MADDE – 95: “Devletin işleri ve insanların maslahatlarının idaresi maslahatlara bakan daireler, devlet daireleri ve diğer idarî kurumlar tarafından üstlenilir. Bunlar devletin işlerini ve insanların maslahatlarını yerine getirmek için çalışırlar.” İdarî organ, işin yapılmasının üslup ve vesilelerindendir. Uslüp ve vesile için özel bir delile gerek yoktur. Onun aslına delâlet eden genel delil yeterlidir. Şöyle denilmez:
MADDE – 95: “Devletin işleri ve insanların maslahatlarının idaresi maslahatlara bakan daireler, devlet daireleri ve diğer idarî kurumlar tarafından üstlenilir. Bunlar devletin işlerini ve insanların maslahatlarını yerine getirmek için çalışırlar.”
İdarî organ, işin yapılmasının üslup ve vesilelerindendir. Uslüp ve vesile için özel bir delile gerek yoktur. Onun aslına delâlet eden genel delil yeterlidir.
Şöyle denilmez: “Bu üsluplar kulun fiillerindendir. O halde onların ancak şer’î hükümlere göre yürümesi gerekir.” Böyle denilmez. Çünkü, bu fiillerin aslına şer’î delil genel olarak gelmiştir. Bir asıldan çıkan bir fiile has bir şer’î delil gelmedikçe, o asılla ilgili delil ondan çıkan fiillerin hepsini kapsar. Eğer o asıldan çıkan bir fiile dair bir şer’î delil gelmişse o zaman o delile tabi olunur. Meselâ; Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
وَآتُوا الزَّكَاةَ “Ve zekâtı verin.”[1]
Bu bir genel delildir. Zekât verme işinden çıkan fiillere dair deliller gelmiştir. Meselâ; nisab miktarı için, âmiller (zekât toplayan memurlar) için, kendisinden zekât alınan malların çeşitleri için deliller gelmiştir. Bütün bunlar, “zekât verin” emrini ilgilendiren fiilden çıkan ferî fiillerdir. Amillerin zekâtı toplama işini nasıl yapacaklarına dair deliller gelmemiştir. Onlar bir binekle mi yoksa yürüyerek mi gidecekler? Kendilerine yardım için beraberlerinde ücretle çalışan kişiler bulunduracaklar mı yoksa bulundurmayacaklar mı? Zekâtı defterlere kaydedecekler mi? Onlar, kendileri için bir toplama yeri edinecekler mi? Topladıklarını içerisine koymak için depolar edinecekler mi? Bu depolar, yerin altında mı olacak yoksa hububat binaları gibi yerin üstüne mi yapılacak? Parasal zekâtlar torbalarda mı toplanacak yoksa sandıklarda mı toplanacak? Bu ve buna benzer şeyler hep “zekâtı verin” ayetinin ilgili olduğu fiilin ferî fiilleridir. Bunları genel delil kapsar. Çünkü bu hususlarla ilgili özel delil gelmedi.
İşte bütün bu üsluplar böyledir. Böylece üslup; kendisi için -yani asıl için- genel bir delilin gelmiş olduğu fiilin ferî olan fiildir. Bundan dolayı üslup için bir delil getirmeye gerek yoktur. Zira üslubun aslının genel delili onun hakkında da delildir.
Amma idarenin kurulmasına yani tebaanın maslahatlarını idare edecek kişinin belirlenmesine -ki her maslahatta bir idareye gerek duyulur- gelince; bu ferî değil asıldır. Bunun için delile gerek duyulur. Bunun delili ise; Rasul (u)’in fiilidir. Zira Rasul (u), yönetimi ve idareyi yürütüyordu. Nitekim o (u) tebliğci, uygulayıcı ve müslümanların maslahatlarına bakandı. Tebliğin ne olduğu biliniyor. Tenfize/uygulamaya gelince; ona vahiy sadakayı/zekâtı almayı emrederek gelmiştir ki bu tenfizdir. Hırsızın elini kesmeyi emrederek gelmiştir ki bu tenfizdir. Zina edeni recm ediyor, birbirine zina suçuyla iftirada bulunanı kırbaçlıyor ve harbiyi öldürüyordu ki bu tenfizdir. Rasul (u), putları kendi eliyle yıkıyordu ki bu tenfizdir. Onları ortadan kaldıracak kişileri gönderiyordu ki bu tenfizdir. Öldürüyor ve esir ediyordu ki bu tenfizdir. İnsanlara adaletli olmayı emrediyordu ve onu yerine getiriyordu, Allah’ın emirlerine karşı isyan edenlere çeşitli şekillerde hadleri uyguluyordu ki bütün bunlar tenfizdir.
Rasul (u)’in maslahatları gözetmesine gelince; o (u), uygulayıcı olmasının yanısıra maslahatları idare ediyordu. Bu maslahatların idaresi için kâtipler tayin ediyordu. O (u), Medine’de insanların maslahatlarını idare ediyordu. Kendisi ile beraber bu işleri idare eden kişileri tayin ediyordu. Nitekim Ali b. Ebu Talib, anlaşmaların ve sözleşmelerin kâtibi idi. Bu idaredir, yönetim değildir. Hâris b. Avf, Rasul’ün mühüründen mesul idi ki bu bir idaredir, yönetim değildir. Muaykıb b. Ebu Fatıma, ganimetler hakkında kâtib idi ki bu yönetim değil idaredir. Huzeyfe b. el-Yemân, Hicaz’da çıkan ekili arazi ürünlerini yazıyordu ki bu idaredir yönetim değil. Abdullah b. Erkâm ise, insanları kabile ve su kaynakları hakkında kaydediyordu.
İşte bütün bunlar, Rasul (u)’in yönetimi yürüttüğü gibi idareyi de yürüttüğüne dair delildir. Fakat Rasul (u), o müdürlere yerine getirmeleri için tayin edildikleri işi belirlemiştir. Meselâ; ganimetlerin kâtibliği, ürünlerin zekâtının toplanması gibi. Fakat Rasul (u), o müdürlere o işi yapmaları için yapacakları ferî işleri belirlememiştir. Böylece onları belirlememesi demektir ki, o işler asıldan çıkmış ferî işlerdir. Böylece bir işi yapmakla emr olunan bir kişinin kendisine yüklenilen o işi yapmayı oluşturan ve maslahatların en kolay görülmesini gerektiren herhangi bir üslubu seçmekte serbest olması mümkündür.
İnsanların maslahatlarını gerçekleştirmek, işlerin gözetilmesindendir. İşlerin gözetilmesi ise, halifenin hakkıdır. Onun için halifenin, uygun gördüğü herhangi bir idarî üslubu benimseyip onunla amel etmeyi emretmesi hakkı vardır. Zira halifenin bütün idarî kanun ve nizamları koyması ve insanları onlarla amel etmeye zorunlu kılması hakkı vardır. Çünkü o idarî kanun ve nizamlarla ameller ferî işlerdir. Halifeye onlardan birisi ile emretmesi ve insanları yalnız onunla zorunlu kılması caizdir. İşte öylesi bir emir ortaya koyduğunda o zaman ona itaat farz olur. Çünkü o, halifenin benimsediği hükme tabi olanları zorunlu kılmaktır. Onunla zorunlu kılmak ise, ondan başkasını terk etmeyi yani mani olmayı gerektirir. Bu, hükümleri benimsemek gibidir, farksızdır. Bu hususta şer’î hükümlerden dışarı çıkılmaz.
Şöyle denilmez: “Bu üsluplar mübahlardır. Her şahsın uygun gördüğü üslupla amel etmesi hakkı vardır. Halife mübahlardan bir mübah ile zorunlu kılıp başka bir mübahı yasaklayınca mübahı haram kılmış olur.” Böyle denilmez. Çünkü halifenin, belirli bir üslubu benimsemesinde bir mübah farz kılınmış başka bir mübah da haram kılınmış olmaz. Bilâkis halife, Şeriat’ın kendisine vermiş olduğu hükümleri benimseme ve o hükümlerin yerine getirilmesini sağlayan hususu benimseme hakkını kullanmış olur. Zira onun hükümleri benimsemekteki yetkisi, o hükümleri yerine getirmeyi sağlayan hususu benimsemekte de geçerlidir. Onun için halifenin o hususu (yani benimsediği hükümleri yerine getirilmesini sağlayan üslubu) benimsemesi hakkı vardır. Tebaya düşen, halifenin benimsediğine bağlanmaktır. Eğer o husustan (üsluptan) başkası halife tarafından yasaklanmışsa, onlarla amel etmek doğru olmaz.
Şu var ki bu mübah, işlerin gözetilmesinde kullanılan mübahtır. Zira o, kendisine göre işleri gözetmek için halifeye ait bir mübahtır. Çünkü işleri gözetmek, gütmek halifeye aittir. O mübah, her insan için işlerin güdülmesine ait bir mübah değildir. Çünkü halk, tebaanın işlerini gütme yetkilerine sahip değildir. Bunun için halifenin benimsediğine bağımlı kalma farziyeti, halifeye itaat babından olur, mübahı farz kılma babından değil…
Bu izahat, idarenin kendisi hakkında idi. İdarenin tafsilatına gelince; o tafsilat bu idarenin vakıasından alınmıştır. Zira idarenin vakıası, dakik bir şekilde incelendiğinde açığa çıkıyor ki; ister yönetimden olsun ister Şeriat’ın uygulanmasından olsun ister idareden yani insanların ferî maslahatlarının yerine getirilmesinden olsun bizzat halifenin kendisinin ya da muavininin yapmış olduğu bazı işler vardır. İşte bunlar, üslupları ve vesileleri gerektirmektedir. Bundan dolayı halifenin sorumluluklarının yerine getirilmesinde gerek duyulan işlerin idaresi için halifeye ait özel bir organın olması kaçınılmazdır. Şu da açığa çıkıyor ki; insanların yerine getirilmesini istedikleri maslahatları vardır. Bunlar ise tebaa ile alâkalıdır. Bunlar yerine getirilmesi için üslup ve vesilelere gereksinim duyarlar. Bundan dolayı insanların maslahatlarının yerine getirilmesi için özel bir organın olması kaçınılmazdır.
Bu organ; maslahatlara bakan daireler, devlet daireleri ve diğer idarî kurumlardan oluşur. Maslahatlara bakan daire; devletin maslahatlarından herhangi bir maslahat için en yüksek idarî organdır. Öğretim, sağlık, ziraat, sanayi ve diğerleri gibi. Bu daire, bizzat kendi idaresini ve devlet dairelerinden kendisine bağlı olanı üstlenir. Devlet dairesi ise, kendi işlerini ve idarelerden kendisine bağlı olanı üstlenir. İdarî kurumlar ise, kendi idarelerini kısım ve şubelerden kendisine bağlı olanı üstlenir.
İşte bu, maslahatlara bakan daireler, devlet daireleri ve diğer idarî
kurumlar, ancak devletin işlerini omuzlamak ve insanların maslahatlarını yerine
getirmek için kurulur ve oluşurlar.[2]
[1] Bakara: 43
[2] NOT: Bu izahat, İslâm’da Yönetim Nizamı kitabından alınmıştır. s.200-204