MADDE-131: “İster haraci, ister öşri arazi olsun mahsulün bir kısmı ya da para karşılığı ekmek üzere araziyi icare (kiraya) vermek kesinlikle yasaklanır. Fakat musakat, yani mahsulün bir kısmı karşılığında ekini sulamak ise caizdir.” Bu madde ile ilgili deliller çoktur. Hepsi de arazinin icar edilmesini yasaklayan nasslardır. Rafi b. Hudeyc’in rivayetine göre o şöyle diyor: Rasulullah
MADDE-131: “İster haraci, ister öşri arazi olsun mahsulün bir kısmı ya da para karşılığı ekmek üzere araziyi icare (kiraya) vermek kesinlikle yasaklanır. Fakat musakat, yani mahsulün bir kısmı karşılığında ekini sulamak ise caizdir.”
Bu madde ile ilgili deliller çoktur. Hepsi de arazinin icar edilmesini yasaklayan nasslardır. Rafi b. Hudeyc’in rivayetine göre o şöyle diyor: Rasulullah (u) zamanında biz ortak olarak ekin yapardık. Amcalarından bir kimse ona gelerek demişler ki Rasulullah bize faydalı bir şeyden bizi nehyetti. Fakat Rasulullah’a (u) itaat daha faydalıdır demişlerdir. Rafi: Rasulullah’ın size yasakladığı o şey nedir dedi? Amcası: Allah Rasulü (u) şöyle dedi:
مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ فَلْيَزْرَعْهَا أَوْ لِيُزْرِعْهَا أَخَاهُ ولا يُكَارِيهَا بِثُلُثٍ ولا رُبُعٍ ولا بِطَعَامٍ مُسَمًّى “Kimin bir arazisi varsa onu eksin. Orayı üçte bir dörtte bir, ve belli bir mahsul karşılığı kiraya vermesin.”[1]
İbni Ömer’den rivayet edildiğine göre o, şöyle demiştir: “Biz Rafi b. Hudeyc’in rivayet ettiği hadisi işitmeden önce ortaklaşarak ziraat yapmak hususunda herhangi bir sakınca görmüyorduk.” Cabir’den rivayet edildiğine göre; Rasul (u) ortaklaşarak çiftçilik yapmaktan nehyetti Buhari’nin Cabir’den rivayet ettiğine göre Cabir şöyle dedi: “Ziraatı üçte bir, dörtte bir ve yarı yarıya yapıyorlardı. Rasul (u) şöyle dedi:
مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ فَلْيَزْرَعْهَا أَوْ لِيَمْنَحْهَا فَإِنْ لَمْ يَفْعَلْ فَلْيُمْسِكْ أَرْضَهُ “Kimin bir arazisi varsa onu ya eksin, yahut onu kardeşine versin. Eğer böyle yapmayacaksa, arazisini elinde tutsun.”[2]
Ebu Davud’un Zeyd b. Sabit’ten rivayet ettiğine göre Muhabire’den nehyetmiştir. Muhabire’nin ne olduğunu sordum. Zeyd b. Sabit Muhabire’yi: “Araziyi yarı, üçte bir veya dörtte bir karşılığında işletmektir” dedi Rafi’in rivayetine göre Rasul (u); “Mezraların kiraya verilmesini nehyetmiştir.”
Zahir b. Rafi’den rivayet edildiğine göre Zahir der ki: Rasulullah (u) beni çağırdı ve siz tarlalarınızı ne yapıyorsunuz dedi. Ben dörtte biri karşılığında veya hurma veya arpanın belli miktarları karşılığında icara veriyoruz dedim. Bunun üzerine Rasul (u) şöyle dedi:
لا تَفْعَلُوا ازْرَعُوهَا أَوْ أَزْرِعُوهَا أَوْ أَمْسِكُوهَا “Hayır öyle yapmayın. Araziyi kendiniz ekin veya onu elinizde tutun.”[3]
Ebu Said’den rivayet edildiğine göre; “Rasulullah (u) buğday karşılığında arazinin kiraya verilmesini nehyetmiştir.”
Sahihi Buhari’de rivayet edildiğine göre Rasul (u) şöyle dedi:
مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ فَلْيَزْرَعْهَا أَوْ لِيَمْنَحْهَا فَإِنْ لَمْ يَفْعَلْ فَلْيُمْسِكْ أَرْضَهُ “Kimin bir arazisi varsa onu ya kendisi eksin veya başkasına versin. Araziyi başkasına vermek istemezse arazisini elinde tutsun.”[4]
Sahih-i Müslim’de şu hadis yer almaktadır: “Rasul (u) arazi için herhangi bir ücret ve bir payın alınmasını yasakladı.”
Nesei Süneninde ise: “Allah Rasulü arazi kiralamayı nehy etti. Biz, ya Rasulullah o taktirde bir miktar hububat karşılığında kiraya versek olmaz mı dedik. Allah Rasulü: Hayır olmaz dedi. Biz: Saman karşılığı kiraya versek dedik. O, yine hayır olmaz dedi. Peki onu suya yakın bulunan bir kısmını sulama karşılığında kiraya versek dedik. Yine Allah Rasulü: Hayır, onu ya kendin ek yahut kardeşine ver buyurdu.”
Abdullah b. Ömer’den rivayet edildiğine göre; “O, bir gün Rafi b. Hudeyc’e rastlamış ve ona bu meseleyi sormuştu. Rafi şöyle demiştir: Ben Bedir’de şahit olan iki amcamın şöyle konuştuklarını işitmiştim; Rasul (u) araziyi kiraya vermeyi yasaklamıştır” cevabını verdikten sonra ilgili hadisi anlatmış, bunun üzerine Abdullah ibni Ömer araziyi kiraya vermekten vazgeçmiştir.
İşte bütün bu hadisler Rasul (u)’in araziyi icara vermeyi nehyettiğine açıkça delalet ederler. Bu nehyetme metnindeki karine bu nehyin kesin olduğunu ifade eder.
Ziraat ortaklığının haram olduğunu ifade eden delile gelince: Ebu Davud’un Cabir’den rivayet ettiği hadis şöyledir:
مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ فَلْيَزْرَعْهَا أَوْ لِيَمْنَحْهَا فَإِنْ لَمْ يَفْعَلْ فَلْيُمْسِكْ أَرْضَهُ “Ziraat ortaklığını terk etmeyen kimse Allah ve Rasulü’ne karşı harb ilan etsin.”[5]
Arazinin kiraya verilmesiyle ilgili olarak da yukarıda Nesei’nin Süneninde zikredilen hadis delalet etmektedir. Önce hububat karşılığı kiraya vermeyi nehyettikten sonra saman ve sulama karşılığı olarak kiraya vermeyi de yasaklaması ve hiçbir istisna yapmaması nehyinde ısrar ettiğini ifade eder. Çeşitli durumlar içerisinde mesele Rasul (u)’e takdim edilmiş ve ondan müspet bir cevab beklenmiştir. Ancak Rasul (u) bütün bu hallerde çeşitli tekrara rağmen kesinlikle nehyetmiştir. Bu da nehyin kesin olduğunu ifade eder. Sonunda: “Onu ek veya kardeşine ver” demesi hasr ifade ediyor.
Nehyin kesin olarak ifade ettiğine dair yine Rafi’den rivayet edilen şu haberi verelim: “Ben bir araziyi ekiyordum Nebî (u) bana uğradı. Ben o anda orayı suluyordum, Bana ziraatın ve arazinin kime ait olduğunu sordu. Ben de; ekim, tohum ve emek benim, bunun karşılığında burada elde edilecek mahsulün yarısı benim, yarısı da falan kimsenin dedim. Bunun üzerine Nebî (u) şöyle dedi: أَرْبَيْتُمَا فَرُدَّ الارْضَ عَلَى أَهْلِهَا وَخُذْ نَفَقَتَكَ Demek ki ikiniz faiz ile iştigal ediyorsunuz. Yeri sahibine geri ver ve masrafını al dedi.”[6]
Böylece Nebi (u) muameleyi bir faiz olarak görmüştür. Faiz ise kati nass ile haram kılınmıştır. Anlaşıldığına göre Nebî (u) Rafi’den araziyi sahibine içindeki ekiniyle geri vermesini, bunun karşılığında harcadıklarını almasını istemiştir. Yani yapılan muamelenin feshini istemiştir. Bu hareket nehyin kesin bir nehiy olduğuna delalet eder.
İşte ziraat ortaklığı ile ilgili, Cabir’in hadisi, çeşitli hallerle takdim edilen Nesei hadisi ve Rafi’in faiz kabul edilen davranışı arazi icarıyla ilgili rivayet edilen hadislerden meydana gelen üç delil bu nehyin kesinlik ifade ettiğine delalet eden kesin karineler olup, araziyi icara vermenin kesinlikle haram olduğuna delalet ederler.
Bu hadislerin hem mantukunun hem de mefhumunun araziyi kiraya vermenin kesin olarak haramlığına delalet ettiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur. Tüm şer’î hükümler içerisinde bu delillerden daha açık, daha kuvvetli ve daha çok delille ortaya konulmuş bir şer’î hükmün bulunduğunu sanmıyoruz. Bu nedenle, bu kadar açık delilden sonra bırak Müslümanı, herhangi bir insanın arazi icarının caiz olduğunu söylemesi insanın garibine gitmektedir. Ancak imamlar arasında arazi icarına cevaz veren bazı kimseler vardır. Bu nedenle Müslümanda arazinin icara verilmesinin haramlığı hakkında en ufak bir şüphe kalmaması için yukarıda geçen delillere ilave olarak arazi icarını caiz olduğunu söyleyen imamların dayandıkları delilleri sadece eleştirmek için değil, çürütmek için onların delillerini de beyan edeceğiz.
Arazinin kiraya vermenin caiz olduğunu iddia edenler şöyle diyorlar: “Arazi bir ayndır. Durduğu yerde ondan menfaat sağlamak mübahtır. Bundan dolayı ev ve binalar gibi onu para ve benzeri şeyler karşılığında kiraya vermek caizdir. Eşya ve mal hakkındaki hüküm para ve değerler için de aynıdır.”
Bu sözün yanlışlığı apaçık ortadadır. Çünkü her ne kadar arazi, binalar gibi menfaatinden yaralanılabilecek bir mal ise de, arazinin kiraya verilmesinin haram olduğuna dair açık deliller varid olmuştur. Her ne kadar icarenin tarifi buna uygun gelse de nass bunun haram olduğu hususunda varid olmuştur. Bundan dolayı araziyi kiraya vermek haramdır. Her ne kadar icara delili her türlü icareye şamil ise de arazinin icare verilmesini haram kılan delil varid olmuş ve bu genel olan icare tarifinin dışında olmak üzere onu tahsis etmiş ve arazi icarını istisna kılarak haram kılmıştır. Bundan dolayı onun icaresi haram olmuştur.
كُلُوا مِمَّا فِي الارْضِ حَلالا طَيِّبًا “Yerdekilerden temiz helal olarak yiyiniz.”[7]
Allahu Teâla’nın bu emri her şeye şamil olacak şekilde genel olarak varid olmuştur
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ “Size ölü, kan ve domuz eti haram kılındı.”[8]
Bu ayetle, yukarıdaki genel hükümden ikinci ayette geçen hususlar tahsis edilmiş oldu. Böylece onların arazinin icarı ile ilgili cevaza delalet eden delilleri bozulmuş bulunuyor.
Arazinin kiraya verilmesini caiz görenlerden bir kısmı da şöyle iddia ediyor: “Araziye delalet eden delil Hanzala b. Kays’dan rivayet ettikleri delildir. Arazinin kiraya verilmesiyle ilgili olarak hanzala Rafi b. Hudeyc’den sormuştur. Rafi şöyle demiştir: Rasul (u) arazinin kiraya verilmesini yasaklamıştır. Ben, altın ve gümüş karşılığında verilmesini de mi yasakladı? dedim. Rafi şöyle dedi: Rasul (u) oradan elde edilen bir kısım mahsul karşılığında arazi kirasını yasakladı. Altın ve gümüş karşılığında araziyi kiraya vermekte herhangi bir sakınca yoktur.”
Bu iddiaya ait delile cevabımız şudur: Her şeyden önce, “Fakat Altın ve gümüş karşılığında olursa herhangi bir sakıncası yoktur” sözü Rasul (u)’in değildir. Bu söz Rafi’ye ait bir sözdür Zira Hanzale, Rasul (u) altın ve gümüş karşılığında mı yasakladı? diye sorunca o da: “Altın ve gümüş karşılığında kiraya verilirse sakınca yoktur” cevabını vermiştir. Bu cevap tamamen Rafi’ye aittir. Nitekim bu hususu Buhari şu şekilde rivayet ediyor: “Ben Rafi’ye araziyi kiraya vermek dinar ve dirhem ile olursa durum nasıl olur diye sordum. Rafi; Bunlarla yapılırsa herhangi bir sakıncası yoktur” dedi. Açık olarak anlaşılıyor ki bu sözü söyleyen Rafi’nin kendisidir. Peygambere ait bir söz değildir. Rafi’nin sözü şer’î bir delil olmadığı gibi reyi de şer’î delil değildir. Özelikle hilafına sarih ve açık nass bulunursa, bunun karşısında Rafi’nin sözü hiç bir zaman delil olmaz. Rafi o gün elde edilen bir kısım mahsul karşılığında kiraya verilmeyeceğini arazinin altın ve gümüş karşılığında kiraya verilebileceğinde bir sakıncanın olmadığını zannetmiştir. Bu hükmün Rafi’ye ait olduğu Buhari’nin Rafi’den rivayet ettiği haberin bizzat metininden anlaşılıyor. Altın ve kağıt para o gün mevcut değildi. Müslim, Ebu Davut ve Nesei aynı hadisi Rafi’den rivayet ederken şu kayda rastlıyoruz: “Ancak belli bir değer karşılığında olursa bir sakıncası yoktur.” Bunların hepsi Rafi’nin kendi anlayışıdır. Onun anlayışı ise hiç bir zaman şer’î delil kabul edilmez. Ona ters düşen bir delil bulunduğu zaman böylesi görüşler reddedilir.
Yine arazi icarını caiz görenler diyorlar ki; “Arazinin icarını nehyeden deliller o gün mevcut olan icar sistemini yasaklıyor. O gün arazi icarı şöyle oluyordu; “Kişi yapacağı ekinlerden elde edilen bir kısım mahsul karşılığında araziyi sahibinden icar ediyordu Mesela araziyi icara alan kimse, mal sahibi için araziden belli bir kısmını eker. İşte bu ektiği kısım, araziden kalan kısımları kendisi için ekmesini sağlayan bir ücret oluyor. Başka bir icare usulü ise: Belli bir mahsul karşılığı veya oranın gelirinden bir cüz karşılığı arazi icar ediliyordu. Bu hadislerin yasakladığı icare bu iki çeşit icaredir. Bu nevi arazi icarı haram kılınmıştır. Bunlardan başka olan arazi icarı caizdir. Bundan dolayı altın ve gümüş karşılığında araziyi icara verme caiz olur.”
Buna karşı cevabımız şudur: Bu deliler bu nevi icare çeşitleriyle arazinin icara verilip verilmeyeceği hususunda varid olan bir sorunun cevabı olarak gelmiş değiller ki suale verilen özel bir cevap olsun da sualin taşıdığı konuya has kılınmış olsun. Hadis muayyen bir mevzua has değil umumi olarak varid olmuştur, Bundan dolayı hadisin konusu hususi değil umumidir. Çünkü bir olayın meydana geldiği konuda nassın tahsis edilmesi, ancak olayı beyan etmek üzere bir nass varid olduğu zaman olur.. Yahut ortada bir sual varid olur da ona cevap olarak nass varid olursa o zaman nass mevzua has kılınabilir. İşte bu iki durumdan dolayı nass konularına tahsis edilir. Fakat ne bir soruya cevap ne de belli bir olay için varid olmayıp umumi olarak gelen nass, nassı tahsis edecek bir başka şer’î nass bulunmadıkça genelliği ile olduğu gibi kalır. Mesela insanlar kat kat faiz işleriyle işlerini yürütüyor diye umumi ribanın haramlılığı o teamüle tahsis edilemez. Bilakis ribanın genelliği devam eder. Bu sebeple faizin her türlüsü haramdır. Arazi icarını haram kılan hadisler her hangi bir olay olmadan varid oldukları gibi, herhangi bir suale cevap olarak da varid olmuş değillerdir. Onunu için bu nevi nasslar umumi olup herhangi bir şeyle kesinlikle tahsis edilemezler.. Yasak geldiğinde arazi icarı ile ilgili halkın üzerinde olduğu teamül bu türlü nassları tahsis etmez. Nasslar, arazinin her türlü icarını nehyetmekle umumiliklerini ifade ederler. Bundan dolayı arazi icarı her türlü şey karşılığında haram olur. Bu şey Altın, gümüş ve daha başka şeyler olabilir. Yasaklama geldiği zaman halkın arazi ile ilgili teamülü yasaklanmıştır diyerek nassları tahsis etmeğe kalkışanların da istidlalleri böylece çürütülür.
Ebu Davud ve Nesei’nin tahric ettikleri hadislere dayanarak arazi icarının caiz olduğunu iddia edenlerin ileri sürdükleri hadis şudur:
“Rasulullah (u) arazi ortaklığını ve kabala alış verişi nehyetti. Şöyle dedi: Ancak üç kişi ziraat yapar: 1. Arazisi olan 2. Kendisine bir arazi verilen, 3. Altın ve gümüş karşılığında bir araziyi kiralayan adam.“
Ebu Davud’un Sa’d b. Ebi Vakkas’tan rivayetine göre: Arazi sahipleri ekinlerini sulamak karşılığında arazilerini kiraya veriyorlardı. Bu hususta anlaşmazlığa düştüler. Rasul (u) de bu şekilde bir kirayı yasakladı. Ve Sa’d b. Ebu Vakkas şöyle dedi: “Altın ve gümüş karşılığında kiraya verin.”
Bu iki hadis arazinin altın ve gümüş karşılığında kiraya verileceğinin cevazına delalet ederler.
Yine bu iddiaya cevap olarak deriz ki: Altın ve gümüş karşılığı arazinin kiraya verilebileceği hususundaki bu iki hadis ile istidlal doğru olmaz. Çünkü birinci hadisteki: “Ancak üç kişi ekebilir” cümlesi Rasul (u)’in sözü değil Said b. El-Müseyyeb’in sözüdür. Yine ikinci hadisteki: Altın ve gümüş karşılığında kiraya verin cümlesi de Peygamberin sözü değil Sa’ad’ın sözü olduğu anlaşılıyor. Birinci hadisi rivayet eden Nesei bu hadis ile Rasulullah “Arazi ortaklığını ve kabala satışı” men ettiğini açıkça ifade ediyor. Diğer geri kalan kısmı ise Said b. el-Müseyyebi’in sözüdür. İkinci hadise gelince: Cümlenin gelişinden onun Sa’d b. Vakkas’ın sözü olduğu anlaşılıyor. Zira Ebu Davud kendince bunu haber sırası içerisinde vermiştir. Nitekim: “Toprak sahipleri arazilerini kiraya veriyorlardı) şeklinde verdikten sonra diyor ki: Nebî (u) onları bundan yasakladı.” Görüldüğü gibi bunların hepsi kendisi tarafından haber sigasıyla ifade edilmiştir. Nass rivayet sigasıyla yapılmamıştır. Sonra sözü başka bir üsluba sokarak “Araziyi altın ve gümüş karşılığında kiraya veriniz” şeklinde vermiştir. Nitekim cümlede “dedi” tabirinden Sa’d anlaşılıyor. Bu onun görüşü demektir. Binaenaleyh bu iki hadisten biri Said b. el-Müseyyeb’in diğeri ise Sa’d b. Ebi vakkas’ın görüşlerini yansıtıyor. Bunlar Rasul (u)’den rivayet edilmiş değillerdir. Bunların görüş ve reyleri ise şer’î delil değildir. Onun için bu iki hadis ile istidlal yapılamaz.
Arazinin altın ve gümüş karşılığında kiraya verilmesi Rasul (u) zamanında yok idi. Nitekim Buhari’nin Rafi’den rivayetinde şöyle dediğini görüyoruz: “O gün araziyi altın ve gümüş karşılığında kiraya vermek yoktu yani böyle bir muamelede altın ve gümüş karşılığında arazi kiraya verilmiyordu.”
Altın ve gümüş o gün mevcut olmasına rağmen arazi kiralamalarında böyle bir işe müracaat etmiş değillerdi. Eğer Rasulullah (u) altın ve gümüş karşılığında araziyi kiraya vermeyi emretmiş olsaydı muamele bu şekilde olurdu ve bu husus rivayet edilirdi. Fakat böyle bir rivayet yoktur. Kaldı ki arazi kiralamaları Altın ve gümüş ile olmuş değildir.
Arazi icarı ile ilgili olarak halkın teamülü ile sahabenin icmaısını böyle bir işlemin caiz olduğuna delil gösterenlere gelince: Onların teamül delilleri; Abdullah b. Ömer’in Rasulullah (u) Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Muaviye devrinin başlarına kadar kendi tarlalarını kiraya verdiğinin rivayet edilmesidir. İbnü’l Arabi el-Maliki’nin: “Arazinin kiraya verilmesinin cevazı hakkında Sahabenin icması vardır” diyor.
Bu iddiaya da cevabımız: İnsanların teamül ve örfü, onu caiz olduğuna delalet etmez. Ancak Kitap ve sünnetten bir nass delil olabilir. Üstelik onların ibni Ömer’in arazi kiraladığı yönündeki rivayetleri delil olarak kullanılamaz. Çünkü İbni Ömer hadisi duyduktan sonra bunu terk etmiştir. Bu husus, yani onun hadisi işittikten sonra araziyi kiraya verme işini terk etmiş olduğu, kendisinden gelen iki rivayet ile sabittir. Bizzat kendisinden nakledilen başka bir rivayette ise şöyle diyor: “Biz arazi ortaklığı hakkında herhangi bir sakınca görmüyorduk. Ne zaman ki Rafi b. Hudeyc’in söylediği hadisi işittik, o zaman bu işi bıraktık.” Bunun mefhumundan Abdullah b. Ömer’in daha sonra ziraat ortaklığının sakıncalı olduğuna kanaat sahibi olduğu anlaşılmaktadır. “Muzara” arazinin icara ve kiraya verilmesidir. İnsanlar arasındaki örf ve teamül ile istidlal edilmesi reddedildiği gibi, Abdullah b. Ömer’in fiili ile istidlal de kabul olunamaz.
Araziyi kiraya vermenin caiz olduğuna dair sahabe icmasının olduğuna gelince: Bu icmaa Allah Rasulü’nün Hayber arazisini sulamak üzere Yahudilere icara verilmesiyle ilgilidir. Bu icmaa, arazinin icare verilişi ile ilgili değildir. Zira bu icmanın ravilerinden biri olan İbn’ül Arabi, Ömer’in hadisini şerh ederken bu icmayı da zikreder. Onun izahatına göre, Rasulullah (u) Hayberlilerle böyle bir muamele yapılmış sahabe de böyle bir icarenin caiz olduğu üzerinde icmaa etmiştir. Bunların naklettikleri icmaa sulama ile ilgili icmadır. Arazi icarı ile ilgili bir icmaa değildir. Bunun için bununla istidlal yapılamayacağı gibi, arazi icarının cevazına dair bir delil olmaya da uygun değildir.
Altın ve gümüş karşılığında araziyi icare vermenin caiz olduğu ve bu hususta sahabe icmasının olduğunu iddia edenler arasında el-Fetih sahibi şu şekilde bir nakil yapıyor; “İbnü’l Münzir mutlak olarak şöyle diyor: Altın ve gümüş karşılığında arazinin icare verilebileceğinin cevazı üzerinde sahabe icmaı vardır.” İşte bu icmaa Altın ve gümüş karşılığında arazinin kiraya verilebileceğine delildir.”
Buna karşı cevabımız şudur: Arazinin icarının nehyi konusunda varid olan hadisler bu icmayı bozmaktadır. Çünkü varid olan hadisler umumi bir nehiy şeklinde nehyetmiştir. Nitekim Rasulullah (u) şöyle demiştir:
“Kimin bir arazisi varsa onu kendisi eksin. Yahut kardeşine versin. Eğer böyle yapmayacaksa araziyi terk etsin.”
Ebu Hureyre’den rivayet edilen başka bir rivayette ise:
مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ فَلْيَزْرَعْهَا أَوْ لِيَمْنَحْهَا أَخَاهُ فَإِنْ أَبَى فَلْيُمْسِكْ أَرْضَهُ “Kimin bir arazisi varsa onu kendisi eksin, yahut kardeşine versin. Eğer kabul etmezse yerini elinde tutsun.”[9]
Sahihi Müslim’de ise şöyle geçmektedir: “Rasulullah (u) arazi için bir ücret veya payın alınmasını nehyetmiştir.”
Umumi olarak gelen bu hadisler gümüş ve altın olmak üzere herhangi bir şey karşılığında arazinin icare verilmesini yasaklamaktadır. Bu hadisler icmayı bozmaktadır. Eğer bu icmaa sahih olsa veya mezkur icma nazarı dikkat alınsa o takdirde hadisi tahsis eder ki hiç bir zaman icma hadisi tahsis edemez. O takdirde hadis umumiliği üzerinde baki kalır ve icma reddedilir. Kaldı ki hadisler, mutlak olarak nehyetmeye delalet ediyorlar “yoksa onu terk etsin” “Eğer kardeşi almak istemezse elinde tutsun” gibi kayıtlar arazinin altın ve gümüş karşılığında icaresinin caiz olmadığına delildir. Başka bir rivayetteki kayıt ise bu hususu teyid ediyor; “Onu kendine ek, yahut kardeşine ver.” Bu hadis arazi sahibini iki husus arasında muhayyer bırakmıştır. Bir üçüncü alternatif mevcut değildir. Rasul (u)’in şu sözü de bu hususu teyid eder;
“Arazinin geliri Allah ve Rasulü’ne aittir. Sonra sizindir. Kim ki bir ölü araziyi imar ederek diriltirse o yer ona aittir. Üç seneden sonra araziyi ekmeden elinde bulunduranın her hangi bir hakkı yoktur.”
Hadiste geçen “hak” kelimesi nefiyden sonra nekre olarak geldiği için umumilik ifade eder. Bu her hakkın nefyine şamildir. Eğer arazi altın ve gümüş karşılığında icar edilebilseydi, üç sene sonra elinden alınmazdı. Kaldı ki bu icmayı bozan şu hususu zikretmede fayda mülahaza ediyoruz; Bilindiği gibi, icma mevcut olan bir mesele üzerinde olur. O meselenin caiz olup olmadığı hususunda cereyan eder. Daha henüz mevcut olmayan bir mesele üzerinde icma meydana gelmez. Altın ve gümüş karşılığında araziyi icare vermek işi halkın üzerinde muamele icra ettiği bir şey değildi. Bu konuda halk böyle bir şey bilmiyordu. Buhari’nin Rafi’den rivayet ettiğine göre; “O gün altın ve gümüş muamelesi mevcut değildi.” Kays oğlu Hanzela’nin rivayetine göre o diyor ki:
“Ben Rafi’b. Hudey’ce altın ve gümüş karşılığı yerin kiraya verilmesini sordum. O, herhangi bir sakıncası yoktur dedi. Ancak Rasul (u) zamanında halk, araziyi dere ve su kenarlarında gelişen otlaklar ve çayır ile ekin karşılığında icare veriyorlardı. Halkın arazi için vermesi bundan ibarettir” dedi.”
Bu iki hadis altın ve gümüş karşılığında arazinin kira ve icara verildiği hususunda herhangi bir muamelenin olmadığına delalet ederler. Aynı zamanda herhangi bir icmanın olmadığını da ifade ediyor.
Sahabenin icması bir delilin keşfinden ibarettir. Yoksa toplanıp münakaşa edip üzerinde ittifak ettikleri bir şey değildir. Onların icması, şu işin hükmü şudur, biz Rasul (u)’den bu işin hükmünü böyle işittik veya böyle yaptığını, yahut bu hususta sükut ettiğini gördük diyerek o iş hakkındaki delili rivayet etmek değil, hükmü haber vermektir. Bu da ancak meydana gelmiş bir hususta olabilir. Zira şeriat meydana gelmiş olanlara iner. Şeriat farazi ve nazari şeyler değildir. Bundan dolayı sahabe icması, ancak mevcut bir şey üzerinde varid olan icmadır. Sahih hadisler, arazi icarı ile ilgili muamelenin mevcut olmadığını meydana çıkarınca, bu husus üzerinde sahabe icması da olmuş olmaz.
İbni Abbas’tan rivayet ettikleri bir hadis ile arazinin icara verilebileceğini iddia edenlerin ileri sürdükleri delil şudur: İbni Abbas dedi ki; “Allah (Y) ziraat ortakçılığını yasaklamamıştır. Fakat Allah -birinizin elindeki arazisini, karşılığında bir şey almak yerine karşılıksız kardeşine vermesi daha hayırlıdır, demiştir.” Bunu, İbni-i Mace şöyle zikreder: “İbni Abbas halkın araziyi kiraya verme hususundaki isteklerini görünce: Sübhanallah! Rasulullah (u), arazisini ekmeyen kimse onu kardeşine versin demiştir. Onu kiraya vermekten nehyetmiştir.” Başka bir rivayette ise İbni Abbas şöyle demiştir Rasulullah (u) ziraat ortaklığını haram kılmamıştır. Fakat Müslümanların birbirine acımalarını ve yardım etmelerini istemiştir. Nitekim şöyle demiştir.
مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ فَلْيَزْرَعْهَا أَوْ لِيَمْنَحْهَا أَخَاهُ فَإِنْ أَبَى فَلْيُمْسِكْ أَرْضَهُ “Kimin bir arazisi varsa onu kendisi eksin, yahut onu kardeşine versin. Eğer kabul etmezse yerini elinde tutsun.”[10]
Sabit’ten rivayet edilen bir hadis ise şöyledir; “Rasulullah (u) Ziraat ortaklığını nehyetmiştir. Ücretle verilmesini yani icare verilmesini emretmiştir. Bunda herhangi bir sakınca yoktur demiştir.” İşte bu hadisler icarenin caiz olduğuna delalet eder.
Buna cevabımız şudur: İbni Abbas’ın bütün rivayetleri Rasulullah (u)’in sözlerinden anladıkların haber vermekten ibarettir. Rasulullah’ın hadislerini rivayet değildir. Onun rivayet ettiği Rasulullah (u)’in araziyi kiraya vermeyi nehyinden, bu nehyin haram kılmak manasına gelmediğini beyan anlayışından ibarettir. Nitekim hadisten anladığını “yasaklamadı” tabiriyle ifade etmiştir. İbni Abbas, ikinci hadisten anladığını ise şu şekilde ifade ediyor: “O, ziraat ortakçılığını haram kılmadı. Fakat o, Müslümanların birbirine yardım etmelerini ve acımalarını emretmiştir.” İbni Abbas’ın hadisten anladıkları hadis olmadığına göre hiç bir zaman hüccet olmayacağı için onunla istidlal de edilemez. Sabit’in: “Araziyi icare vermeyi emretti” sözü, Rasulullah (u) araziyi icare vermeyi yasakladı” anlamındaki hadisi ve aynı zamanda: “Allah Rasulü yerden bir icar alınmasını veya başka bir karşılık alınmasını yasakladı” hadisleriyle çelişmektedir. “İcare verilmesini emretti” tabiri bütün icareleri şamil olacak şekilde umumi bir ifadedir. Bunun için yasak ifade eden hadis tercih edilir. Zira iki nass çatıştığı zaman nehyeden nass emreden nassa tercih edilir. Çünkü Rasulullah (u) şöyle dedi;
دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لا يَرِيبُكَ “Seni şüpheye düşüreni bırak, şüpheye düşürmeyen ile amel et.”[11]
Binaenaleyh bu hadislerle istidlal edilmesi geçersizdir.
Yine Ebu Davud ve Eşram’ın “Ben arazi icarını daha iyi bilirim” diyen Ziyad b. Sabitten, onun da Rafi’den rivayet ettikleri hadise dayanarak, arazi icarının caiz olduğunu iddia edenler şöyle diyorlar: Rasul (u) iki kişinin birbiriyle kavgasını işitiyor ve şöyle diyor:
إِنْ كَانَ هَذَا شَأْنَكُمْ فَلا تُكْرُوا الْمَزَارِعَ “Eğer durumunuz bu ise arazileri kiraya vermeyin.”[12]
Buhari’nin Amr b. Dinar’dan rivayetine göre Amr diyor ki: “Ben Tavus’a dedim ki: Eğer ben belli bir gelir karşılığı yeri icare versem Rasulullah’ın bu muameleyi yasakladığını iddia edecekler.” Tavus: “Bu konuda onların en bilgin olanı İbni Abbas bana haber verdi ki Rasul (u) bunu nehyetmemiş, Ancak birinizin o araziyi kardeşine vermesi daha hayırlıdır” demiştir. İşte bu iki hadis, araziyi kiraya vermenin caiz olduğuna delalet eder. Buna cevabımız; Zeyd’in hadise cevazına değil, yasaklılığına delalet eder. Rasul’ün “Eğer durumunuz bu ise” sözü münakaşa ve ihtilaftan men etmek değildir. Münakaşa ve ihtilafları, Peygamberin bu konudaki sözünü söylemeğe sebep olmuştur. “Değer ve itibar, hususi sebebe değil, lafzın umumuna aittir” Umumi kaide geçerliliğini muhafaza ediyor. Burada sebep ile mevzu arasında büyük fark vardır. Bunun için varid olan nehy, ihtilaf ve çekişmeye bağlı olmayıp, umumi bir nehiydir.” Şu ayette geçen;
ولا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا “Eğer cariyeleriniz namuslu kalmak isterlerse onları fuhşa zorlamayın.”[13]
Fuhşa zorlamadan nehyetmek, onların namuslu kalmalarını murat etmelerine bağlı değildir. Bu, bir olayın vasfıdır. Bunun gibi ziraat ortakçılığından nehiy de iki ortağın aralarındaki husumet ve çekişmeye bağlı değildir. Ki husumet bulunursa haram, çekişme bulunmazsa helal kılınsın. Bu da yine bir olay vasfı olup hükme bağlı değildir.
Amr b. Dinar’dan rivayet edilen ikinci hadise gelince; bu da arazi icarını caiz görmemektedir. Bilakis, onu yasaklamaktadır. Çünkü haber kipi cümleler, talep ve isteği kapsarlar. Nitekim: “Arazi icarından bir şey almasından daha hayırlıdır.” Bu ifade, almayı nehyediyor. Ancak bu nehy kesin olmadığı için, kesinliğine delalet eden başka bir karineye muhtaçtır. Arazi icarını yasaklayan ve bu yasak üzerinde ısrar eden Rasul (u)’in çeşitli hadisleri varid olmuştur. Çeşitli müracaatlara verdiği cevaplarda onu tekrar tekrar men etmiş ve böyle bir işe tevessül edenlerin faizle uğraştıklarını ifade etmiştir.
İşte bütün bu hadisler, icarın yasağına delalet ederler. Bu iki hadis açık olarak icarenin cevazına değil, aksine men edildiğine delalet ederler. Ne gariptir ki, icarenin caiz olduğunu iddia edenler bu iki hadisle istidlal etmek istemişlerdir. İbni Ömer’in rivayet ettiği Rasulullah (u)’in; “Arazisinin mahsullüden ekin ve hurma nevinde elde edilecek şeyin bir kısmı karşılığında, Hayber halkıyla yaptığı anlaşmayı” ve Ebu Cafer’in “Çıkan mahsulün bir kısmı Rasul (u) daha sonra Ebu Bekir, sonra Ömer, sonra Osman, sonra Ali Hayber halkı ile Hayber arazisini ziraat ortaklığına verdiler. Sonra gelenler de aynı yolu takip ederek bu güne kadar bu muamele devam etti. Bunlar Hayber arazisinden çıkan mahsulün üçte ve dörtte birini veriyorlardı.” Buhari’nin İbni Ömer’den rivayet ettiği: “Peygamber (u) Hayber arazisinden çıkan ekin ve meyvenin bir kısmını onlara vermek üzere anlaşma yapmıştı. Hayber arazisinden elde edilen mahsulün bir kısmını da kendi zevcelerine verdi. Nitekim onlara yüz vasak (yani 100 yük) kadarını verirdi. Ki bu 80 vasak hurma, yirmi vasak arpa olarak tahakkuk ederdi. Ömer (t), Hilâfete geçince Rasul (u)’in eşlerine belli bir arazi ve o araziye ait su ile, eskisi gibi 100 vasak olmaları hususunda mukayyet bıraktı. O eşlerden bir kısmı araziyi, bir kısmı ise eskisi gibi mahsulden kendilerine ayrılan payı tercih etti. Aişe (r.anha) ise araziyi tercih etti.” Hadis arazinin bir kısmını çıkan mahsulün bir kısmıyla icare verilebileceğine delalet ettiğine göre, arazi icarının mutlak caiz olduğu açığa çıkar.”
Bu iddiaya cevabımız iki şekilde olacaktır:
a- Hayber arazisi ağaçlık idi ve su ile sulanıyordu. Ağaçlar arasında kalan arazi düz ve ağaçlık yerden az idi. Ekiliyordu. Gelen bazı haber bu hususu teyid eder: Rasul (u) arazide bulunan bir kısım ağaç ve hurma karşılığında Hayber halkıyla anlaşma yapmıştır”. İbni Abbas’tan gelen bir hadiste ise: “Yeri ve hurması karşılığında” tabiri yer almaktır. Bu hadislerden anlaşılan husus Rasul (u)in Hayber halkıyla yapmış olduğu icar anlaşması, ziraat ortaklığı değil, sulama anlaşmasıdır. Yani ağaçlık olan yerin icarı olup, yalnız yerin icarı değildir. Ağaçları icara verirken, beraberinde yer de söz konusu edilmiştir. Bu, musakat yani sulama karşılığında oradan elde edilecek mahsulün bir kısmıyla yapılan bir ortaklıktır ki bu muamele hilafsız olarak caizdir. Ağacın sulanması ve bakımı karşılığında ondan elde edilen meyvenin bir kısmı ile onu icare vermek caizdir. Tabiatiyle buna bağlı olarak yer de icar edilmiş olur. Ancak böyle bir muamele için orada bulunan ağacın boş araziden daha çok olması lazımdır ki icar ağaçlar için olmuş olsun. Böyle bir icar, yer için olmamıştır. Bu tür sulama ortaklığı caizdir. Yasaklanan, yerin icarıdır, sulama ortaklığı değildir. Buhari’deki hadise tetkik gözü ile bakıldığı zaman görülür ki yer ağaçlıktır. Ağaçlı olan kısım ağaçtan hali olan kısımdan fazladır. Oradaki su da ağaçları sulamak içindir. Bunun için bu, bir sulama ortaklığıdır. Rasul (u) kendi zevcelerine yüz vesak veriyordu. Seksen vesak hurma, yirmi vesak arpa idi” hadisi ile Ömer (t) Rasulullah’ın zevcelerine Hayber arazisinden bir bölümü ile suyu onlara vermek istedi hadislerinde onlara verilmek istenen Hayber arazisinden maksat, ağaçlık olan yerdi. Böyle bir yerin icarı ise sulama ortaklığı olur. O, ne bir ziraat ortaklığı ve ne de bir yer icarıdır.
b- Hayber arazisi Rasul (u)’in şahsi mülkü değildi. Orası Hayber’in fethinden sonra Yahudilerden ganimet olarak alınan Devlete ait bir mülktür. Rasulullah (u) buranın fethinden sonra Yahudileri o topraklar üzerinde bırakmış ağaçlarını sulamak üzere aralarında anlaşma yapmıştır. Buna arazi icarı hükmü tatbik edilemez. Rasulullah (u)’den sonra gelen Ebu Bekir aynı statükoyu devam ettirdiği gibi, Ömer de aynı yolu takip etmiştir. Devletin mülkü olan arazinin hükmü, ferde ve şahsa ait arazinin hükmünden farklı olur. Fetih yolu ile düşmandan alınan arazinin bir ganimet olduğunda hiç bir ihtilaf yoktur. ihtilaf konusu olan şey, ganimet olan arazideki tasarruftur. Bilal ve Zübeyr gibi bazı sahabe fetih yolu ile elde edilen ganimet arazinin diğer ganimetler gibi muhariplere taksim ve dağıtılması görüşündedirler. Ömer el-Hattab gibi sahabi ise böylesi arazinin idare ve mülkiyetini devlete verip intifa hakkının ise insanlara ait olmasını istemişlerdir. Her iki halde de insanlara ait olan arazinin hükmü, bu nevi araziye tatbik edilemez Rasulullah’ın yapmış olduğu bu icraat ile arazinin icarının cevazına istidlal olunamaz. Bundan dolayı bununla istidlal yapılamaz.
Arazi icarını caiz görenlerin bütün delilleri zayıf deliller olup, kendileriyle istidlal yapılacak nitelikleri haiz değildirler. Arazi icarını yasaklama hususunda varid olan hadisleri kabul ettikleri halde yine de arazi icarının caiz olduğunu iddia edenler, garip bir çelişki içindedirler. Zira onlar, hem yasaklayan hadisleri sahih, hem de caiz gören hadisi ve sahabe icmasını kabul ederler. Bunu neticesinde nassların bir kısmı diğer bir kısmını ya nesh etmiş olabilir, yahut biri diğerine tercih edilir. Neshin var olduğuna delalet eden hiç bir şey yoktur. Nehyeden hadisler o kadar çok ki, büyük bir hadde ulaşmıştır. Bunun için tercihten başka bir yol yoktur. İddia ettikleri sahabe icmasına gelince: Sünnet her zaman icmaya tercih edilir. icma reddedilir ve hadisle amel edilir. İleri sürdükleri hadislere gelince; Şer’î bir kaide olan; “İki hadis birbiriyle tearuz ederse biri emr, diğeri nehyi ifade ediyorsa, nehyeden emreden hadise tercih edilir.” Böylece haram olan, mübaha tercih edilmiş olur. Böyle bir tercihe bizi götüren Rasulullah (u)’in şu sözüdür:
دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لا يَرِيبُكَ “Sana şüphe vereni terk et, şüphe vermeyene sarıl.”[14]
Bundan dolayı eğer nehyeden hadis ile emreden hadis çelişirse, nehyeden hadis tercih edilir. Yine eğer haram kılan deliller ile mübah kılan deliller çelişirse şer’î kaide ile ve onun şer’î olan delili ile amel ederek haram kılan deliller mübah kılan delillere tercih edilir. Buna göre Rasul’den nehyeden bir delil sabit olduğu müddetçe ve Ebu Davud’un rivayet ettiği hadiste belirtilen “Demek siz riba ile uğraşıyorsunuz” tabirinde nehyin kesin karine ile sabit olduğu, yine Nesei’nin rivayet ettiği ve arazi icarının saman ve benzeri şeyler karşılığında yapılması teklif ve ısrarlarına rağmen Rasul (u) bu ısrar ve tekrarları kabul etmediğini gördüğümüz için arazi icarının kesin olarak haram olduğu hususunda en ufak bir şüpheye yer yoktur.
MÜSAKAT ortaklığına gelince: Bu, meyvesinin bir cüzü karşılığında veya ağaç ile beraber ağaca tabi olan o araziyi elde ederek meyve ve ekinini bir cüzü karşılığında ağaç ve araziyi icare vermektir. Bu durumda ağacın araziden fazla olması lazımdır. Buhari’nin Ebu Hureyre’den rivayetine göre “Ensar Rasul (u)’e gelip ya Rasulullah hurmalıkları bizimle kardeşlerimiz arasında taksim et” dediler Rasul (u); “Hayır olmaz” dedi. Onlar: “Biz geçimimizi temin ettik sizi de meyvede ortak kabul ediyoruz” dediler, Muhacirun: “peki dinledik ve kabul ettik” dediler.
Buhari’nin Nafi’den rivayete ettiğine göre Abdullah b. Ömer kendisine haber vermiş ki: Rasulullah (u) Hayber halkıyla elde edilecek meyve ve ekinin yarısı karşılığında bir anlaşma yapmıştır. Seksen vesak hurma, yirmi vesak da arpa olmak üzere Allah Rasulü kendi hanımlarına yüz vesak veriyordu. Ömer (t) de sudan ve araziden onlara ikta verilmesi veya belli vesak almaları hususunda Hayber’in taksiminde onları muhayyer bıraktı. Zevcelerinin bir kısmı araziyi, bir kısmı ise vesakları tercih ettiler. Aişe (r.anha) yeri tercih etmişti:
Müslim, Ebu Davut ve Nesei’nin rivayetlerine göre: “Rasul Hayber’in taksiminde onları meyvesinin yarısı kendisinin olmak şartıyla Hayber Yahudilerine, mallarında çalışmaları karşılığında Hayber hurmalıklarını ve yerini vermiştir.”
Ahmed ve İbni Mace’nin İbni Abbas’tan rivayet ettiklerine göre; “Peygamber (u) Hayber Yahudilerine yarıya olmak şartıyla oranın hurmalarını ve yerini verdi.”
İşte bütün bu hadislerden
anlaşılıyor ki, MÜSAKAT, bir kısım meyve karşılığında yalnız olarak ağaçları icare vermektir. Bu husus Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis
ve Ensar’ın fiilinden anlaşılıyor. Bu, ağaçlarla beraber, ağaçlara tabi olarak
yerin de aynı zamanda icare verildiğine delalet eder. Bu husus Nafi’nin
Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği hadisten; Aynı zamanda Müslim, Ebu Davud ve
Nesei’nin rivayetlerinden “Hayber’in hurmalığı yerinin” İbni
Abbas’ın rivayet ettiğinden de “Yerini ve hurmalıkları”
anlaşılıyor. Bütün bu hadisler, icarenin, ya sadece ağaçlara, yahut hem ağaca
ve ağaçlara tabi olan ve ağaçlara göre az olan yere şamil olduğuna delalet
eder. Nitekim bu husus Nafi’nin İbni Ömer’den rivayet ettiği hadiste açıktır:
Rasul (u) kendi zevcelerine yüz vesakı; seksen vesakı hurma yirmi vesak da arpa
olmak üzere ayırdı. Binaenaleyh Musakat; meyvesinin cüzi bir miktarı karşılığında ağacı icare vermek, veya
ağaçtan elde edilen cüzi bir miktar meyve ile yerden elde edilen cüzi bir
mahsul karşılığında ağaçları ve yeri icare vermektir. Ancak bu durumda ağacın
yerden fazla ve çok olması lazımdır. Hadisler musakatın caiz olduğuna delalet
etmektedirler.
[1] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şamiyyin, 16881
[2] Buhari, K. Mezariat, 2172
[3] Buhari, K.Mezariat, 2171
[4] Buhari, K. Mezariat, 2172
[5] Buhari, K. Mezariat, 2172
[6] Ebu Davud, K. Buyu’, 2953
[7] Bakara: 168
[8] Maide: 3
[9] Buhari, K. Mezariat, 2172
[10] Buhari, K. Mezariat, 2172
[11] Nesei, K. Adab, 5302
[12] Ahmed b. Hanbel, Müs. Ensar, 20606
[13] Nur: 33
[14] Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Mükessirin, 12092