MADDE-22:“Yönetim nizamı şu dört kaide üzerine kurulur: a-) Hakimiyet/egemenlik halka değil Şeriat’a aittir. b-) Sulta/otorite ümmete aittir. c-) Tek bir halife tayini müslümanlar üzerine bir farzdır. d-) Şerî hükümleri benimsemek yani onları yürürlüğe koyup kanun yapmak yalnız halifenin hakkıdır. Anayasa ve kanunları belirleyen halifedir.” Bu madde; varlığı ancak kendilerine bağımlı olduğu yönetimin kaidelerini/ilkelerini beyan ediyor.
MADDE-22:“Yönetim nizamı şu dört kaide üzerine kurulur:
a-) Hakimiyet/egemenlik halka değil Şeriat’a aittir.
b-) Sulta/otorite ümmete aittir.
c-) Tek bir halife tayini müslümanlar üzerine bir farzdır.
d-) Şerî hükümleri benimsemek yani onları yürürlüğe koyup kanun yapmak yalnız halifenin hakkıdır. Anayasa ve kanunları belirleyen halifedir.”
Bu madde; varlığı ancak kendilerine bağımlı olduğu yönetimin kaidelerini/ilkelerini beyan ediyor. Bu ilkelerden birisi olmayınca yönetim de olmaz. Buradaki yönetimden kasdolunan İslâmî yönetimdir. Yani İslâm otoritesidir, yoksa mücerred bir yönetim değildir.
Bu kaideler, derinlemesine araştırmayla şer’î delillerden alınmıştır.
Birinci kaide: Egemenlik ancak Şeriat’a aittir.
Bu kaidenin bir vakıası vardır ki o, “egemenlik” kelimesidir. Bir delili vardır ki o delil, egemenliğin halka değil Şeriat’a ait olduğuna dairdir.
Bu kaidenin vakıasına gelince: Bu “egemenlik” kelimesi batıya ait bir ıstılahtır/terimdir. Bununla iradeye yön veren ve onu yürüten kasd edilir. Ferd kendi iradesini yürütür ve yönlendirirse egemenliği kendisine ait olur. Eğer ferdin iradesini başkası yönlendiriyor ve yürütüyorsa, o ferd bir köledir… Ümmet, iradesini yani fertlerinin iradesinin toplamını/yürütme hakkını rızasıyla verdiği, kendisinden fertler vasıtasıyla kendisi yürütüyorsa egemenlik kendisine ait olur. Şayet ümmetin iradesi kendisinden başkası tarafından zorakî olarak yürütülüyorsa, o ümmet köleleşmiş olur. Bundan dolayı demokrasi nizamı, “egemenlik halkındır” der. Yani iradesini yönlendiren ve istediği kişiyi kendi yerine vekil seçip ve iradesini yürütme hakkını ona veren halktır. İşte üzerine yönetimin oturtulmak istendiği egemenliğin vakıası budur.
Fakat bu egemenliğin hükmüne gelince: O, egemenliğin halka değil Şeriat’a ait oluşudur. Zira Şeriat’a göre ferdin iradesini istediği şekilde yönlendiren ferdin kendisi değildir. Bilâkis ferdin iradesi, Allah’ın emir ve nehiylerine göre yönlendirilir. Aynı şekilde ümmet de istediğini yapan, iradesini yönlendiren ve yürüten değildir. Bilâkis ümmetin iradesi de Allah’ın emir ve yasaklarına göre yönlendirilir. Buna ait delil, Allahu Teâlâ’nın şu sözüdür:
فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ “Hayır! Rabbine yemin olsun ki; onlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem kılmadıkları müddetçe… iman etmiş olmazlar.”[1]
Rasul (u) de şöyle buyurmuştur:
“Heva ve arzusu benim getirdiklerime uymadıkça sizden birisi iman etmiş olmaz.”
Ümmet ve fertte hakim olan ve ümmetin ve ferdin iradesini yürüten tek şey ancak Rasul’ün getirmiş olduğudur. Böylece ümmet ve fert Şeriat’a boyun eğer. Bundan dolayı egemenlik Şeriat’a aittir. Bunun için halifeye ümmet tarafından demokrasi rejiminde olduğu gibi onun yanında bir ücretli olarak onun istediklerini yerine getirmek için biat edilmez. Ümmet tarafından halifeye ancak Allah’ın Kitabı ve Rasul’ün Sünneti üzerine Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’ni uygulaması için yani insanların istediğini uygulaması için değil de Şeriat’ı uygulaması için biat edilir. Hatta halifeye biat eden insanlar Şeriat prensiplerinin dışına çıkarlarsa halife onları geri çevirmek için onlarla savaşır.
Bu delilden “egemenlik hakkı halka ve millete değil Şeriat’a aittir” kaidesi istinbad edildi.
İkinci kaide: Sulta/otorite ümmete aittir.
Bu kaide, Şeriat’ın halifenin nasb edilmesinin ümmet tarafından olmasını gerekli kılmasından ve halifenin otoriteyi/yetkiyi bu biatla almasını gerekli kılmasından alınmıştır.
Şariat’ın, halifenin nasbının ümmet tarafından olmasını gerekli kılmasına gelince; bu, biat hadislerinde gayet açıktır. Şöyle ki:
Ubade b. es-Sâmit’ten rivayetle dedi ki: “Biz rahat ve sıkıntılı hallerde; dinlemek ve itaat etmek üzere Rasulullah (u)’e biat ettik.”
Cerir b. Abdullah’tan rivayetle dedi ki: “Dinlemek ve itaat etmek üzere Nebî (u)’e biat ettim.”
Ebu Hureyre’den rivayetle dedi ki: “Rasulullah (u) şöyle dedi:
ثَلاثَةٌ لا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ رَجُلٌ عَلَى فَضْلِ مَاءٍ بِالطَّرِيقِ يَمْنَعُ مِنْهُ ابْنَ السَّبِيلِ وَرَجُلٌ بَايَعَ إِمَامًا لا يُبَايِعُهُ إِلا لِدُنْيَاهُ إِنْ أَعْطَاهُ مَا يُرِيدُ وَفَى لَهُ وَإِلا لَمْ يَفِ لَهُ وَرَجُلٌ يُبَايِعُ رَجُلًا بِسِلْعَةٍ بَعْدَ الْعَصْرِ فَحَلَفَ بِاللَّهِ لَقَدْ أُعْطِيَ بِهَا كَذَا وَكَذَا فَصَدَّقَهُ فَأَخَذَهَا وَلَمْ يُعْطَ بِهَا “Üç kişi vardır ki Kıyamet Günü’nde Allah onlarla konuşmayacak, onları tezkiye etmiyecek ve onlar için elem verici bir azap vardır. Birisi; yol kenarında fazla bir suyu bulunan, o sudan yolcuları istifade ettirmeyen kimse. İkincisi; sırf dünya için bir imama biat eden, eğer biat ettiği kişi kendisine istediğini verirse ona ettiği biatta vefalı davranıp istediği şeyi vermezse ettiği biattan dönen kimse. Üçüncüsü; ikindiden sonra bir malı birine satarken o malın aynısını filana şu fiyatla sattım diyerek Allah’a yemin eden, halbuki o fiyata vermediği halde alıcının kendisini doğru sandığı kimsedir.”[2]
Böylece biat, müslümanlar tarafından halifeye yapılır, halife tarafından müslümanlara yapılmaz. Müslümanlar, halifeye biat ederler. Yani müslümanlar, halifeyi kendilerine yönetici kılarlar. Nitekim Raşid Halifelerin yaptığı da ancak ümmetten biat almaktı. Onlar ancak ümmetin kendilerine biatı vasıtasıyla halifeler oldular.
Şeriat’ın halifenin bu biatla sultayı/otoriteyi elde etmesini gerekli kılmasına gelince; bu, itaatle ilgili hadislerde ve Hilâfet’in birliğini ifade eden hadislerde gayet açıktır. Şöyle ki:
Abdullah b. Amr b. el-As’tan rivayetle diyor ki: “Ben Rasul (u)’den şöyle dediğin işittim:
وَمَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الآخَرِ “Kim kalbinin tasdiki ile bir imama biat ederse, ona gücü yettiği kadar itaat etsin. Eğer imamlık konusunda bir başkası gelip biat edilen kimse ile çekişme ve çatışmaya kalkarsa onun boynunu vurun.”[3]
Nafi’den rivayet edildiğine göre: “Bana Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Ben Rasulullah (u)’den şöyle dediğini işittim:
مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Allah’a itaatten el çeken bir kimse Kıyamet Günü delilsiz olarak Allah’a ulaşır. Boynunda bir biat bulunmadan ölen bir kimse cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”[4]
İbni Abbas, Rasulullah (u)’den şu hadisi rivayet etmiştir:
مَنْ كَرِهَ مِنْ أَمِيرِهِ شَيْئًا فَلْيَصْبِرْ عَلَيْهِ فَإِنَّهُ لَيْسَ أَحَدٌ مِنَ النَّاسِ خَرَجَ مِنَ السُّلْطَانِ شِبْرًا فَمَاتَ عَلَيْهِ إِلا مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Emirinden hoşlanmadığı bir şey gören kimse ona sabretsin. Zira bir karış kadar sultadan (halifenin otoritesinden) çıkan hiç bir kimse yoktur ki, öldüğünde cahiliyye ölümü ile ölmemiş olsun.”[5]
Ebu Hureyre, Nebî (u)’den şöyle dediğini rivayet etti:
كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الآنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الأوَّلِ فَالأوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ “İsrail oğullarını Nebîler yönetiyordu. Her ölen bir Nebî’nin yerine bir başka Nebî geliyordu. Halbuki benden sonra Nebî yoktur. Benden sonra halifeler, bir çok halifeler olacaktır.” Ashab, “Böyle bir zamanda bize ne emredersiniz?” dediler. Allah Rasulü; “Birinciye verdiğiniz biatı yerine getirin, daha sonra ondan sonra gelen birinciye. Daha sonra onların haklarını veriniz. Şüphesiz Allah, onlara tebaalarına karşı yaptıklarından hesap soracaktır.”[6]
İşte bu hadisler, halifenin ancak bu biatla sultayı/yetkiyi ve iktidarı elde edebileceğine delâlet ediyorlar. Zira Allah, yapılan biat sebebiyle ona itaati farz kılmıştır. “Bir imama biat eden… ona itaat etsin” denmiştir. Böylece o imam, hilâfeti biatla almıştır. Ona itaat, kendisine biat edilen bir halife olduğu için farz olmuştur. Böylece o sultayı ümmetten, ümmetin kendisine biatı ile almış ve ümmetin biat ettiği kişiye yani ümmetin boynunda kendisi için biatın olduğu kişiye itaat farz olmuş olmaktadır. İşte bu sultanın/otorite ve iktidar yetkisinin ümmete ait olduğuna delâlet eder.
Rasulullah (u), Rasul olmasına rağmen insanlardan biat almıştır. Bu yönetim ve sulta hususunda alınan bir biat idi. Yoksa bu biat, Nübüvvet üzerinde alınmış bir biat değildi. Bu biat, erkek ve kadınlardan alınmıştır. Henüz bulüğa ermemiş olanlardan alınmamıştır.
Böylece halifeyi seçen ve ikâme eden; Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti üzerine ona biat edenlerin müslümanlar olması, halifenin de bu biat sebebiyle sultayı alması, sultanın ümmete ait bir hak olduğuna ve onu istediği kimseye verebileceğine delâlet eder.
Üçüncü kaide: Bir halifeyi nasb etmek bütün müslümanlar üzerine farzdır.
Halifeyi nasbetme farziyeti, hadis-i şerifle sabittir.
Nefi’den rivayet edilen bir hadiste dedi ki: “Bana Abdullah b. Ömer şöyle dedi: “Ben Rasullah (u)’den şöyle dediğini işittim:
مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Allah’a itaatten el çeken bir kimse Kıyamet Günü delilsiz olarak Allah’a ulaşır. Boynunda bir biat bulunmadan ölen bir kimse cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”[7]
Bu hadis ile delil getirme keyfiyetine gelince; şöyledir:
Rasul (u), her müslümana halife için boynunda bir biatın olmasını gerekli kılmıştır, her müslümanın halifeye biat etmesini gerekli kılmamıştır. Bu durumda gerekli ve farz olan her müslümanın boynunda biatın mevcut olmasıdır. Yani halifenin varlığı, her müslümanın boynunda biatı gerektirir. Böylece ister bu biatı bilfiil yerine getirsin ister getirmesin. Halifenin varlığı, her müslümanın boynunda biatı bulundurur.
Halifenin varlığının bir tek olmasına gelince; o şundan dolayıdır:
Ebu Said el-Hudri’nin Rasul (u)’den rivayet ettiği bir hadiste, Rasulullah (u) şöyle dedi:
إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الآخَرَ مِنْهُمَا “İki halifeye biat olunduğunda onlardan son ortaya çıkanı öldürün.”[8]
Bu hadis, müslamanlar için bir halifeden fazla halifelerin bulunmasının haram olduğunu gayet açık olarak göstermektedir.
Dördüncü kaide: Hükümleri benimseyip kanun yapma hakkı sadece halifenin hakkıdır.
Bu kaide, sahabenin icmaı ile sabittir. Bu icma’dan şu meşhur şer’î kaideler alınmıştır:
“İmamın emri ihtilafları ortadan kaldırır.”
“İmamın emri geçerlidir.”
“İmam, vukua gelen sorunlar kadar hüküm
benimseme yetkisine sahiptir.”
[1] Nisa: 65
[2] Buhari, K. Ahkam, 6672
[3] Müslim, K. İmarah, 3431
[4] Müslim, K. İmarah, 3441
[5] Müslim, K. İmarah, 3439
[6] Müslim, K. İmarah, 3429
[7] Müslim, K. İmarah, 3441
[8] Müslim, İmarah, 3444