne göre ictihad ettiğinin delilidir. Ancak bu durum, önemli meselelerde Halife’nin görüşünü almaya de engel değildir. Fakat insanların işlerinin askıda kalmaması için önemli olmayan işlerde Halife’nin görüşünü almaz. Alışılmadık herhangi bir durum ortaya çıkacak olursa, Halife’nin görüşünü alıncaya kadar bu işi bekletir. Çünkü valilik görevinin verilmesi, Halife’nin herhangi bir belde veya bölge emirliğini, o belde ve bölgenin bütün halkı üzerinde alışılmış işler üzerinde yönetim yetkisinin havale etmesidir. Alışılmadık herhangi bir şey ortaya çıkacak olur ise bunu Halifeye başvurup görüşünü alıncaya kadar bekletir. Ancak işlerin bozulup kötüye gideceğinde korkulursa, o işi görüşüne göre yerine getirir, sonra da Halifeye başvurarak görüşünü alır, çünkü bu alışılmadık bir durumdur.
Diğer taraftan bir kişinin bir valilik bölgesindeki valilik süresi uzun olmamalıdır. Bulunduğu beldede gittikçe yerini sağlamlaştırdığı, yahut da insanların onun sebebiyle fitneye düştüğü görüldüğü taktirde, valiliğinden affedilmesi gerekmektedir.
Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), valiyi bir süre vali olarak tayin ediyor sonra onu azlediyordu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatta kaldığı süre boyunca valilik makamında kalan tek bir vali yoktur. İşte bu da valinin daimi olarak o görevde tutulmayacağını, aksine bir süre vali olarak görev yaptıktan sonra azledildiğini göstermektedir. Ancak, valilik süresinin uzun ya da kısa olması ile ilgili olarak, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in uygulamalarında delil olabilecek bir şey sabit olmuş değildir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatında bu konuda bilinen husus, tek bir valiyi dahi hayatta olduğu süre boyunca görevinde bırakmamasıdır. Valileri tayin ettikten bir müddet sonra azlettiği sabittir. Fakat Muaviye’nin Ömer ve Osman döneminde Şam bölgesinde uzun süre valilik yapması Müslümanların yapısını derinden sarsan bir fitne ortaya çıkarmıştır. İşte bundan; valinin, valilik bölgesinde uzun bir süre görevde kalmasının Müslümanlar ve devlet aleyhine bir takım zararlar doğurabileceği anlaşılmaktadır. İşte valinin, valilik süresinin uzatılmaması gerektiği görüşü de buradan gelmektedir.
Vali bir vilayetten bir başkasına nakledilemez. Çünkü onun vali olarak tayin edilmesinde genel olarak bütün işlere nezaret olmakla birlikte görev yerinin sınırlı olması söz konusudur. Bunun yerine vali, bir görevden alınır, daha sonra ikinci bir göreve tayin edilebilir
Nitekim Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) de böyle uygulama yapmıştır. O, valileri azlediyordu. Bir valiyi bir yerden başka bir yere naklederek tayin ettiği rivayet edilmemiştir. Ayrıca valilik, açık ifadelerle gerçekleşen bir akittir. Belli bir bölgeye ya da beldeye vali tayin akdinde, valinin yöneteceği yer de sınırlandırılır. Halife onu azletmediği sürece yönetim yetkisi ve valilik onun hakkıdır. Bir başka bölgeye nakledilecek olursa, bu nakil ile birinci yerdeki valiliğinden azledilmiş olmaz. Ayrıca nakledildiği yere de vali olarak tayin edilmiş olmaz. Çünkü birinci yerdeki görevinden ayrılması için, valilikten azledildiğine dair açık bir ifadeye ve yine nakledildiği yere vali tayin edilebilmesi için de bu yer için özel olarak yeni bir vali atama akdine gerek vardır. İşte buradan hareketle, valinin bir başka yere doğrudan doğruya nakledilemeyeceği, önce görev yaptığı yerden azledilip daha sonra yeni yere, yeni bir akitle vali olarak tayin edileceği hükmü çıkarılmaktadır.
Halife, Valilerin Uygulamalarını Araştırmalıdır
Halife, valilerin işlerini, uygulamalarını araştırmakla, onları sıkı bir şekilde kontrol etmekle, durumlarını tetkik, teftiş etmek üzere kendisine vekalet edecek kimseleri atamakla ve onları teftiş ettirmekle, zaman zaman onların hepsini ya da bir kısmını bir araya getirerek, raiyyenin onlardan şikayetlerine kulak vermekle görevlidir.
Rasül (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in, Muaz b. Cebel ve Ebu Musa’yı tayin derken yaptığı gibi görevlendirmeden önce valileri denediği, Amr b. Hazm’a uyguladığı gibi ne şekilde uygulama yapacaklarını açıkladığı ve Bahreyn’e vali tayin ettiği Ebban b. Saîd olayında olduğu gibi önemli bir takım işlere dikkatlerini çektiği sabittir. Zira Ebban b. Saîd’e şöyle demişti: “Abdi Kays’a iyi davran. Onların ileri gelenlerine ikramda bulun.”
Yine Nebi (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in, valileri hesaba çektiği, durumlarını açığa çıkarttığı ve onlar ile ilgili kendisine aktarılanları dinlediği gelirler ve giderler dolayısıyla hesaba çektiği de sabittir. Ebu Hümeyd es-Sâidî’den: “Nebi (Sallallahu aleyhi ve sellem) İbn el-Lütbiyye’yi Süleym oğullarının zekatlarını toplamak üzere görevlendirmişti. İbn el-Lütbiyye Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e geldiğinde onu denetledi. Bunun üzerine adam: Bu sizin bu da bana hediye edilendir deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem): فَهَلا جَلَسْتَ فِي بَيْتِ أَبِيكَ وَبَيْتِ أُمِّكَ حَتَّى تَأْتِيَكَ هَدِيَّتُكَ إِنْ كُنْتَ صَادِقًا ثُمَّ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَخَطَبَ النَّاسَ وَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ أَمَّا بَعْدُ فَإِنِّي أَسْتَعْمِلُ رِجَالاً مِنْكُمْ عَلَى أُمُورٍ مِمَّا وَلانِي اللَّهُ فَيَأْتِي أَحَدُكُمْ فَيَقُولُ هَذَا لَكُمْ وَهَذِهِ هَدِيَّةٌ أُهْدِيَتْ لِي فَهَلا جَلَسَ فِي بَيْتِ أَبِيهِ وَبَيْتِ أُمِّهِ حَتَّى تَأْتِيَهُ هَدِيَّتُهُ إِنْ كَانَ صَادِقًا فَوَاللَّهِ لا يَأْخُذُ أَحَدُكُمْ مِنْهَا شَيْئًا قَالَ هِشَامٌ بِغَيْرِ حَقِّهِ إِلا جَاءَ اللَّهَ يَحْمِلُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَلا فَلاعْرِفَنَّ مَا جَاءَ اللَّهَ رَجُلٌ بِبَعِيرٍ لَهُ رُغَاءٌ أَوْ بِبَقَرَةٍ لَهَا خُوَارٌ أَوْ شَاةٍ تَيْعَرُ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ حَتَّى رَأَيْتُ بَيَاضَ إِبْطَيْهِ أَلا هَلْ بَلَّغْتُ “Annenin ve babanın evinde otursaydın hediyen sana gelir miydi?” Daha sonra ayağa kalkıp Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle dedi: “Ben sizden birini, Allah’ın bana tevdi ettiği bir işte istihdam ederim. Sonra o gelir: Bu size aittir, şu da bana hediye edilendir! der. Bu adam babasının veya anasının evinde otursaydı da eğer doğru sözlüyse hediyesi ayağına gelseydi ya! Vallahi sizden kim haksız bir şey alırsa mutlaka onu boynunda taşır olduğu halde kıyamet günü Allah’a gelecektir. Dikkat edin! Kim böyle yaparsa Allah’a; böğüren bir deve, meleyen bir sığır veya meleyen bir koyun ile gelecek. Sonra ellerini kaldırdı, o kadar ki koltuk altındaki beyazlık gözüktü. Allah’ım tebliğ ettim mi?” (Buhari 6464, 6658; Müslim, 3414)
Ömer (radiyallahu anh) de valileri sıkı bir şekilde kontrol ediyordu. Muhammed b. Mesleme’yi valilerin durumlarını açığa çıkarmak, onları teftiş etmek üzere tayin etmişti. Hac mevsiminde yaptıklarını gözden geçirmek ve raiyyenin onlardan şikayetlerini dinlemek, vilayet işleri hakkında onlarla müzakerede bulunup, durumlarını yakından tanımak üzere valileri bir araya toplardı. Rivayet olunduğuna göre Ömer (radiyallahu anh), günün birinde etrafındakilere şöyle demiş: “Bildiklerimin en hayırlısını sizin başınıza vali tayin etsem, sonra da ona adaletle uygulama yapmasını emretsem, sizin görüşünüze göre bu konuda sorumluluğumu yerine getirmiş oluyor muyum?” Çevresindekiler, “Evet” dediler. O; “Hayır, onun yaptığını gözetlemeden, benim ona verdiğim emirler gereğince uygulama yapıp yapmadığını tespit etmeden olmaz.”
Ömer (radiyallahu anh), vali ve amirlerini oldukça sıkı bir şekilde hesaba çekerdi. Onları sıkı bir şekilde hesaba çekmesi kimi zaman hakkında kesin bir delil dahi bulunmaksızın bir şüphe dolayısıyla onları azledecek noktaya kadar gelmişti. Bazen şüphe derecesine dahi ulaşmayan bir tereddütten dolayı valisini azlettiği oluyordu. Bu hususta, günün birinde ona soru sorulunca şu cevabı vermiştir: “Eğer bir topluluğu, emirlerini değiştirip, onun yerine bir başka emir tayin etmekle düzeltebileceksem, bu benim için oldukça kolay bir iştir.” Şu kadar var ki, valilerine karşı işi oldukça sıkı tutmakla birlikte aynı zamanda onları serbest bırakır, yönetimde heybetlerini korumaya gayret ederdi. Onların söylediklerini dinler, ileri sürdükleri delillere kulak verirdi. İleri sürülen delil kendisini ikna etti mi, ona kani olduğunu gizlemez ve bundan sonra da açıkça valisini övmekten geri durmazdı. Günün birinde onun Hıms valisi Umeyr b. Sa’d’ın, Hıms minberi üzerinde şu sözleri söylediğini haber alır: “Yönetim sahibi güçlü oldukça İslâm da güçlü olarak kalacaktır. Sultanın güçlü olması, kılıçla öldürmek, kırbaçla vurmakla sağlanmaz. Güç, hakkı yerine getirmek ve aldığını adaletle almakla ortaya çıkar.” Bunun üzerine Ömer (radiyallahu anh) onun hakkında şunları söyler: “Müslümanların işlerini görmekte yardımını almak için Umeyr b. Sa’d gibi bir kişiye sahip olmayı ne kadar çok arzu ederdim.”