MADDE -74: “İsti’naf mahkemeleri ve temyiz mahkemeleri yoktur. Bir davadaki Kaza/yargı kesinlik bakımından tek derecelidir. Kadı hükmü açıklandığında artık onun hükmü geçerlidir, yürürlüğe konur. Başka bir kadı’nın hükmü kesinlikle o hükmü bozamaz.” Bu madde, kadı’nın verdiği hükmün ne kendisi ne de başka bir kadı tarafından bozulmadığını beyan ediyor. Buna delil, sahabelerin icmaıdır. Şöyle ki: Ebu
MADDE -74: “İsti’naf mahkemeleri ve temyiz mahkemeleri yoktur. Bir davadaki Kaza/yargı kesinlik bakımından tek derecelidir. Kadı hükmü açıklandığında artık onun hükmü geçerlidir, yürürlüğe konur. Başka bir kadı’nın hükmü kesinlikle o hükmü bozamaz.”
Bu madde, kadı’nın verdiği hükmün ne kendisi ne de başka bir kadı tarafından bozulmadığını beyan ediyor. Buna delil, sahabelerin icmaıdır. Şöyle ki: Ebu Bekir (t), bazı mahkemelerde kendi ictihadı ile hüküm verdi. Ömer (t), konularda ondan farklı hüküm veriyordu. Fakat Ebu Bekir’in hükümlerini bozmuyordu. Ali (t), Ömer’in (t) ictihadlarına muhalefet ediyordu. Fakat onun hükümlerini bozmuyordu. Ali (t), Ebu Bekir (t)’a ve Ömer (t)’a muhalefet etmesine rağmen onların hükümleri bozulmadı. Nitekim Necran halkı Ali (t)’a gelip şöyle dediler: “Ey mü’minlerin emiri, kitabın (hükmün) elinde, şefaatın dilinde.” Bunun üzerine Ali (t) dedi ki: “Yazıklar olsun size! Ömer işi iyi bilen birisiydi. Ömer’in hükmettiği bir kararı ben reddetmem.”
Rivayet edildiğine göre Ömer (t), müşerrekeyi (baba bir, ana ayrı) kız kardeşi ana-baba bir kardeşlerle mirastan düşmesine hüküm verdi. Daha sonra onları mirasta ortak yaptı ve şöyle dedi: “O (geçmişteki bir meselede) verdiğimiz bir hükümdür. Bu da (şimdi) verdiğimiz bir hükümdür.” Böylece Ömer (t) bir biri ile çelişkili olmasına rağmen iki hükmü uyguladı. (Yani daha önce vermiş olduğu hükmü bozmadı.) Yine Ömer (t) dede ile ilgili miras taksiminde, ilk verdiği hükmü bozmadan farklı hükümler verdi.
Fakat şu rivayete gelince; Kadı Şureyh, birisi ana tarafından kardeş olan iki amca çocuğu (miras) hakkında malın kardeşe ait olduğuna hükmetti. Bu durum Ali (t)’a iletildi. Ali (t), “Bana o iki kişiyi getirin” dedi. Şureyh gelince, Ali (t) ona dedi ki: “Onu Allah’ın hangi kitabında buldun?” Şureyh, “Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor” deyip şu ayeti okudu:
وَأُوْلُوا الأرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ “…Allah’ın Kitabına göre rahim sahipleri (akrabalar) birbirlerine (varis olmaya) daha uygundurlar.”[1]
Ali (t) de ona şöyle dedi: “Allahu Teâlâ şöyle demiştir:”
وَإِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلالَةً أَوْ امْرَأَةٌ وَلَهُ أَخٌ أَوْ أُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ “Eğer bir erkek veya kadının ana babası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek, yahut bir kız kardeşi varsa her birine altıda bir düşer.”[2] Ve onun o hükmünü bozdu.”
Ali’nin, onun o hükmünü bozduğu sabit olmamıştır. Fakat şu sabittir ki, sahabeler bir takım meselelerde kendi ictihadları ile hükmetmişlerdi. Ebu Bekir zamanında, Ömer zamanında, Ali zamanında halife diğer sahabelerin hükümlerine muhalefet ediyordu. Fakat onlardan birisi diğerinin hükmünü bozmuyordu. Şu da sabittir ki; Ömer (t) aynı meselede farklı farklı hükm etmiş, birbiri ile çeliştiği halde birincisini ikinci hükümle iptal etmeden hepsini de uygulamıştır. Onun bu hususta şöyle dediği sabittir: “O (daha önce) hükmettiğimize binaendi. Bu da (şimdi) hükmettiğimize binaendir.”
İşte bu, kadıların hükümlerinin bozulmadığına delâlet eder. İbn Kudâme, el-Muğni’den şöyle dedi: “(Kadı’nın) ictihadı, nassa ve icmaya muhalif olmaksızın değişirse veya ictihadı, kendisinden önceki kadı’nın ictihadına muhalif olursa, o muhalefetinden dolayı eski ictihadı (hükmü) bozmaz. Çünkü sahabe (r.anhum), bu hususta icmaa etmiştir.”
Ayrıca bir meselede birden fazla kadıya gidilmesinin caiz olmadığına dair delil, aynı şekilde kadı’nın hükmünün bozulmasının caiz olmadığına dair de delildir. Şöyle ki: Allah’ın hükmü birdir, birden fazla olmaz. Bir meselede Allah’ın hükmüyle amel edildiğinde artık o uygulanmıştır, bozulması doğru olmaz. Kadı, bir davada hükmedince Allah’ın hükmünü amel sahasına koymuş olur, artık o hükmün uygulanması farz olur. Onun için o hüküm kesinlikle bozulmaz. Çünkü onun bozulması Allah’ın hükmünün bozulmasıdır. Bu ise caiz değildir. Böylece hüküm veren kadı’nın kendisine kendi hükmünü bozması caiz olmaz. Çünkü bir konuda Allah’ın hükmü birden fazla olmaz. Kadı’nın hükmünün bozulması, Allah’ın hükmünün bozulmasından başka Allah’ın hükmünün birden fazla olması, değişmesi demektir ki bu da caiz değildir.
Ömer b. el-Hattab’ın Ebu Musa’ya yazdığı rivayet edilen bir mektupta geçen şu sözüne gelince; “Dün verdiğin hüküm, nefsine dönüp doğrusunu gördüğünde hakka dönmene mani olmasın. Zira hak önce gelir. Hakka dönmek batılda devam etmekten hayırlıdır.”
Bu mektubun doğru olduğu farz edilse bile, bu Ömer’in sözüdür, bir şer’î delil değildir. Buna sahabe sükut etmiştir, böylece bir icmaa olur, denilmez. Çünkü sükut; ancak hadise bütün insanlar için bir hüküm olmasından dolayı meşhur olup sahabeler haberdar olurlar ve benzeri şer’an inkâr edilen hususlardan olup da sahabeler tarafından kerih görülmemiş olması halinde icmaa olarak itibar olunur. Zira sahabeler, münkere sükut etmezler. Fakat bu mektup gibi olan hususlara gelince; o, belirli bir kadıya yazılan mektuptur, genel değildir. Bu mektup her ne kadar daha sonraki dönemlerde meşhur olmuşsa da, sahabeler yanında meşhur olmuş bir genel hadise değildir. Ayrıca bu hadise, normalinde inkâr edilen hususlardan değildir.
Ayrıca, o mektupta geçen o hususla kastedilen şudur: “Dün verdiğin hükmün daha sonra hatasını anlarsan başka bir hadisede ondan vazgeç ve başka bir hükümle hüküm et” demektir. Onun manası, dün verdiğin hükmü boz demek değildir. Onun için “hakka dönmene” dedi, “hükmünden dönmene” demedi. Hakka dönmek, yanlış görüşü terk etmek doğruya bağlanmak demektir. Böylece o mektupta kadı tarafından verilmiş hükmün bozulmasının caiz olduğuna dair bir delil yoktur.
Bunun için İslâm’da “geçmiş davalar” diye isimlendirilen kendisine başvurulacak bir husus yoktur. Yani daha önce bir dava hakkında şöyle bir hüküm geçmiştir diye bir şey yoktur. Bilâkis, daha önce bir davada (meselede) belirli bir hüküm verilmiş ise, bu hüküm daha sonra hiç bir meseleyi üzerinde seyretmeye zorunlu kılmaz. Zira o davanın benzeri hakkında daha önce o dava hakkında hüküm veren kadı tarafından ve başka bir kadı tarafından başka bir hüküm verilmesi caizdir. Fakat o davanın kendisi hakkında Allah’ın hükmü uygulanmıştır. Kadıya bu hükmünden dönmesi ve onu değiştirmesi helâl değildir.
İşte bundan dolayı İslâm’da isti’naf mahkemesi/ yargıtay ve temyiz mahkemesi (davanın yeniden incelenmesi için başvurulan bir üst mahkeme) yoktur. Bilâkis Kaza/yargı kesin ve bağlayıcı olması bakımından tek derecelidir.
“İctihad benzeri bir ictihad ile bozulmaz” şer’î kaidesine göre, herhangi bir müctehid başka müctehide karşı hüccet değildir. Böylece, başka bir mahkemenin hükümlerini bozan bir mahkemenin var olması doğru olmaz.
Ancak kadı, İslâm Şeriatı ile hüküm vermeyi terk eder ve küfür hükümlerinden bir hükümle hüküm ederse, o zaman onun hükmü batıl olur. Aynı şekilde Şeriat’a muhalif bir hükümle hükmederse yani onun hükmüyle çelişen nasslar olduğu halde, bir delili ya da şüpheli delili olmaksızın hükmederse o zaman kadı’nın ya da yöneticinin hükmü Rasul (u)’in şu sözünden dolayı reddedilir:
لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ “Emrimiz üzerine olmayan her şey red olunur.”[3]
Öylesi bir hükmü red etme yetkisine sahip olan
mezalim kadısıdır.[4]
[1] Enfal: 75
[2] Nisa: 12
[3] Müslim, K. Akdiyye, 3243
[4] Bu son iki paragraf, İslâm’da Yönetim Nizamı kitabının Arapça’sından alınmıştır. s.189-190