Hilafetin Geri Dönüşü Müjdesi, Allah Subhanehu ve Teala’nın Yardımının Gerçekleşmesi İçin Bizden Belirli Amelleri Yapmamızı Talep Ediyor

Ahmed, hevasından konuşmayan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاء اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُم يَرْفَعُهَا إِذَا شَاء اللهُ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضاً فَيَكُونُ مَا شَاء اللهُ أَنْ

Ahmed, hevasından konuşmayan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاء اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُم يَرْفَعُهَا إِذَا شَاء اللهُ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً عَاضاً فَيَكُونُ مَا شَاء اللهُ أَنْ يَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاء أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاء أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَة. ثم سكت صلى الله عليه وسلم “Nübüvvet aranızda Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacak ve Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra Allah dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı melikler olacak ve Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Sonra zalim yöneticiler gelecek ve onlar da Allah’ın dilediği kadar kalacaktır. Bunların ardından ise yine Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra Sallallahu Aleyhi ve Sellem sustu.”

Bugün zalim yöneticiler zamanında İslam ümmetinin yaşamış olduğu trajedilerin gölgesinde bu hadis, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinin ilk Hilafeti Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet gibi olacak olan Hilafetin yeniden geri döneceği konusunda Müslümanların nefislerine bir umut aşılamaktadır; yani bu yönetim, Raşid Halifeler döneminden sonra olduğu gibi ısırıcı bir yönetim olmayacaktır; zira (Raşid Halifelerden sonraki) Halife, yönetimini ısırmış (sımsıkı sarılmış) ve ölümü yaklaştığında da biatin kendi çocuklarına verilmesini talep ederek yönetimi çocuklarına miras bırakmıştır. Dolayısıyla bu hadis, zalim zorba yönetimin gölgesinde bir kurtuluş müjdesi ve yaralara merhem olmaktadır.

Ancak bu, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesinin, hiçbir şekilde gevşek davranmak için bir bahane olarak alınacağı anlamına gelmemektedir; zira hadis-i şerif sadece müjdeden ibaret değildir, bilakis aynı zamanda hadis, müjdenin gerçekleşmesi için gerekli olan şeylerin yapılmasını da talep etmektedir; örneğin şu hadis gibi: لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ، فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ “Kostantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutandır, o ordu ne güzel bir ordudur.” [Ahmed rivayet etti] Dolayısıyla bu hadis, Kostantiniyye’nin fethi olan bir fiilin talebini içermektedir; bu nedenle Müslümanlar, asırlar boyunca bu müjdeyi kendi elleriyle gerçekleştirmeye hırs göstermişler, gevşeklik göstermemişler veya gaybi kaderciliğe veya tembelliğe teslim olmamışlardır. Dolayısıyla Müslüman yöneticiler, Allah Subhanehu ve Teala Fatih Sultan Muhammed’in eliyle Kostantiniyye’nin fethini bahşedinceye kadar ne güzel bir ordu ve ne güzel bir komutan olmak için büyük bir çaba göstermişler ve İslam kültürü, sayı ve teçhizat ile ordularını hazırlamışlardır.

Aynı şekilde bizler, Hilafetin geri dönüşüyle müjdelendiğimiz gibi Hilafeti kurmak için çalışmakla da emrolunduk; bu yüzden eğer kaldırılmasının üzerinden Hicri yüz yılı aşkın bir sürenin geçmesinin ardından Hilafeti kurma şerefine nail olmak ve zalim zorba yönetimden kurtulmak istiyorsak, o zaman bizim, Allah bize Hilafetin geri dönüşünü ikram edinceye kadar Allah Subhanehu ve Teala ve Rasulü’nün sevdiği kişiler olmamız, gerekli şerî bilgilerle donanmamız ve hareket etmeden pasif bir şekilde kalmamamız gerekmektedir. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ أَوْ لَيُوْشِكَنَّ اللهُ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْهُ ثُمَّ تَدْعُونَهُ فَلَا يَسْتَجِيبُ لَكُمْ “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ya iyiliği emredip kö­tülükten nehyedersiniz, ya da Allahu Teala, katından sizin üzerinize bir azap gönderir. Sonra onun kaldırılması için Allah’a dua ederseniz de duanıza icabet edilmez.” [Ahmed rivayet etti.]

O halde bu müjdenin gerçekleşmesi yolunda bizden talep edilen ameller nelerdir? Öncelikle amellerin kalpten uzuvlara kadar olması gerekir… Kalbin amellerine gelince; zaferin sadece hiçbir ortağı olmayan Allah katından olduğuna iman etmeliyiz; zira bize Allah Subhanehu ve Teala’nın yardımı olmadan İslam’ın geri dönüşüyle savaşan kâfirlere karşı muzaffer olmamız ve onları yenilgiye uğratmamız mümkün değildir; zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا جَعَلَهُ اللهُ إِلا بُشْرَى وَلِتَطْمَئِنَّ بِهِ قُلُوبُكُمْ وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِنْدِ اللهِ إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Allah bunu (meleklerle yardımı) sadece müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zafer ancak Allah’ın katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.” [Enfal 10] İbn Kesir tefsirinde şu yorumu yapmıştır: “Düşmanlarınıza karşı size zafer vermeye kadir olan kendisinden başka ilahın olmadığı Allah’tır.” İmam Taberi şu yorumu yapmıştır: “Ey iman edenler! Allah sizlere yardım etmedikçe düşmanlarınıza karşı muzaffer olamazsınız; zafer sizin güç ve kuvvetinizle değil, bilakis Allah’ın size yardımıyla olur; çünkü bu, O’nun elinde ve O’na aittir.”

Zaferin Allah katından olduğuna iman etmemiz ve O’na sığınmamız, Subhanehu ve Teala’ya itaat etmemizi, bize yasaklamış olduğu günahlardan kaçınmamızı ve bize emretmiş olduğu farzlara bağlı kalmamızı gerektirmektedir. وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ “Müminlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” [Rum 47] Yani şayet O’nun emirlerine icabet edersek Allah Subhanehu ve Teala bize yardım etmeyi vaat etmiştir demektir. Bu ayet hakkında, İbn Ebu Hâtim, Edu Derdâ Radıyallahu Anh’ın şöyle dediğini nakletmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle derken işittim: مَا مِنِ امْرِئٍ مُسْلِمٍ يَرُدُّ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ إِلَّا كَانَ حَقّاً عَلَى اللهِ أَنْ يَرُدَّ عَنْهُ نَارَ جَهَنَّمَ يَوْمَ الْقِيَامَة “Kardeşinin ırzını ve namusunu (gıybet edene karşı) savunan hiçbir Müslüman yoktur ki onu kıyamet gününde cehennem ateşinden korumak Allah’ın üzerine bir hak olmasın. Sonra Allahu Teala’nın şu kavlinin okudu: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ “Müminlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” [Rum 47]” İmam Taberi, tefsirinde şu yorumu yaptı: “Azabımız onlara geldiğinde, Allah’a iman edenleri ve O’nun peygamberlerini tasdik edenleri kurtardık; sana ve kavminden sana iman edenlere de aynı şekilde yapacağız; zira kâfirlere karşı müminlere yardım etmek bizim üzerimize bir haktır; Biz, sana ve sana iman edenlere, seni inkâr edenlere karşı yardım edeceğiz ve seni onlara karşı muzaffer kılacağız.”

Müslümanların zaferi gerçekleştirmeleri yolunda kuvvetlerini kaybetmemeleri için Allah Subhanehu’ya itaat etmemiz şarttır. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَأَطِيعُواْ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ “Allah ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” [Enfal 46] İmam Taberi, tefsirinde Allah Subhanehu ve Teala’nın burada şöyle dediği şeklinde yorum yapmıştır: “Ey iman edenler, Rabbinizin ve Rasulünün size emrettiği ve yasakladığı şeyler hususunda onlara itaat edin ve hiçbir şeyde onlara muhalefet etmeyin.” İmam Kurtubi tefsirinde şöyle demiştir: “Rüzgarınız, yani gücününüz ve zaferiniz demektir.” Allah’ın emirlerine muhalefet ettiğimiz ve ister faiz hükümleri, ister fakirlere ve borçlulara konulan vergiler, ister Müslümanların topraklarının bölünmesi, isterse Müslümanların düşmanlarıyla ittifak kurmak şeklinde olsun ülkemizde küfür hükümlerinin tatbik edilmesini kabul ettiğimiz sürece zaferin gerçekleşmesi mümkün değildir…

Şayet helak olmak istemiyorsak o zaman dostumuzun sadece Allah Subhanehu ve Teala’nın olması gerekir. Şayet Allah’ın bize yardım etmesini istiyorsak o zaman Azze ve Celle’den başkasına bağlanmamamız ve O’nun yolundan başkasına tabi olmamamız gerekir. Zira Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler.” [Al-i İmran 118] İmam Kurtubi tefsirinde şu yorumda bulunmuştur: “Allah Azze ve Celle bu ayette müminlere, kâfirleri, Yahudileri ve şehvet sahiplerini dost ve sığınak olarak almalarını, onlarla görüş alışverişinde bulunmalarını ve işlerini onlara emanet etmelerini yasaklamıştır.” O halde kafirleri dost edinip onlarla iş birliği yaptığımız, Allah’ın Kitabı’na ve sünnetine dönmek yerine onlarla müzakere ettiğimiz, bize karşı olan düşmanlıkları ve küfürleri apaçık olmasına rağmen anlaşmalar ve ittifaklarla onlara yağcılık yaptığımız ve askeri sırları paylaştığımız halde nasıl olur da zaferi bekleyebiliriz? Nasıl?

Allah Subhanehu ve Teala’nın zaferi için olan çabamızda, karşılaşacağımız sıkıntılara ve zorluklara hazırlıklı olmamız gerekmektedir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِن قَبْلِكُمْ مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” [Bakara 214] Dolayısıyla zayıflara, hazırlıksız olanlara, malları ve aileleriyle meşgul olmalarından dolayı Allah ve Rasulü’ne yardım etmeyenlere zafer bahşedilmeyecektir; zira hakkın yolu, hazırlıklı olmayı, takvayı, azimeti, donanımı, şerî ilimleri talep etmeyi, Kur’an ilimleriyle meşgul olmayı, namaz ve oruçla Allah’a yakınlaşmayı gerektirir…

Zafer için acele etmemize gelince; bu bir suç veya haram değildir; çünkü insan doğası itibariyle acelecidir; وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً “İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” [İsra 11] Ancak günaha sevk eden ve Allah’ın gazabını gerektiren şey, toplumda değişimin gerçekleşmesi için talep edilen amellerin ihmal edilmesi olup acele etmek, müminleri ümitsizliğe ve hayal kırıklığına sevk eder. Bu yüzden Sahabelerin (Allah onlardan razı olsun) yaptığı gibi İslam’ı tedris etmemiz, ayrı ayrı bireysel olarak değil de cemaat olarak çalışan bir kitlenin içinde kitleleşmemiz, insanlarla temas kurmamız ve insanlar arasında hak sözü yüceltmemiz gerekir; tıpkı Ensarın (Allah onlardan razı olsun) yaptıkları gibi. Ayrıca güç ve silah ehlinin İslam’ın yönetimini yeniden başlatmak için bize nusret vermesi gerekir. Bizim için yol ne kadar zor olursa olsun toplumda değişim meydana getirme konusunda Nübüvvet metodundan vazgeçmemeli, bu yoldan kıl kadar sapmamalı, geri çekilmemeli, teslim olmamalı ve dalaletin karanlıklarında kaybolmamamız için Allah’tan ayaklarımızı sabit kılmasını niyaz etmeliyiz.

Beşeri değişimin gerçekleşmesinin ardından ilahi değişim gerçekleşir ve nusret iner; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ “Şüphesiz ki bir kavim, kendini nefsini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez.” [Rad 11] Şayet insanlar imandan küfre, itaatten isyana ve Allah’ın nimetlerine şükretmekten küfre yönelirse, Allahu Teala onlara tüm hayrı haram kılar. Şayet kullar, nefislerinde olan kötü şeyleri değiştirir ve Allah’a itaat etmeye yönelirlerse, Allah onların sıkıntılarını giderir ve onlara rahmet ve sükunet bahşeder.

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.” [Nur 55] İbn Kesir tefsirinde şu yorumda bulunmuştur: “Bu, ümmetin yeryüzünün Halifeleri, yani insanların İmamları ve onların yöneticileri olsun diye Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik bir vaadidir.”

Ey Müslümanlar, hayırlı işler yapmaya gayret edelim. Yine Allah Subhanehu ve Teala Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetini, insanların üzerine İmam olmaları gibi hak ettiği konuma geri döndürünceye kadar gayret edelim. Hicri yüz yılı aşkın bir süre önce yıkılan Hilafetin çıktığı yerden İslam’ı dünyanın dört bir tarafına yayma sürecini yeniden başlatalım ki böylece İslam bütün yeryüzüne ulaşmış olsun. Nitekim Sevban’dan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: إنَّ الله زَوَى لِيَ الأَرْضَ فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا، وَإِنَّ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مُلْكُهَا مَا زُوِيَ لِي مِنْهَا، وَأُعْطِيتُ الْكَنْزَيْنِ الأَحْمَرَ وَالأبْيَضَ، وَإِنِّي سَأَلْتُ رَبِّي لأُمَّتِي أَنْ لاَ يُهْلِكَهَا بِسَنَةٍ بِعَامَّةٍ، وَأَنْ لاَ يُسَلِّطَ عَلَيْهِمْ عَدُوّاً مِنْ سِوَى أَنْفُسِهِمْ فَيَسْتَبِيحَ بَيْضَتَهُمْ، وَإِنَّ رَبِّي قَالَ: يا مُحَمَّدُ إِنِّي إِذَا قَضَيْتُ قَضَاءً فَإِنَّهُ لاَ يُرَدُّ، وَإِنِّي أَعْطَيْتُكَ لأُمَّتِكَ أَنْ لا أُهْلِكَهُمْ بِسَنَةٍ بِعَامَّةٍ، وَأَنْ لاَ أُسَلِّطَ عَلَيْهِمْ عَدُواً من سِوَى أَنْفُسِهِمْ يَسْتَبِيحُ بَيْضَتَهُمْ وَلَو اجْتَمَعَ عَلَيْهِمْ مَنْ بِأَقْطَارِهَا “Allah yeryüzünü benim için katladı/dürdü. Ben de böylece yeryüzünün doğu ve batı her tarafını gördüm. Ümmetimin hükümranlığı benim için katlanan yerlerine kadar ulaşacaktır. Bana kırmızı ve beyaz iki hazine verildi. Rabbimden ümmetimi umumi kıtlıkla helak etmemesini ve kendilerinden olmayıp onların köklerini kurutacak dış düşmanları onlara musallat etmemesini istedim. Rabbim ise şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Ben bir şeye hükmettiğim zaman bu hüküm asla değiştirilmez. Ben sana ümmet hakkında şunları veriyorum: Onları genel bir kıtlıkla helak etmeyecek ve kendilerinden olmayan, köklerini kurutacak bir düşman gücünü onların başına musallat kılmayacağım. Hatta ümmetine karşı dünyanın dört bir tarafından bir araya gelseler bile.” [Müslim rivayet etti]

Böylece tüm insanlar, Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine şahit olsun!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Diğerleri