Sahih tedris yöntemi; öğretmenin fikrî olarak hitap etmesi ve öğrencinin de fikrî olarak kavramasıdır. Zira fikir veya akıl, öğrenim ve öğretim aracıdır. İşte bu akıl, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın insana yerleştirdiği, kendisiyle onu şereflendirdiği, mahlukatının çoğuna karşı onu üstün kıldığı ve böylece onu sorumlu hale getirdiği ayrıcalıktır. Akıl şu dört unsurdan oluşur:

– Beyin (düşünmeye elverişli)

– İhsas (duyu organları)

– Vakıa

– Vakıa hakkında önbilgi

Akıl veya fikir veya idrak tek bir manaya gelir: Vakıa hakkındaki hissin duyu organları vasıtasıyla beyne iletilmesi, vakıanın kendisi ile yorumlandığı önbilgilerin bulunması ve sonra da vakıa hakkında hükmün ortaya konulmasıdır.

Öğretim işleminde görüldüğü gibi, bu fikir başkalarına aktarılmak istendiğinde öğretmen bu fikri, başta dil olmak üzere ifade etme araçlarından bir veya daha çok araç ile öğrencilere aktarır. Bu fikir; öğrencilerde ya önceden hissettikleri ya da benzerini duydukları hissedilebilir bir vakıa ile bir araya getirilirse, sanki bizzat kendileri ulaşmışçasına onlara fikir olarak aktarılmış olur. Öğrenciler tarafından hissedilen ya da hissedilebilen bir vakıa, cümleleri anlamaları ile bir araya getirilmez ve cümleler kendilerine ait herhangi bir vakıayı tasavvur etmeksizin açıklanırsa, onlara fikir olarak aktarılmış olmaz. Onlara ancak birtakım bilgiler aktarılmış olur. Böylece öğrenciler bu bilgilerle ancak bilgili kişiler olurlar, fikir adamları olmazlar.

Bu nedenle öğretmenin; öğrencilere birtakım fikirleri aktarırken o fikirlerdeki manaları, öğrencilerin zihinlerinde, kendilerince hissedilen bir vakıa ya da hissetmekte oldukları vakıalardan ona yakın bir vakıa ile bir araya getirmeye çalışarak, açıklaması kaçınılmazdır. Öyle ki öğrenciler bunları vakıası olmayan mücerret bilgiler olarak değil, fikirler olarak alsınlar. Dolayısıyla öğretmenin öğrenciye vakıayı hissettirmek için hırs göstermesi kaçınılmazdır. Eğer vakıanın bizzat kendisini ortaya koymak imkânsız veya çok zor ise, bu durumda öğretmenin, fikrin verilmesi esnasında öğrencinin zihninde o vakıanın yakın bir suretini oluşturması gerekir. Ta ki bilgiler, hissedilen vakıa veya öğrencide oluşan tasavvur ile bir araya getirilip onda bir fikre dönüşsün.

Öğretmen öğrencilere fikirleri aktarırken şu hususlara bakılır:

– Eğer bu fikrin; öğrencilerin daha önce hissettikleri ya da kendilerine aktarılırken hissettikleri hissedilir bir vakıası varsa, onu idrak ederler ve fikrî bir telakki ile kavrarlar.

– Eğer bu fikrin; öğrencilerin daha önce hissettikleri ya da kendilerine aktarılırken hissettikleri hissedilir bir vakıası yoksa, fakat kendilerine aktarılmışçasına zihinlerinde tasavvur edip onu tasdik etmişler, vakıayı hissetmişçesine zihinlerinde netleştirmişler ve hissedilen vakıayı kabul ettikleri gibi bunu da kabul etmişler ise, artık onu idrak etmiş ve fikrî bir telakki ile kavramışlardır.

İşte bu her iki durumda da öğretmenin öğrencilere aktardığı fikir, kendilerine ait bir fikir haline dönüşür. Fakat fikrin hissedilir bir vakıası veya öğrenciler tarafından hissedilmesi mümkün olan bir vakıası yoksa bu fikir kendisine aktarılan kişi nezdinde mücerret bilgiler olarak kalır.

Hissedilir vakıa; insanın beş duyu organından birisi vasıtası ile hissetmesi mümkün olan vakıadır. Bu vakıa ister maddi ister manevi olsun fark etmez.

Maddi vakıa; görme duyusu ile ağacı görmesi, işitme duyusu ile kuşların sesini duyması, dokunma duyusu ile kumaşın inceliğini algılaması, koklama duyusu ile çiçeklerin kokusunu alması, tatma duyusu ile balın lezzetini tatması gibi insanın hissettiği vakıadır.

Manevi vakıa ise; cesaret, emanet, korkaklık ve ihanet şeklinde hissedilen vakıadır. Zira insan onları maddi belirtileri sebebiyle fikrî bir ihsas olarak hisseder. Müslümanın, donanım ve sayı bakımından kendisinden güçlü olan düşman karşısında savaşmasına ve direnmesine bakılarak cesur olduğu, savaş meydanından kaçmasından da korkak olduğu anlaşılır. Hissedilir ya da hissedilmesi mümkün olan –maddi ya da manevi- vakıa; düşünme işleminde esasi unsurdur. Fikir, vakıası olmaksızın fikir olmaz.

Muğayyebat ise insanın dünyada beş duyusundan birisi ile hissedemediği Cennet, Cehennem, Arş ve diğerleri gibi şeylerdir. İşte bunlar duyular yolu ile düşünmenin konusu olmazlar. Bunlar ancak, Kur’an-ı Kerim ve mütevâtir hadis gibi doğruluğu kesinleşmiş haberler yoluyla düşünmenin konusu olurlar. Bazı insanların var olduğunu hayal ettikleri, insan yiyen dev veya dünyayı boynuzunda taşıyan öküz gibi muğayyebata gelince; bunları düşünmekle meşgul olunmaz. Çünkü hissedilmemiş ve hissedildikleri kesin bir şekilde nakledilmemiştir. Dolayısıyla onlar hayaldir ve hurafedir, vakıaları yoktur. Öğrenciler bu tür şeyleri düşünmekle meşgul olmaktan sakındırılmalıdırlar.

İşitmek yani fikri hitap veya okumak yoluyla fikrî kavrayış işleminde; hitap edenin -ki o, öğretmendir ya da müfredat hazırlayanın, düşünmenin dört unsurunu kullanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla o, öğrenene “öğrenciye” sözlü ya da yazılı hitabı esnasında, öğrenci daha önce hissetmemiş ise, düşünmenin konusu olan vakıayı ona tam olarak tasavvur ettirmeye uğraşır. Öyle ki öğrenen, o vakıayı sanki hissediyormuş şuuruna ulaşır. Bu da vakıanın suretini onun zihninde oluşturabilmek için o vakıa hakkındaki bütün bilgileri toplamakla olur.

Öğretimde veya öğrenimde, fikrî hitap veya fikrî kavrayışın esasi aracı dildir. Çünkü dil; lafızlar ve cümlelerden, bu lafızlar ve cümlelerin delâlet ettikleri manalardan ve bu manaların delâlet ettikleri fikirlerden oluşur. Eğer öğretmen ve öğrenci; fikirlere delâletleri bakımından bu lafızları, cümleleri ve manaları iyi anlarlarsa bu araç, öğretim ve öğrenim işleminde etkin bir araç olur. Bu nedenle her öğretmenin ve müfredat hazırlayanın öğrencilerin dil seviyelerini dikkate almaları kaçınılmazdır. İki taraf arasında karşılıklı fikrî iletişimin kolaylaşması için öğretmen, öğrencilerin anladıkları lafızları, cümleleri ve terkipleri kullanır. Fikrî iletişimden kastımız; iki taraf arasındaki hitabın, düşünmenin dört unsurunu kapsamasıdır.

İşte bu yöntem ile yazılı veya sözlü metinler öğrencinin beyninde (aynen öğretmende oldukları gibi) fikirlere dönüşürler. Böylece öğrenci bunları kendi dil seviyesine göre ifade edebilir. Sonra da helâl ve haram, doğru ve yanlış gibi kendisindeki ölçülere göre onlarla amel edebilir.

İster ideolojik fikirler gibi hayat hakkında özel bir bakış açısı ile doğrudan alâkası olan fikirler olsun, isterse matematik bilimleri gibi özel bir bakış açısıyla doğrudan alâkası olmayan fikirler olsun her fikrin verilmesi ya da alınması için en elverişli yöntem işte budur.

Birinci türden fikirlerin yani hayat hakkında özel bir bakış açısı ile doğrudan alâkası olan fikirlerin, yani insanın Rabbiyle veya kendisiyle veya başkalarıyla olan alâkalarını düzenleyen fikirlerin, İslami akîdeye raptedilmesi kaçınılmazdır. Bu takdirde öğrencinin fikrinin yanı sıra şuuruna da hitap edilmesi ve bu fikrin, öğrencinin dünyadaki ve ahiretteki hayatı ile alâkasının beyan edilmesi kaçınılmaz olur. Ta ki o, bu fikrin doğruluğuna kanaat getirsin ve o fikir öğrencinin gidişatını disipline eden bir mefhum olsun. Böylece onda, İslami akîdenin belirlediği özel bakış açısından kaynaklanmış doğru fikirler sayesinde sevgi ve cesaret şuurları harekete geçer. Böylece onları gerçekleştirmek için kanaat ve hamaset ile yola koyulur. Ta ki kendisinde, hayat hakkında özel bakış açısına muhalif, onunla çelişen ve ondan saptırıcı fikirler karşısında da nefret ve tiksinti şuurları harekete geçsin. Böylece onlarla savaşmak ve reddetmek için yola koyulur.

Öyleyse bakış açısıyla ilgili fikrî metinlerin öğretilmesinden kasıt; sadece o metne ait sözlük manasını kavramak değildir. Bilakis öğrencinin, ister yapması isterse terk etmesi bakımından olsun, vakıa hakkında Şeriat’ın kendisinden istediği tavrı takınması için, vakıasına indirmek üzere metni anlamasıdır. Böylece bu tür fikirler, gidişatını İslam’ın hükümleri ile disipline etmesi için öğretilir. Dolayısıyla öğretim; fikrî zenginlik uğruna olmaz. Bilakis kendisinden kaynaklanan bütün sözlerde ve fiillerde Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın rızasını kazanma çabasındaki akliyet ve nefsiyet ile İslami şahsiyeti inşa etmek uğruna olur.

İkinci türden fikirlere yani fizik, kimya, matematik ve diğerleri gibi özel bir bakış açısıyla doğrudan alakası olmayan fikirlere gelince; bunlar öğrenciyi Allah Subhanehu ve Teala’nın insanın hizmetine sunduğu kainat ile irtibata geçmeye hazırlamak üzere öğretilir. Allah Subhânehu ve Teala şöyle buyurdu: وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِنْهُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” [Casiye 13] Ve şöyle buyurdu: وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ “O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı size boyun eğdirmiştir. Yıldızlar da O’nun emri ile hareket ederler.” [Nahl 12]

Dolayısıyla İslami bir şahsiyet olarak Müslüman, İslâm ümmetinin maslahatları ile gelişmesi açısından, hizmetine sunmak üzere faydalanması için bu tecrübî ilimleri öğrenir. İlim, sırf bizzat ilim için değil, bilakis ancak öğrendiği bilgiler ve fikirlerle bu dünya hayatında İslam’ın hükümlerine göre insanın faydalanması uğruna yani amel için talep edilir.Allah Subhânehu ve Teala şöyle buyurdu: وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ ۖ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste ama dünyadan da nasîbini unutma!” [Kasas 77]