MADDE-166: “Eğitim program ve metodunun dayandığı esas; İslâm akidesidir. Ders programları ve öğrenim yöntemleri ile ilgili maddeler, bu esastan dışarı çıkmayacak şekilde hazırlanır.” Lügatta; “Adamın bir ilim öğrenmesi” demek, onda ilmin hakikati hasıl oldu demektir. El-Kamus El-Muhit’de ilmin öğrenilmesi; onu tanıması, bilmesi olarak tarif edilmektedir. Alim (ilim sahibi), çoğulu ulema ve allamedir. Bu lügat manası,
MADDE-166: “Eğitim program ve metodunun dayandığı esas; İslâm akidesidir. Ders programları ve öğrenim yöntemleri ile ilgili maddeler, bu esastan dışarı çıkmayacak şekilde hazırlanır.”
Lügatta; “Adamın bir ilim öğrenmesi” demek, onda ilmin hakikati hasıl oldu demektir. El-Kamus El-Muhit’de ilmin öğrenilmesi; onu tanıması, bilmesi olarak tarif edilmektedir. Alim (ilim sahibi), çoğulu ulema ve allamedir. Bu lügat manası, ilim kelimesinin ve bundan türeyen kelimelerin manasının aslıdır. Istılah manasına yönelmeye dair bir karine olmadıkça, ilim kelimesinin ve bundan türeyen kelimelerin manalarında kalınır.
Öğretim metodu deyince ancak bu sözlük manası kastedilir; yani, bilgi kazandırmak manası. Öğretim metotları tabiri ise; öğretilmesi istenen bilgilerin üzerinden kurulacağı esasları, bir yönden bu bilgileri kapsayan programları bir başka yönden de bu bilgileri gereğince verdiği keyfiyeti ifade etmektir.
Bu, iki hususu kapsar:
1- Eğitim maddeleri,
2- Öğretim yöntemleri (yolları ve metotları)
İslâm akidesi Müslümanın hayatının esası olunca aynı zamanda İslâm Devleti’nin de esası olur; bu, aynı zamanda Müslümanlar arasındaki ilişkilerin de esasıdır, yani toplumun temelini teşkil eder. Müslümanın her öğrendiği bilginin esasını İslâm akidesinin teşkil etmesi lazımdır; ister, bu bilgi, onun hayatını ilgilendirsin, ister başkasıyla olan ilişkilerine ait bilgi olsun; yahut devleti idare ile ilgili duruma taalluk etsin; yahut, hayatın herhangi başka bölümüne ait bilgiler olsun, muhakkak, bunun esasını İslâm akidesi teşkil etmelidir. Rasul (u) insanları İslâm’a davet ederken, ilk önce İslâm akidesini kabule davet etmiştir. İnsanlar Müslüman olduktan sonra, onlar İslâm ahkamını öğretmeğe başlamıştır. Rasul (u) Müslümanlara İslâm’ı tebliğ ederken İslâm akidesini temel unsur olarak ele almıştır.
Oğlu İbrahim vefat ettiği zaman güneş tutulmuştu. Bu olayı gören Müslümanlar, “İbrahim öldüğünden dolayı güneş tutuldu” dedikleri zaman, Rasul (u) onlara küsuf ve husuf ile ilgili bilgilerin temelini teşkil eden akideyi vermek üzere onlara şöyle demiştir:
إِنَّ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ آيَتَانِ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ لا يَنْكَسِفَانِ لِمَوْتِ أَحَدٍ وَلا لِحَيَاتِهِ “Güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden birer ayetlerdir. Bunlar, ne bir kimsenin ölümü ne de dünyaya gelişleriyle tutulmazlar.”[1]
Böylece küsuf ve husuf hakkındaki malumatın esasını akideye oturtmuştur. Müslim’in rivayetine göre Ebu Said şöyle dedi: “Biz Peygamber (u) ile Beni Mustalik savaşına çıkmıştık, bu savaşta birçok esir aldık, bekarlık canımıza tak demişti; kadınlara karşı fazla bir istek ve arzu gelişmişti. Azl yapmak istedik, bu hususu Peygamber (u)’den sorduğumuzda bize şöyle dedi:
مَا عَلَيْكُمْ أَنْ لا تَفْعَلُوا فَإِنَّ اللَّهَ قَدْ كَتَبَ مَنْ هُوَ خَالِقٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ “Ne diye azl yapmayasınız. Allah Azze ve Celle kıyamete kadar yaratacağı şeyleri yazmıştır.”[2]
Böylece Peygamber (u) gebeliği engelleyen azl meselesini kendisinden sordukları zaman, onlara verdiği cevapta Allah’ın ilmine iman etmek meselesini yani İslâm akidesini esasa olarak ele almıştır. Burada, eğitim program ve metoduna İslâm akidesinin esas kılındığına delalet eden birçok hadisi zikretmek mümkündür.
Bu hadislerin gereğini yerine getirmek devlete ait bir görevdir. Ancak, bu konuda, mutlak bir ifrata gitmek de helal olmaz. Ancak eğitim metot ve programının esası İslâm akidesi olacaktır demek; her bilgi ve marifetin muhakkak İslâmi akideden kaynaklanacak demek değildir. Zira, böyle bir şeyi Şeriat istemiş değildir. Aynı zamanda, bu iddia gerçeğe de aykırı olur. İslâmi akideden her ilim neşet edecek diye bir şey yoktur. Bu, sadece akide ve İslâmi hükümlerle ilgilidir; bu iki hususun dışında başka şeylerle ilgisi yoktur. Bunun anlamı; yani İslâm akidesinin, eğitim ve öğretim esas kılınmış demek, akide ve İslâmi hükümlerle ilgili hususların İslâm akidesinden kaynaklanmasının vacib olduğunu ifade etmek içindir. Çünkü İslâm akidesi, bunları beraberinde getirmiştir. Fakat; akide ve ahkamın dışındaki bilgilerin İslâmi akideye dayandırılması hususuna gelince, bunun anlamı; bu bilgileri ve ahkamın İslâmi akideye bina edilmesi demektir. Yani, İslâmi akide; her zaman ölçü ve mikyas kabul edilecek, İslâmi akideye uygun düşmeyecek olan şeyle tatbik sahasına konmayacak ve İslâmi akideye itikat edilecektir. İslâm akidesiyle çelişmeyenleri almak ve amel etmek caizdir. İşte amel ve itikadın ölçüsü budur. Fakat, bilgi ve öğrenme açısında karşılaştığımız meseleleri öğrenmeye hiçbir engel mevcut değildir. Çünkü ilim öğrenmeye teşvik eden deliller umumi olarak varid olmuşlardır. Nitekim Rasul (u)”in; “İlmi arayınız” hadisi genel ifade içerisinde gelmiştir. Ayrıca, ilmi genel olarak aranmasını ifade eden bir husus da Kur’an’ı Kerim’de İslâm’a ters düşen fikir ve akidelere yer verilmesi olduğunun görülmesindir Mesele şu ayette geçen söz gibi:
وَمَا يُهْلِكُنَا إِلا الدَّهْرُ “Biz ancak derh tabiat öldürür.”[3]
Bunu gibi düşünce ve akideler İslâm’a ters düşmelerine rağmen, Kur’an’da yer almış olmaları İslâm akidesine ters düşecek şeylerin de öğrenilebileceğinin caiz olduğuna delalet eder. Binaenaleyh amel etmemek kaydıyla ve itikat etmemek şartıyla birtakım şeyleri öğrenmek caizdir. Yasaklanan şey, İslâm’a ters düşen ve İslâm’ın getirdikleriyle çelişkiler arz eden bilgilerin benimsenmesidir Mesela Darvin nazariyesi İslâmi akideye ters düşüyor. Nitekim Kur’an’ı Kerim:
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ “Allah’ın katında insanın durumu topraktan yaratmış olduğu Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattıktan sonra, ona, ol dedi, o da oluverdi.”[4] buyurduğu halde ve insanın topraktan yaratıldığı belirtildiği halde Darvin kendi nazariyesinde insanın maymundan geldiğini iddia ediyor. Komünistlere göre de; maddi tekamül/evrim nazariyesi mevcuttur. Komünistlere göre madde kendi kendine bir evrim içindedir. Maddeyi tekamüle götüren aşka bir güç yoktur. Tekamüle götüren herhangi bir ilah da yoktur. Halbuki Allah (Y) şöyle buyurmaktadır;
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ “Ey iman edenler Allah’a iman edin.”[5] Yani; onun var olduğuna iman edin.
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا “Gökleri ve yeri ve onların arasındakileri yaratan odur.”[6]
Yine; cahili edebiyat kitaplarında İbrahim (u) hikayesinin aslı olmadığını, onu, romancıların kendi uydurdukları, esası olmayan yalan şeyler olduğunu iddia ederler. Halbuki İbrahim’in öyküsü, Kur’an’ı Kerim’de, gerçek bir kıssa olarak anlatılmaktadır. Kur’an’daki bu kesin vakayı yalanlamak Kur’an’ı yalanlamak olur. İşte bu ve benzeri bilgiler ilköğretim programlarında yer almaz. Çünkü, bu nevi şeyleri öğretmek, onunla ameli gerektirir. Şayet, böyle fikirler eğitim programlarına alınmış ise, bu fikirlerin çürük ve tutarsızlığı ve çelişkiliği anlatılmalıdır ki, bununla itikat ve amele gidilmesin.
İşte, bundan dolayı, eğitim program ve metodunda
İslâmi akide temel olarak alınır ve bu kültür ve bilgi sahasında tek esas
olarak kabul olunur. İslâm akidesine dayalı bilgilerin alınması demek sadece
bilgi, olarak almak değil onu tasdik etmek ve ona itikad etmek demektir.
[1] Buhari, K. Cum’ah, 993
[2] Buhari, K. Tevhid, 6860
[3] Casiye: 24
[4] Al-i İmran: 59
[5] Nisa: 136
[6] Secde: 4