İslami Hilafeti Kurmak İçin Çalışmanın Farziyeti!

İslami Hilafetin Müslümanların hayatındaki varlığı gelip geçici bir olay değildir, aksine onun varlığı bizzat İslam’ın varlığıyla bağlantılıdır; zira İslam’da devlet, İslam’ı benimseyen, sonra da onu tatbik edendir. Aynı şekilde devlet, İslam’ı taşır, ardından da cehaletin karanlıklarını nuruyla aydınlatsın diye onu bir nur risaleti olarak dünyaya yayar. İslami Devletin varlığının rolü, ruhun beden için olan rolü

İslami Hilafetin Müslümanların hayatındaki varlığı gelip geçici bir olay değildir, aksine onun varlığı bizzat İslam’ın varlığıyla bağlantılıdır; zira İslam’da devlet, İslam’ı benimseyen, sonra da onu tatbik edendir. Aynı şekilde devlet, İslam’ı taşır, ardından da cehaletin karanlıklarını nuruyla aydınlatsın diye onu bir nur risaleti olarak dünyaya yayar.

İslami Devletin varlığının rolü, ruhun beden için olan rolü gibidir; zira ruhsuz beden, cansız bir ceset gibi olur; dolayısıyla insanın yaşadığının ve canlı olduğunun gerçek delilini veren şey canlı bedendir.

Devlet de aynı şekildedir; zira İslami Devlet, yaratılanların efendisi Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in eliyle, Allah’ın emrine uygun olarak ilk kurulduğundan itibaren İslam’ın varlığı için gerçek bir garantör olmuştur.

İslami Devletin Medine-i Münevvere’de kurulmasının ardından Müslümanlar, zayıflık, yalanlanma, kuşatma, öldürülme ve yerinden edilme merhalesinden izzet, iktidar, zafer ve İslam’ın, tüm İslam’ın hayat vakıasında uygulanması merhalesine geçtiler; bu da bize, bir fikir ne kadar doğru, güçlü, açık ve net olursa olsun şayet onu destekleyecek bir güç yoksa hiçbir kıymetinin olmadığına ve düşmanların alaya almasına, aşağılamasına ve küçümsemesine maruz kalacağına dair bir anlayış vermektedir. Bu nedenle Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, devletin kurulması yolunda çalışmak için büyük bir hırs göstermiş ve bu büyük işi başarma yolunda hayatı gerçek bir tehlikeye maruz kalmıştır. Böylece devlet, yüzyıllar boyunca Müslümanların hayatında parıldayan bir ışık olmuş, nerede olursa olsun ve nereye giderse gitsin Müslümanların gerçek bir savunucusu olmuş ve Moğolların istilası ve onlardan öncede Haçlı Seferleri gibi bir tanesi bile İslam’ı ve Müslümanları yok etmeye yetecek birçok musibet, zorluk ve felaketleri Müslümanlardan uzaklaştırmıştır; fakat devletin varlığı ve gücü, Halifelerinin ve ordu komutanlarının hırsı ve dinlerine ve ümmetlerine olan kıskaçlıkları onları, düşmanların ve kâfirlerin Müslümanların merkezine karşı kurdukları komploları defetmek için bütün kıymetli ve değerli şeylerini feda etmeye sevk etmiştir.

Dolayısıyla uzun İslam tarihinin sonucunu ve tüm Batı kurnazlığının kullanılmasını, Melikul Cebbar Subhanehu şu kavliyle nitelendirmiştir:وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَال “Halbuki onların hileleriyle dağlar yerinden gidecek değildi!” [İbrahim 46] Dolayısıyla ümmetin düşmanları, Müslümanların gücünün iki temel meselede yattığını ve bir üçüncüsü olmadığını anladılar:

Birincisi: Doğudan batıya kadar Müslümanların arasını birleştiren İslam kardeşliği.

İkincisi: Halife’nin Müslüman ülkelerin bazı bölgeleri üzerinde gerçek otoritesi olmasa da tüm Müslümanları sancağı altında birleştiren İslami Hilafet Devleti’nin varlığı.

Bu nedenle İslam kardeşliğine, önce milliyetçilikle, sonra da Müslümanların evlatlarının nefislerinde kanser hücreleri gibi filizlenen vatancılıkla darbe indirdiler; nitekim bunlar hâlâ hayatımızda etkilerinin acısını çektiğimiz hücrelerdir. Daha sonra İslami Hilafeti ortadan kaldırmak amacıyla tuzak kurmak için bir araya geldiler ve İslami Hilafeti ortadan kaldırmak ve ona sona vermek için ordular hazırladılar, planlar ve entrikalar geliştirdiler. Ancak umutları boşa çıktı ve okları isabet etmedi; zira İslami Hilafet, en zayıf anlarında bile onlara hadlerini bildirdi ve Çanakkale (Gelibolu) savaşında onlara gerekli tepkiyi verdi. Bu yüzden alternatif bir plana başvurdular; bu plan ise ülke içindeki ajanlarından yardım istemekti; nitekim İslami Devletin son dönemlerinde zayıflaması nedeniyle kâfirler, kâfir Batı’nın emirlerini yerine getiren ve planlarını uygulayan hizmetkârlar olmaları için Müslümanların evlatlarından birçoğunu kendi saflarına çekmeyi başardılar; bunu da Müslümanların hayatındaki son Halife olan ve İslam ümmeti tarafından işitilen bir değer ve ses olan Sultan II. Abdülhamid’i azleden bu hainler yoluyla yaptılar; Rahimehullah’ın azledilmesiyle birlikte hainler, kendilerini bile kontrol edemeyen, aksine surları içinde yaşadıkları sarayı bile yönetemeyen üç halifeyi peş peşe iktidara getirdiler! Bunun üzerine efendilerinin İslami Hilafeti ilga etme ve onun devrilmesiyle İslam’ı ortadan kaldırma planını uygulayan ajanları mücrim Mustafa Kemal yoluyla Müslüman ülkelere son darbeyi vurmaya zemin hazırladılar; böylece ruh bedenden ayrıldı ve beden de hiçbir değeri olmayan bir ceset olarak kaldı. Dolayısıyla İslam artık uygulanmıyordu, aksine kâfir Batı ülkelerinin kanun ve anayasalarıyla değiştirildi ve bunlar Müslümanlar olarak hâlâ hayatımızda uygulanmaktadır!

Nitekim kâfirler, Müslüman ülkeleri hayali ve hiçbir değeri olmayan sınırlarla bölmek yoluyla Hilafeti ve İslam kardeşliğini Müslümanların zihinlerinden silmek ve onun yerine milli sınırları koymak için çok ama çok hırs gösterdiler. Ancak Müslümanların başındaki hain yöneticiler bu sınırları, Zülkarneyn barajından daha güçlü bir hale getirdiler; zira onlar bunları korumak ve işgalci kâfirin çizmiş olduğu bu sınırlardan Müslümanların geçişini engellemek için sınırlara askerî kuvvetler tahsis ettiler. Böylece her bir ülkede uluslar oluşturdular ve aralarında sorunlar ortaya çıkardılar; bu da ekini ve nesli yok eden savaşların ve milliyetçi çatışmaların patlak vermesine yol açtı ve Müslümanları birbirlerinden nefret ettirmekten, birbirlerinden uzaklaştırmaktan, birbirlerine düşman olmaktan, birbirlerine kin gütmekten ve birbirlerine tuzak kurmaktan başka bir anlamı olmayan bir şey için Müslümanların kanlarının dökülmesine neden oldu; zira o yöneticilerin tamamı hayatta kalmak için, birbirleriyle kavga etmelerine, birbirlerinden nefret etmelerine ve birbirleriyle savaşmalarına neden olan düşmanlarına bağlıdırlar!!

Bundan dolayı ruhu bedene geri döndürün ey Müslümanlar! Zira Rabbinizin şeriatını tatbik etmek dışında izzet, prestij, güç ve iktidar yoktur; bu da ancak İslam Devleti’nin (İslami Hilafet) yeniden inşa etmek için var gücüyle çalışan Hizb-ut Tahrir’in muhlis bir şekilde çalışan gençleriyle birlikte ciddi olarak çalışıp çaba göstermekle mümkündür; böylece bu dev, uzun uykusundan yeniden uyanacak, bu sayede hayat vakıamızda Allah’ın şeriatı ve hükümleri tatbik edilecek ve sıçanları ve tilkileri şayet bulabilirse yuvalarına geri gönderecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Reyyan Adil – Irak

Diğerleri