1- El-Vikâye (Koruma).

El-Vikâye, lügatte muhafaza etmek ve korumak demektir. Şöyle deriz: Allah onu korudu, muhafaza etti ve O koruyucudur: Yani onu korudu demektir. Bir şeyi korudum. Şayet onu korur ve zararını örtersem (gizlersem) onu korumuş olurum. Yani onu sevmediği/nefret ettiği şeyden korudu demektir. Onu korudu: Yani onu, ondan korudu demektir. Tenzîlu’l Aziz’de şöyle geçmektedir: فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ “Ve bu yüzden Allah onları o günün dehşetinden koruyacaktır.” [İnsan 11] Dolayısıyla el-Vikâu, el-Vekâu, el-Vekâyete, el-Vukâyete ve el-Vâkıyete: Hepsi, onu herhangi bir şeyden koruman demektir.

Binaenaleyh sağlığın korunması, hastalıkların isabet etmesini, bundan etkilenmeyi ve bundan dolayı ölümü azaltmayı amaçlayan eylemlerin tamamıdır. Dolayısıyla koruma, üç düzeyde olmaktadır ki bunlar şunlardır:

a- (Birincil korunma: Bu, başlangıçta hastalığın isabet etmesini önleyen eylemlerdir. Kamunun sağlığıyla ilgili önlemlerin çoğu, birincil koruma önlemleridir.

b- (İkincil korunma: Bu, hastalığın alevlenmesini ve semptomlarının ortaya çıkmasını önlemede tedavi fırsatlarını artırmak için hastalığın erken teşhis edilmesini amaçlayan eylemlerdir.

c- (Üçüncül korunma: Rehabilitasyon, hastalıklı duruma adapte etmek ve komplikasyonlarını azaltmak yoluyla mevcut hastalığın olumsuz etkilerini azaltan eylemlerdir.

Hastalıklardan korumak, onları tedavi etmekten daha iyi olduğu gibi başlangıçta sağlığı korumak da, onun ortadan kaldırılmasının ardından onu restore etmeye çalışmaktan daha iyidir. Bu nedenle İslam Devleti, hastalığı önlemeye odaklanır ve sağlığı koruyacak projeleri diğer tedavi projelerinin önüne koyar.

İslam korumayı emretmiş ve bunun bazı yönlerini de göstermiş, bunların hepsinden bahsetmeye gerek duymamış ve tebaanın sağlığını ve onları hastalık ve rahatsızlıklardan korumaya yönelik tüm yöntem ve araçları kullanmayı emir sahibinin (Halifenin) içtihadına ve çalışmasına bırakmıştır. Çünkü emir sahibi, tebaanın işleriyle ilgilenmekle emrolunduğu gibi onlardan zararı, hastalıktan da zararı kaldırmakla emrolunmuştur.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hidayetinde geçen koruma yönlerinden biri de; Müslim’in Sahihi’nde Aleyhissalatu ve’s Selam’dan varit olan husustur. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِذَا عَرَّسْتُمْ فَاجْتَنِبُوا الطَّرِيقَ، فَإِنَّهَا طُرُقُ الدَّوَابِّ وَمَأْوَى الْهَوَامِّ بِاللَّيْلِ “Geceleyin istirahat için mola verdiğinizde yoldan uzak durunuz. Çünkü yollar geceleyin böcek ve haşaratın barınak yeridir.” Buhari, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: إِذَا أَوَى أَحَدُكُمْ إِلَى فِرَاشِهِ فَلْيَنْفُضْ فِرَاشَهُ بِدَاخِلَةِ إِزَارِهِ فَإِنَّهُ لا يَدْرِي مَا خَلَفَهُ عَلَيْهِ “Biriniz yatağına yatacağı zaman elbisesinin bir ucuyla yatağını silksin. Çünkü yatağından ayrıldıktan sonra oraya hangi zararlının girdiğini bilemez.” Nitekim Medine’de bir ailenin evi yanmıştı ve onların durumu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’e haber verildiğinde şöyle buyurdu: إِنَّمَا هَذِهِ النَّارُ عَدُوٌّ لَكُمْ فَإِذَا نِمْتُمْ فَأَطْفِئُوهَا عَنْكُمْ “Şüphesiz ki bu ateş size ancak düşmandır. O halde uyuyacağınız zaman ateşi söndürün!” [İbn Mace rivayet etti ve Albani sahihledi.] Buhari ve Müslim, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’den şunu rivayet etmiştir: خَمِّرُوا الآنِيَةَ وَأَجِيفُوا الأَبْوَابَ وَأَطْفِئُوا الْمَصَابِيحَ، فَإِنَّ الْفُوَيْسِقَةَ رُبَّمَا جَرَّتْ الْفَتِيلَةَ فَأَحْرَقَتْ أَهْلَ الْبَيْتِ “Kapların üzerini örtün, kapıları kapatın ve kandilleri söndürün. Çünkü küçük fâsık/fare, ev halkı içerde iken üzerlerine evlerini yakabilir.” Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ بَاتَ عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ لَيْسَ لَهُ حِجَارٌ فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُ الذِّمَّةُ “Kim etrafı çevrili olmayan (açık olan) bir dam üzerinde uyur (da düşüp ölür)se (Allah’ın ona yapılacak haksızlıklardan dolayı ilgilileri dünyada sorumlu tutacağına dair vermiş olduğu) zimmetten (ahidden) kendini uzaklaştırmış olur.” [Ebu Davud rivayet etti ve Albani sahihledi.] Bu, evin damından düşmekten korumak içindir. Dolayısıyla Rasul Aleyhissalatu ve’s Selam’in, zimmetten uzaklaşmasını ifade etmesi, kendini eziyet ve zarardan korumayı ihmal eden herkesin günah işlediğini belirtmek içindir. Bu da korunmanın (önlem almanın) farz olduğuna delalet etmektedir.

Koruma meselesi alanında aynı şekilde Müttefekun Aleyh hadisini zikredelim. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ مَرَّ فِي شَيْءٍ مِنْ مَسَاجِدِنَا أَوْ أَسْوَاقِنَا بِنَبْلٍ فَلْيَأْخُذْ عَلَى نِصَالِهَا، لاَ يَعْقِرْ بِكَفِّهِ مُسْلِمًا “Yanında ok varken mescitlerimize veya çarşı-pazarımıza uğrayan kimse, Müslümanlardan herhangi birini yaralayıp zarar vermemesi için, okunu (ucunun demirlerini) eliyle tutsun.” Aynı şekilde Aleyhissalatu ve’s Selam, enfeksiyonu da yasaklamıştır. Zira aslında o da bir korunma meselesidir. Çünkü enfeksiyon, genellikle hastalığın meydana gelmesine neden olmaktadır. Nitekim Buhari, Ebu Hureyra Radıyallahu Anh’dan, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: لاَ يُورِدَنَّ مُمْرِضٌ عَلَى مُصِحٍّ “Hastalık taşıyan kişi sağlam kişinin yanına gitmesin!” Yine Sahih-i Buhari’de Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: إِذَا سَمِعْتُمْ بِالطَّاعُونِ بِأَرْضٍ فَلاَ تَدْخُلُوهَا، وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلاَ تَخْرُجُوا مِنْهَا “Bir yerde vebâ çıktığını duyarsanız, oraya girmeyin (adımınızı atmayın); bulunduğunuz yerde vebâ baş gösterirse, o zaman oradan çıkmayın.” Yine Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: فِرَّ مِنْ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنْ الأَسَدِ “Aslandan kaçar gibi cüzzamlıdan da kaç.” Müslim Amr İbn eş-Şerîd’ten, o da babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: كَانَ فِي وَفْدِ ثَقِيفٍ رَجُلٌ مَجْذُومٌ، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ النَّبِيُّ (صلى الله عليه وآله وسلم): إِنَّا قَدْ بَايَعْنَاكَ فَارْجِعْ “Sakif kabilesinin heyeti içerisinde cüzzamlı bir kişi vardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem ona haber yollayarak şöyle dedi: Biz senin biatini kabul ettik! Artık dönebilirsin!” Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in enfeksiyonu yasaklamasına gelince; Buhari, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ “Hastalık bulaşması da yoktur, uğursuzluk da yoktur.” Bu, enfeksiyonun hakikatine yönelik bir nefiy değil, bilakis Allah’ın yönetmesi ve O’nun sebeplere yönelik takdiri dışında onun (enfeksiyonun) bağımsız bir şekilde (ele alınmasına) yönelik bir nefiydir. Bunun delili, Sahih-i Buhari’deki hadisin tamamının şöyle olmasıdır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: لاَ عَدْوَى وَلا صَفَرَ وَلا هَامَةَ “Hastalık bulaşması, karın kurdu ve baykuşun (uğursuzluğu) da yoktur.” Bunun üzerine bedevi şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasulü! O halde develere ne oluyor ki, kumda geyik gibi oluyorlar da, sonra uyuzlu deve gelip aralarına giriyor ve hepsine uyuz bulaştırıyor? Bunun üzerine Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: فَمَنْ أَعْدَى الأَوَّلَ؟ “Peki ya birinciye kim bulaştırdı?” Bedevi, hadisteki nefyin (yasaklamanın), enfeksiyonun (bulaşmanın) hakikatine yönelik bir nefiy olarak anladı. Bu yüzden şaşkın bir şekilde sordu. Çünkü vakıa olarak enfeksiyonun, hasta olandan sağlıklı olana geçtiğini görmüştü. Dolayısıyla Rasul, enfeksiyonun daha sonra geleceği ve hastalığın ortaya çıkabileceği, yani ister Allah’ın hastalığı ortaya çıkaran hallerden bir hal olarak yarattığı enfeksiyon yoluyla olsun isterse başka bir şekilde olsun hastalığın sadece Allah Subhanehu ve Teala’nın takdiri olduğu hususunda onu uyarmıştır. Zira hadisin konusu akidedir ve hedefi de, cahiliyenin, hastalıkların Allah Subhanehu ve Teala’ya izafe edilmeden doğal olarak bulaşabileceği şeklindeki inancını ortadan kaldırmaktır. Böylece Nebi Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem, onların bu inançlarını ortadan kaldırmış, onlara hastalığı da ve şifayı da verenin Allah Subhanehu ve Teala olduğunu açıklamış ve enfeksiyonun (bulaşmanın) Allah’ın takdiri dışında bağımsız olmayacağına dikkat çekmiştir.

Binaenaleyh hadis, enfeksiyonun (bulaşmanın) hakikatinin nefyine, dolayısıyla hastalığı önlemek için korunmanın (önlemin) nefyine delalet etmiyor. Sahabe-i Kiram’ın, enfeksiyonun vakıasından ve onun hastalık ve kaderle ilişkisinden anladıkları işte budur. Nitekim Buhari ve Müslim, İbn Abbas Radıyallahu Anh’dan şunu rivayet ettiler; Ömer İbni Hattab Radıyallahu Anh Şam’a doğru yola çıktı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkomutanı Ebu Ubeyde İbni Cerrah ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam’da veba hastalığı baş gösterdiğini haber verdiler. Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Bana ilk Muhacirleri çağrın.” Onları çağırdı. Ömer, onlarla istişare etti ve onlara Şam’da veba salgını bulunduğunu bildirdi. Onlar, (nasıl hareket edilmesi gerektiğinde) ihtilaf ettiler. Bazıları şöyle dediler: “Sen belirli bir iş için yola çıktın; geri dönmeni uygun bulmuyoruz.” Bazıları da şöyle dediler: “İnsanların geri kalanı ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabı senin yanındadır. Onları bu vebanın üstüne sevk etmenizi uygun görmüyoruz.” Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Yanımdan uzaklaşınız!” Sonra Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Bana Ensarı çağırın.” Onları çağırdı. Onlarla da istişare etti. Fakat onlar da muhacirler gibi ihtilafa düştüler. Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Siz de yanımdan gidiniz.” Sonra Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Bana Mekke´nin fethinden önce Medine’ye hicret etmiş olan ve burada bulunan Kureyş muhacirlerinin yaşlılarını çağır.” Onları çağırdı, onlardan iki kişi bile ihtilaf etmedi ve şöyle dediler: “İnsanları geri döndürmeni ve bu vebanın üzerine onları götürmemeni uygun görüyoruz.” Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anh insanlara, ben sabahleyin hayvanın sırtındayım, siz de binin diye seslendi. Bunun üzerine Ebu Ubeyde İbni Cerrah Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” Ömer Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde!” Zira Ömer Radıyallahu Anh, Ebu Ubeyde’ye muhalefet etmek istememişti. Sözüne şöyle devam etti: “Evet Allah´ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” (İbni Abbas der ki): O sırada, birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahman İbni Avf Radıyallahu Anh geldi ve şöyle dedi: “Bu hususta bende bilgi var; zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle derken işittim: إِذَا سَمِعْتُمْ بِهِ بِأَرْضٍ فَلا تَقْدَمُوا عَلَيْهِ، وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلا تَخْرُجُوا فِرَارًا مِنْهُ “Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız.” Bunun üzerine Ömer Radıyallahu Anh Allah’a hamd etti ve oradan ayrılıp yola koyuldu.

Cabir İbn Abdullah Radıyallahu Anh’ın, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in cüzzamlı birinin elini tutup onunla birlikte elini tabağa koyarak كُلْ بِسْمِ اللَّهِ ثِقَةً بِاللَّهِ وَتَوَكُّلاً عَلَيْهِ “Allah’ın adıyla, Allah’a güvenerek ve O’na tevekkel ederek ye!” buyurduğu şeklindeki hadisine gelince; onun isnadında Mufaddal İbn Fadâla vardır ve hadis ehli onun zayıf olduğunu söylemiştir. Bundan dolayı hadis zayıftır. Hatta hadis sahih olsa bile, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in; korunmanın sebeplere bağlanmak olduğuna delâlet eden فِرَّ مِنْ الْمَجْذُومِ كَمَا تَفِرُّ مِنْ الأَسَدِ “Aslandan kaçar gibi cüzamlıdan da kaç” kavli ile Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in cüzzamlı birinin elini tutup onunla birlikte elini tabağa koyduğundaki fiilin arasını cem etmek mümkündür. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in “cüzamlıdan da kaç…” hitabı, ümmetine has olup genel değildir. Her ne kadar Rasul Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in ümmeti için olan hitabı, O’nun hitabı olsa da; çünkü bu, onun kelamının umumiliğine dahil olur. Ancak O’nunla ilgili özel bir hüküm olduğuna delâlet eden bir karine gelirse, o zaman bu, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi Sellem’e ait özelliklerden biri olur. Burada cüzzamlının elini tutup onunla birlikte elini tabağa koyması, “cüzamlıdan da kaç…” kavlinin yanına konulduğunda, o zaman bu, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in fiilinin kendine has ve sözünün de ümmete has olduğuna dair bir karine olur. Buna göre korunmada sebeplere bağlanmak ile Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in, korunmada sebeplerin gözetilmemesi olarak anlaşılan cüzzamlının elini tutup onunla birlikte elini tabağa koyması şeklindeki fiili arasında bir çelişki yoktur. Zira bu, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’e hâstır. Çünkü O’nun ümmetine yönelik kavli, onlara hâs bir husus olup buna Sallallahu Aleyhi ve Âlihi Sellem’in fiili karinedir. Zira bu, sözlerinde ve fiillerinde Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’e tabi olarak O’nu örnek almayı gerektiren delillerden daha özeldir. Dolayısıyla âm (genel) olan özele bina edilir ve ümmete yönelik hususa aykırı olarak gelen bu fiilde O’nu örnek almak gerekmez. Binaenaleyh cüzzamlı ile yemek yediğine dair hadis sahih olsa bile bu, Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’e hâs olup korunma, ümmeti için farz olmaya devam eder. Bunların tamamı birey hakkındadır. İmama gelince; onun tebaanın sağlığını muhafaza etmeye ve onları hastalıklardan korumaya yönelik ameli, farz olarak kalır. Çünkü dediğimiz gibi işlerin gözetilmesi ve zararın ortadan kaldırılması, Allah’ın onun (İmamın) üzerine yüklediği bir farz olup bu hususta ihmalkarlık göstermesi halinde de onu tehdit etmiştir.

İslam’ın emrettiği bakım ve koruma türleri şunlardır:

a- (Hamile kadınların ve çocukların bakımı: Nitekim İslam nikaha (evlenmeye) teşvik etmiş, onu emretmiş ve buna rağbet ettirmiştir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: يَا مَعْشَرَ الشَّبَابِ، مَنْ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ الْبَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ، فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ وَأَحْصَنُ لِلْفَرْجِ، وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ، فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌ “Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan daha çok korur ve ferci de daha çok muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bir kalkandır.” [Muttefekun Aleyh]

Erkeğin şeriatın hükümlerine göre razı olduğu bir eş seçme hakkı olduğunu gibi aynı şekilde kadının da hükümlere göre razı olduğu bir koca seçme hakkı vardır. Ancak İslam, evlilikte efdaliyet durumlarını belirlemiştir. Nitekim İslam, üremeye ve neslin çoğalmasına teşvik etmiştir. Zira Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: فَالآنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُواْ مَا كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ) [الب “Şimdi artık onlarla birleşin ve Allah’ın sizin için yazdığını isteyin.” [Bakara 187] Yani çocuk demektir. Ahmed, Enes İbn Malik kanalıyla şunu tahriç etmiştir: تزوجو الودود الولود فإني مكاثر بكم الأنبياء يوم القيامة “Sevecen doğurgan kadınlarla evleniniz. Zira ben kıyamet gününde enbiyaya karşı çokluğunuzla övüneceğim.” Hakeza İslam, annesini, halalarını ve teyzelerini tanımak için bu sıfatla tanımlanan doğurgan kadınlarla evlenerek üremeye ve neslin çoğalmasına teşvik etmiştir…

Bu nedenle anne ve çocuklara yönelik sağlık hizmeti, kadınları ve kocaları üremeye (çocuk sahibi olmaya) teşvik etmek ve hamilelik öncesi, hamilelik sırası ve sonrasında anne sağlığına özen göstermek için bu temele dayandırılmıştır. Aynı şekilde çocuk sağlığını önemsemenin ve büluğ çağına girinceye kadar onların sağlığını takip etmenin yanı sıra anne ve çocuklara sağlık hizmeti sunmak için; her mahallede doktor, hemşire, beslenme uzmanı ve “sosyal hizmet görevlisi” ekibinden oluşan ve hepsinin kamu sağlığı noktasında nitelikleri olan bir “anne ve çocuk bakım” merkezi kurulmalıdır. Bu merkez, idari olarak iş sağlığı dairesine bağlı olur. Bu merkezlerin her biri mahalledeki tüm kadın ve çocukların istatistiğini yapar ve onlardan doğrudan sorumlu olur.

Anne ve çocuk bakım merkezlerinin amaçları ise şunlardır:

1- Aşı yoluyla bulaşıcı hastalıkların önlenmesi.

2- Periyodik muayeneler yoluyla sağlık sorunlarının erken tespiti.

3- Toplumdaki sağlık sorunlarının izlenmesi ve gerektiğinde gerekli önlemlerin alınması.