MADDE-21:“İslâm Akidesi esası üzerine kurulmaları ve benimsedikleri hükümlerin şer’î hükümler olması şartı ile, yöneticileri muhasebe etmek ve ümmet yoluyla yönetime ulaşmak için siyasî partiler kurmak, müslümanların hakkıdır. Partilerin kurulması için herhangi bir ruhsata ihtiyaç yoktur. İslâm esası dışında kurulacak her türlü kitleleşme men edilir.” Bu maddeye delâlet eden delile gelince; Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür: وَلْتَكُنْ
MADDE-21:“İslâm Akidesi esası üzerine kurulmaları ve benimsedikleri hükümlerin şer’î hükümler olması şartı ile, yöneticileri muhasebe etmek ve ümmet yoluyla yönetime ulaşmak için siyasî partiler kurmak, müslümanların hakkıdır. Partilerin kurulması için herhangi bir ruhsata ihtiyaç yoktur. İslâm esası dışında kurulacak her türlü kitleleşme men edilir.”
Bu maddeye delâlet eden delile gelince; Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنْكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ “Sizden hayra davet eden, marufu emreden, münkerden nehyeden bir ümmet (kitle, parti, cemaat) olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[1]
Bu ayetle siyasî partilerin kurulmasına delil getirme vechine gelince: Bu ayette Allah (Y) müslamanlara, onlardan “hayra” yani İslâm’a davet eden, aynı şekilde marufu emreden, münkerden nehyeden bir cemaatın olmasını emretmiştir. Zira Allahu Teâlâ’nın şu;
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ “Sizden bir ümmet olsun”[2] sözü, müslüman cemaat arasında cemaat vasfına haiz bir araya gelmiş bir kitlenin bulundurulmasını emretmektedir. Zira (منكم) “sizden” dedi. Böylece (ولتكن منكم) “sizden bir ümmet olsun” sözüyle müslümanlardan bir cemaat kasdedildi. Yoksa bunun manası “müslümanlar bir cemaat olsun” demek değildir. Yani “müslümanlardan bir ümmet olsun” demek, “müslümanlar bir ümmet olsun” demek değildir. Bu hitap şu iki esası ifade ediyor:
a-) Müslümanlardan bir cemaatın kurulması farz-ı ayın değil bir farz-ı kifayedir.
b-) Müslümanlardan cemaat niteliğinde bir kitlenin varlığı farzın yerine getirilmesi için yeterlidir. Cemaat vasfını taşıdığı müddetçe ve ayette istenen işi yapmaya güçleri olduğu müddetçe, o kitlenin sayısı ne olursa olsun fark etmez.
(ولتكن) lafzı, İslâm ümmetinin tamamına bir hitaptır. Fakat bu ifade “ümmet” yani cemaat kelimesine hakimdir. Yani istenilen, tüm müslümanlardan istenilmiş olmaktadır. Oluşturulması istenilen şey, cemaat niteliğini taşıyan bir cemaattır. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Ey müslümanlar, şu iki işi icra edecek olan bir cemaat teşekkül ettirin. O iki işten birisi, hayra davet diğeri de marufu emretmek ve münkerden nehyetmektir.” Böylece bu, bir cemaatın oluşturulmasının talebidir. Bu talep, içerisinde bu cemaatın işini de açıklamıştır. Bu talep, her ne kadar (ولتكن) “olsun” tabiri ile mücerred bir emir olsa da, onun kesin bir talep olduğuna delâlet eden bir karine orada mevcuttur. Çünkü ayetin cemaatın yerine getirmesi için beyan ettiği iş, başka ayet ve çeşitli hadislerde de sabit olduğu gibi icrası bütün müslümanlar üzerine farz olan iştir. İşte bu, o talebin kesin bir talep olduğuna delâlet eden bir karine olur. Böylelikle ayetteki emir, farz için bir emir olur. Böylece ayet; hayra yani İslâm’a davet eden, marufu emr, münkerden nehyeden aralarında bir cemaatın teşekkülünün müslümanlar üzerine farz olduğuna delâlet ediyor.
Bu; o ayette belirtilen bu iki işin yapılmasını üstlenecek bir cemaatın kurulmasının bütün müslümanlar üzerine farz olduğu, bu cemaat bulunmadığı takdirde bütün müslümanların günahkâr olacakları açısından bir izahat idi.
Ayette kurulması istenilen bu cemaatın bir siyasî parti olması yönüne gelince; buna iki husus delâlet ediyor.
Birincisi; Allah (Y) bu ayette müslümanlardan hayra daveti, marufu emr, münkerden nehyetmelerini istememektedir. Ancak Allah bu ayette bu iki hususu yerine getirecek olan bir cemaatın teşekkülünü istemektedir. O halde talep edilen, o iki işi yapmak değil, fakat o iki işi yapacak bir cemaatı oluşturmaktır. Böylece emir, cemaatın kurulmasına hakimdir, o iki işe değil. O iki iş, oluşturulması talep edilen cemaatın işleri için bir açıklamadır, yoksa onlar talep edilen husus değildirler. Böylece bu iki iş yani hayra davet ile marufu emr, münkerden nehy direkt olarak istenen şeyler olmadığı için bunlar teşkili istenen cemaatın nevini belirleyen belirli bir sıfattır. Cemaatın, cemaat vasfıyla istenen işi direkt olarak yapabilen bir cemaat olabilmesi için belirli hususlara sahip olması gerekir. Ta ki cemaat olsun ve istenen işi yapan cemaat olarak kalsın. Böylece ayette geçen o iki işi yapan bir cemaat vasfını kazanabilmesi için, onun mutlaka kendisini bir cemaat olarak oluşturan ve işler/çalışan bir cemaat olarak kalmasını sağlayan hususlara sahip olması gerekir.
Onu bir cemaat olarak oluşturan şey, bir cisim yani kitle olmaları için üyelerini birbirine rabteden/bağlayan bir rabıtanın olmasıdır. Bu rabıtanın/bağın olmaması oluşturulması istenen cemaat vasfıyla işler cemaatı oluşturmaz.
Onun çalışan bir cemaat olarak kalmasını sağlayan şey ise, kendisine itaatin vacib olduğu bir emirin bulunmasıdır. Çünkü Şeriat, üye sayısı üçe ulaşan ve üçten fazla olan her cemaata bir emir nasbetmelerini emretmiştir. Zira Rasul (u) şöyle buyurmuştur:
وَلا يَحِلُّ لِثَلاثَةِ نَفَرٍ يَكُونُونَ بِأَرْضِ فَلاةٍ إِلا أَمَّرُوا عَلَيْهِمْ أَحَدَهُمْ “Üç kişilik bir topluluğa, aralarında birisini kendilerine emir nasb etmeden açık bir yerde bulunmaları helâl olmaz.”[3]
Ayrıca itaati terk etmek cemaattan çıkarır. Zira Rasul (u) şöyle dedi:
مَنْ رَأَى مِنْ أَمِيرِهِ شَيْئًا يَكْرَهُهُ فَلْيَصْبِرْ عَلَيْهِ فَإِنَّهُ مَنْ فَارَقَ الْجَمَاعَةَ شِبْرًا فَمَاتَ إِلا مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Emirinden hoşlanmadığı bir şeyi gören kimse ona sabretsin. Çünkü kim bir karış kadar cemaattan ayrılır ve o halde ölürse onun ölümü cahiliyye ölümüdür.”[4]
Böylece emire karşı çıkış, cemaattan ayrılış olarak itibar edilmiştir. O halde cemaatın işlerliğini devam ettiren husus, cemaatın emirine itaattir.
İşte bir cemaat olarak o iki işi gerçekleştirecek olan cemaatın oluşabilmesi için bu iki vasfın bulunması gerekir. Yani cemaat için bir rabıtanın olması ve itaatin vacib olduğu bir emirin olması. Bu iki husus Allahu Teâlâ’nın şu “Sizden bir ümmet bulunsun..” sözünün şu manaya delâlet ettiğini gösterir: “Sizden üyelerini birbirine rabteden bir rabıtaya ve itaati vacib olan bir emire sahip bir cemaat olsun.” İşte bu, kitle veya parti veya cemaat veya teşkilat veya kendisini bir cemaat yapan ve işler bir cemaat olarak kalmasını sağlayan hussulara hakkıyla sahip cemaata verilen isimlerden herhangi bir isim olsun fark etmez. Bununla anlaşıldığı gibi ayet; bir takım parti veya cemaat veya teşkilat veya benzeri toplulukların teşekkülünü emretmektedir.
Bu emrin siyasî partilerin teşkili ile ilgili bir emir olduğu hususuna gelince; çünkü bu emir, sıradan mutlak olarak bir cemaat değil, yapacağı işin belli olduğu muayyen bir cemaatın teşekkülünü talep etmektedir. Zira ayet, cemaatın cemaat vasfıyla yapacağı işi beyan etmiştir. Bu beyanla oluşturulması talep edilen cemaatın nevi belirlenmiştir. Zira ayet; “hayra davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden müslümanlardan bir cemaat bulunsun” demektedir. Böylece yapılacak bu iş, bu cemiyetin bir vasfı olmuş olur ki bu belirlenmiş bir vasıftır. İşte bu vasıf ve niteliğe haiz cemiyet, oluşturulması vacib olan cemiyettir, bunun dışındaki bir cemiyet değil…
Hayra yani İslâm’a davete gelince; bunu bir cemiyet yapabilir, bir parti yapabilir ve bir teşkilat yapabilir. Fakat genel olarak gelen marufu emretmek ve münkerden nehyetmek işini ancak siyasî bir parti yerine getirebilir. Çünkü bu iş, yöneticilere de marufu emr, münkerden nehyetmeyi kapsar. Hatta denilebilir ki, yöneticilere marufu emretmek ve münkerden nehyetmek işi, marufu emir etme ve münkerden nehyetme işlerinin en ehemmiyetli olanıdır ve bu iş, o ayetin kapsamına dahil olur. Zira ayet genel olarak geldi:
وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنْكَرِ “Marufu emrederler, münkerden nehyederler.”[5]
Ayette geçen (المعروف) “maruf” ve (المنكر) “münker” kelimeleri (ال) “el” edatıyla gelmişlerdir ve umumi sigalardan olan cins isimlerdir. Bu iş, siyasî partinin yapacağı işlerin en ehemmiyetlerindendir. Partiye veya cemiyete veya teşkilata “siyaset” vasfını izafe eden ve onu siyasî parti veya siyasî bir cemiyet veya siyasî bir teşkilat yapan işte budur. Madem ki bu yöneticilere marufu emretmek, münkerden nehyetmek işi; marufu emir etmek münkerden nehyetmek işlerinin en önemlilerindendir, madem ki marufu emretmek münkerden nehyetmek oluşturulması farz olan cemaatın işi olması için ayette istenilen iki işten birisidir, onun için ayetteki emir, işi İslâm’a davet etmek, yöneticilere ve diğer insanlara marufu emretmek ve münkerden nehyetmek olan belirli bir cemaata egemendir. Bu cemaat, Allah’ın oluşturulmasını müslümanlara farz kıldığı cemaattır. Yani ayette zikredilen mevcud bu vasıfların hepsine sahip olan cemaattır. İşte bu vasıfta olan bu cemaat siyasî partidir.
Şöyle denilemez: “Yöneticilere dokunmadan İslâm’a davet eden insanlara marufu emreden ve onları münkerden nehyeden bir cemaatın teşkili bu farzı yerine getirmeye kafidir.” Böyle denilmez. Çünkü bu farz; müslümanların oluşturduğu, belirtilen bütün niteliklere haiz yani hayra davetle beraber marufu emr, münkerden nehyetme şartlarına haiz bir cemaat olmadıkça yerine getirilmez. Atıf (و) “vav” harfiyle yapılmıştır ki bu da müşareketi (kendisinden önce geçen işe ortaklığı) ifade eder. Ayrıca “marufu emr, münkerden nehyetme” ifadesi genel sigalardan olan bir genel siga ile gelmiştir. Bunun için genelliği üzerinde devam etmesi genelliğinin bütün şartlarını bulundurması lazımdır. Böylece o farz; cemaatın marufu emretmek münkerden nehyetmek işi, ayette geçtiği gibi ondan hiç bir istisna yapılmaksızın genel olmadıkça yerine getirilmez. Onun için, ondan yöneticilere marufu emretmek münkerden nehyetmek istisna edilince yani siyasî iş istisna edilince, ayette talep edilen o cemaat oluşmuş olmaz. Oluşan bu cemaat ayette talep edilen cemaat olmaz. Çünkü o cemaat, marufu emretmek münkeri nehyetmekte en önemli işi istisna etmiştir. Halbuki marufu emretmek ve münkerden nehyetmek ayette genel olarak geçmiştir. Onun için, işlerinin arasında yöneticilere de marufu emretmek münkerden nehyetmek olmadıkça talep edilen cemaatın vasfı tamam olmaz. Bundan dolayı da, siyasî bir cemaat yani siyasî bir parti veya siyasî bir cemiyet veya siyasî bir teşkilat oluşturulmadıkça ayette geçtiği gibi o farzın yerine getirilmesi tamam olmaz. Yani marufu emretmek ve münkerden nehyetmek işini ondan hiç bir şey istisna yapmaksızın genel olarak yerine getiren bir cemaat olmadıkça bu farz yerine getirilmiş olmaz. Bu ise, ancak siyasî bir parti ve siyasî bir cemiyet veya bunlara benzeyen bir teşkilatla vücud bulabilir.
Buna binaen, Allahu Teâlâ bu ayet ile İslâm Davetini yüklenecek, yöneticileri marufu emr ve münkerden nehy ederek muhasebe edecek, diğer insanlara da marufu emr münkerden nehy edecek siyasî partilerin kurulmasını emretmiştir.
İşte bu, bu maddenin delili olduğuna dair bu ayet hakkında delil getirme şeklidir.
Şöyle denilmez: “Ayet (أمة) diyor. Yani bir tek parti demektir. Bu ise partilerin birden fazla çok olmaması demektir.” Böyle denilmez. Çünkü ayette (أمة واحدة) “bir tek ümmet” demedi. Böylece “bir tek cemaat” demedi. Ancak herhangi bir vasıf olmaksızın nekre sigasıyla (أمة) “bir ümmet” dedi. Bu demektir ki, bir cemaatı kurmak farzdır. Tek bir cemaat teşekkül ettiği zaman bu farz işlenmiş olur. Fakat birden fazla cemaatın yani kitlenin kurulması yasaklanmaz. Zira bir kişinin yerine getirmeye kafi geldiği bir kifaye farzı bir başka kişinin de yerine getirmesine engel olunmaz. Burada geçen “cemaat” bir cins isimdir. Yani herhangi bir cemaat demektir. Cins isimle bir tek ferd değil, cins kasd olunur ve adlandırılır. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ “Siz en hayırlı bir ümmetsiniz.”[6]
Bu ifadeden cins murad olunur. Rasul (u)’in şu sözü de bunun benzeridir:
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ “Sizden biriniz münker görürse onu değiştirsin.”[7] ifadesinde yalnız tek bir münker değil bilâkis münkerin cinsi (yani münker olarak akla gelen her münker) kasd edilir. Bunun benzerleri çoktur. Böylelikle cinsin yapılmasının talep edilmesi ve cinsin yapılmasının nehyedilmesi ile bir tek ferd kasd olunmaz, bilâkis onunla cins kasd olunur. Fakat cins olarak ifade edilenden tek bir ferd kasd edilebileceği gibi bir kaç ferd de kasd edilebilir. Bundan dolayı, ümmetin içinde bir hizbin/partinin bulunması caiz olduğu gibi birden fazla partinin bulunması da caizdir. Fakat bir tek parti var olur ve bu parti de ayette istenen işleri yaparsa o takdirde farz-ı kifaye yerine getirilmiş olur. Fakat başka partilerin kurulmasına engel olunmaz. Zira siyasî parti kurmak, müslümanların üzerine farz-ı kifayedir. Bir parti kurulduğunda başkaları da ikinci bir parti kurmak istediklerinde yani bu farzı yerine getirmek istediklerinde, onların bundan men olunmaları caiz olmaz. Çünkü bir farzı işlemeye engel olmak haramdır. Bundan dolayı birden fazla siyasî partinin kurulmasına engel olmak caiz almaz. Yeter ki kurulan siyasî partiler; ayetin belirlediği hayra davet, marufu emretmek ve münkerden nehyetmek aynı zamanda yöneticilere de marufu emretmek münkerden nehyetmek ve onları muhasebe etmek görevini üstlensin.
Bunun dışındaki partilere gelince; onlara bakılır, eğer onlar milliyetçiliğe davet gibi, İslâmî olmayan fikirleri yaymak gibi v.b. bir haramı işlemek için kurulmuşlarsa, böylesi kitlelerin kurulması haramdır ve onlar devlet tarafından yasaklanırlar. Bu kitlelere katılan herkes cezalandırılır. Eğer o partiler bir haramı işlemezler ve bir mübahı işlemek için kurulmuşlarsa, onlar bir mübah esası üzerine kurulmuş olurlar ve onların kurulması da mübah olur. Ancak onlar, bu ayette geçen tüm hususlara haiz bir siyasî parti olmadıkça, bu ayetin nassıyla Allah’ın belirlediği farzı yerine getiren partiler olmazlar.
Madem ki farzın yerine getirilmesi, yöneticinin iznini gerektirmez,
bilâkis farzın yerine getirilmesini yöneticinin iznine bağımlı kılmak haramdır.
Bunun için, siyasî partilerin kurulması ve meydana gelmesi her hangi bir
ruhsatı ve izni gerektirmez.
[1] Al-i İmran: 104
[2] Al-i İmran: 104
[3] Ahmed b. Hanbel, Müs. Mükessirin min es-Sahabeh, 6360
[4] Buhari, K. Fiten, 6531
[5] Al-i İmran: 104
[6] Ali İmran: 110
[7] Müslim, K. İman, 70