Hilafetin Yıkılış Yıldönümünde ve Geri Dönüşünün Eşiğinde İslam Ümmetini Bir An Önce Onu Yeniden Kurmaya Davet Ediyoruz

Hilafet, 28 Recep 1342 / 3 Mart 1924’te yıkıldığından bu yana ümmet, bitmek bilmeyen trajediler ve arka arkaya yenilgiler yaşadı. Ülkelerinin parçalanması, zenginliklerinin yağmalanması, çocuklarının öldürülmesi, kutsalları ile alay edilmesi, şeriatına saldırılması bu süreçte yaşananlardan sadece birkaçı. Bugün Hilafet, bayrağını yeniden Müslüman ülkeler üzerinde dalgalandırmaya hiç olmadığı kadar daha yakındır. Bugün gerçekten, Medine-i Münevvere halkının

Hilafet, 28 Recep 1342 / 3 Mart 1924’te yıkıldığından bu yana ümmet, bitmek bilmeyen trajediler ve arka arkaya yenilgiler yaşadı. Ülkelerinin parçalanması, zenginliklerinin yağmalanması, çocuklarının öldürülmesi, kutsalları ile alay edilmesi, şeriatına saldırılması bu süreçte yaşananlardan sadece birkaçı.

Bugün Hilafet, bayrağını yeniden Müslüman ülkeler üzerinde dalgalandırmaya hiç olmadığı kadar daha yakındır. Bugün gerçekten, Medine-i Münevvere halkının siyasi liderleri ve devlet başkanları yapmak üzere Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e biat etmelerinin zamanının geldiğine dair aralarında istişare yaptıkları o anlamlı geceye benzeyen bir anı yaşıyoruz.

Ahmed ve Beyhaki’nin Sünen’inde Sahabe Cabir b. Abdullah RadıyAllahu Anh’dan rivayet ettiği hadis, Medineli Müslümanların İslam tarihine altın harflerle geçen o büyük kararı almadan önceki halini çok güzel bir şekilde tasvir etmektedir. Cabir şöyle dedi: “Bu şekilde Ensar’ın evlerinde içinde Müslüman olup bunu açıklamayan hiçbir ev kalmadı…Bir gün bir araya gelip: Ne zamana kadar Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Mekke’nin dağlarında korku içinde bırakacağız? dedik. Sonra, Ensar’dan 73 erkek ile 2 kadının Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Akabe’de savaş biatı yapmak üzere nasıl yola çıktıklarını anlattı. Sonrasında ümmetin bugün yaşadığı kaygı ve endişeleri tam anlamıyla yansıtan Ensarlı bir gencin duruşunu aktardı: “Benim dışımda oradakilerin en küçüğü olan Es’ad bin Zürara, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in elini tutup: “Yavaş olun ey Yesrib halkı! Biz develerimizin ciğerine vura vura buraya kadar onun Allah’ın elçisi olduğunu bildiğimiz için koşup geldik. Bugün ona yardım etmek bütün Araplarla ayrılığa düşmek, en hayırlılarınızın öldürülmesi ve kılıçların sizi ısırması anlamına gelmektedir. Siz buna sabrederseniz, mükafatınız da Allah’a aittir. Eğer başınıza bir şey gelmesinden korkuyorsanız bunu şimdiden açıklayın. Çünkü bu, Allah katında sizi mazur yapar” dedi. Onlar da: “Bırak bizi ey Es’ad! Vallahi biz bu biattan asla vazgeçmeyiz” dediler ve hepimiz kalkıp ona biat ettik. Bizden söz alıp şartlarını koştu, buna karşılık da bize cenneti vaat etti.”

İbn Hişam’ın Siyer’inde geçen bir başka hadise göre, İbn İshak dedi ki: Asım b. Ömer b. Katade’nin bana anlattığına göre, kavim Rasûlullahla bey’atleşmek için toplandıkları zaman Abbas b. Ubade b. Nadle el-Ensârî -Beni Salim b. Avf in kardeşi- şöyle demişti: “Ey Hazreç topluluğu! Bu adamla niçin bey’atleştiğinizi biliyor musunuz? Onlar, evet dediler. Siz onunla, insanların kırmızısı ve siyahıyla savaşmak üzere bey’atleşiyorsunuz. Eğer mallarınıza bir felaketin gelmesiyle eksildikleri ve eşrafınız helak oldukları zaman onu kendi başına yardımsız bırakmayı düşünüyorsanız, bunu şimdiden yapınız. Allah’a yemin ederim ki, eğer böyle bir şey yaparsanız, bu dünya ve ahiretin zararıdır. Eğer onun davet ettiği şeyde malların eksilmesine ve eşrafın öldürülmesine rağmen ona vefakarlık edeceğinizi düşünüyorsanız, onu tutunuz. Vallahi bu, dünya ve ahiretin hayrıdır. Buna karşılık onlar: “Biz onu, malların musibete maruz olmasına ve eşrafın öldürülmesine rağmen tutarız. Ya Rasûlallah! Eğer biz, bu sözümüze bağlı kalırsak buna karşı bizim için ne vardır? dediklerinde Rasûlullah: “Cennet” vardır, dedi. Onlar, Öyleyse elini ver. Rasûlullah da elini verdi. Onunla bey’atleştiler.

Bugün ümmetin yaşadığı an tam da budur. Yani ümmet, düşünüyor, hesap kitap yapıyor, önce kendine bakıp gücüne ve kabiliyetlerini tartıyor, sonra da dünyayı bakıp gücünü ve potansiyelini ölçüyor. Bir yandan umutlanıyor, bir yandan tedirgin oluyor ve kafasında sürekli sorular dönüp duruyor: İslam’ı siyasi bir proje olarak ilan edebilir mi? Yoksa Batı ve ajanlarına göre mi hareket etmeli?

Batı ve onun işbirlikçileri, ümmeti yoksulluk, abluka ve ölümle sindirmeye çalışmaktadır! Ama yine de ümmetin geniş kitleleri, meydanlarda durmaksızın İslam’ın geri dönmesi için çağrıda bulunmaya devam etmektedir. İslam ümmeti İslamî bir hayat istiyor ama bu konuda kararlı bir adım atmaktan çekiniyor. Bu, Şam’da, mücrim Beşar rejiminin çökmesi ve Şam’dan kaçışıyla birlikte daha belirgin bir hale gelmiştir. Batının tamamı, daha ilk günden itibaren Şam halkına kuşkuyla yaklaşarak hep aynı soruları tekrarlayıp durdu: “İslam Şeriatı mı uygulayacaksınız? Hilafeti kuracak mısınız?”

En önemlisi de bu durumun sadece Şam halkına özgü olmamasıdır. Bilakis, tüm İslam ümmeti Şam halkına bakmakta, onlarla birlikte düşünmekte ve onlarla birlikte meseleleri tartışmaktadır. Öyle ki, sosyal medya platformları, dünyanın dört bir yanındaki ümmetin çocuklarının, bu kritik soruların cevaplarını aradıkları tartışmalarla dolup taşmaktadır.

Yalnızca Şam halkı değil acaba tüm ümmet, İslam’ı destekleme ve mallar yok olsa da, ileri gelenler öldürülse de İslam’ı yeniden tesis etme azmi ve kararlılığı gösterebilecek mi? Yoksa bu hayati kararı bir kez daha erteleyip bir sonraki tura mı bırakacak?

Arap Baharı’ndan Aksa Tufanı Operasyonu ve Şam halkına musallat edilen ölüm makinelerinin yıkılmasına kadar Hilafetin dönüşünün önündeki zorluklar ve engeller halen birer birer aşılıyor. Zira ulusal projeler, ümmetin gözünde tamamen değer ve itibarını yitirmiştir. Bugün Şam halkı, 60 yıllık seküler yönetimin ardından, İslam’ın yeniden eğitim müfredatına dönüşünü memnuniyetle karşılıyor. Her yeni gelişmede, ümmet, Batı’nın fikirlerinden biraz daha uzaklaşmakta, İslami fikirlerden oluşan şahsiyetine her geçen gün biraz geri dönmek için elinden gelen çabayı göstermektedir. Yine maruz kaldığı her büyük sarsıntıda, Sykes-Picot sınırları düşüncesi, sınırların kaldırılması düşüncesi karşısında biraz daha erozyona uğramaktadır. Bu gerçek, Gazze savaşında, Şam tiranının yıkılışı ve Gazze ateşkesi kutlamalarında açıkça görülmüştür.

Artık birkaç zümreden başka Hilafetin geri dönüşünün önünde hiçbir engel ve zorluk kalmamıştır. Toplumların dinamiklerini tanıyanlar bilirler ki, bizimle Hilafetin kurulması arasında alınacak anlık bir karar vardır. Alınacak bu karar, Ensar’ın kararını andıracaktır. Onlar ki, yaşamı Allah’ın rızasına nail olmanın, ölümü ise cennetine ulaşmanın bir yolu olarak kabul etmişlerdir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ * لَا شَرِيكَ لهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.” [Enam 162-163]

Hizb-ut Tahrir, ümmet ve ordularına elini uzatıyor ve onları Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafeti kurmak için birlikte çalışmaya çağırıyor. Hizb-ut Tahrir, Hilafet için her tüm hazırlığı yapmıştır. Hadi gelin bizimle birlikte çalışın. Ki bu yıl, Hilafetin yıkılışı yıldönümünü andığımız son yıl olsun ve gelecek yıldan itibaren Allah’ın izniyle Hilafetin yeniden dönüşünü kutlamaya başlayalım.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Merkezî Medya Ofisi

Diğerleri