Haber: Tevfik Seyf, Şarkul Avsat Gazetesi’nde “Dini Yönetim Modeli Bitti mi” başlıklı bir makale yazdı. Onun bakış açısı aşağıdaki noktalarda özetlenmiştir: Birincisi: Hilafet, “artık herhangi bir Müslüman için ciddi ya da değerli bir ihtimal olmaktan çıktı.Tek istisna, Hilafet fikrine bugüne kadar sadık kalan Hizb-ut Tahrir’dir.” İkincisi: Hizb-ut Tahrir, “kamuoyunu bu konuda ikna edemediği gibi siyasi
Haber:
Tevfik Seyf, Şarkul Avsat Gazetesi’nde “Dini Yönetim Modeli Bitti mi” başlıklı bir makale yazdı. Onun bakış açısı aşağıdaki noktalarda özetlenmiştir:
Birincisi: Hilafet, “artık herhangi bir Müslüman için ciddi ya da değerli bir ihtimal olmaktan çıktı.Tek istisna, Hilafet fikrine bugüne kadar sadık kalan Hizb-ut Tahrir’dir.”
İkincisi: Hizb-ut Tahrir, “kamuoyunu bu konuda ikna edemediği gibi siyasi hayatta da kendine bir yer edinemedi.”
Üçüncüsü: “Hilafetin modası geçti ve kütüphanelerin bir parçası haline geldi.”
Dördüncüsü: Geleceğin sahibi genç kuşak, hem İran’daki hem de Afganistan’daki devlete ve bu iki devletin halka zorla dindarlığı empoze etme konusundaki zorlayıcı politikalarına meydan okuyor. Bundan amaçlanan ister İran devletinin kadınları başörtüsü takmaya zorlaması olsun isterse Taliban hükümetinin kızların orta ve üniversite eğitimini engellemesi olsun fark etmez. Ayrıca şunu da iddia etti: “Her iki hükümetin de geri adım atacağına ve halkın taleplerine boyun eğeceğine büyük ölçüde inanıyorum.”
Yorum:
Birinci noktadaki iddiaya gelince; şeriattan olan bir şey ile içindeki yaşadığımız vakıadan olan bir şeyin tanımının arasını karıştırmamak gerekir. Örneğin insanlar namaz kılmak istemiyorlar şeklindeki sözümüz, namazı tarihin dışına çıkarmaz, aksine insanı şeriatın ve onun gereklerinin dışına çıkarır. Dolayısıyla bunun çözümü namazı terk etmek değildir, aksine namazı terk edenin hükümlerine başvurmak ve namazı terk eden kişiye, tövbe edip vakit kaybetmeden hemen geri dönmesi için nasihat etmemizdir. Yazarın Hilafet, Hizb-ut Tahrir dışında Müslümanların geniş ölçüde dikkatini çekmemektedir şeklindeki sözü de aynı şekildedir. Zira bu, Hizb-ut Tahrir’e yönelik bir övgü ölçüsü ve tüm ümmete karşı da utanç verici bir mesele olarak görülmelidir. Böyle bir yazarın, Hilafet ile ilgili şerî hükmün cahili olması imkansızdır. Bizim bu konuda neredeyse emin olmamızı sağlayan şey, özellikle peygamber olmadıkları halde Raşid Halifeler Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den bahsetmeyi kasten ihmal etmiş olmasıdır. Yani yazar, ne bireysel açıdan ne de her birinin kendi yönetiminde hareket ettiği temel açısından, yani yönetim için bir temel olarak hareket ettikleri anayasa açısından Raşid Halifelere değinme konusunda muhtemelen herhangi bir fayda görmemiştir. Zira bu, İngiltere’nin kendisine sadık bekçileri aracılığıyla yine kendisine ait çiftliklere bölmek için İslam beldelerinde icat ettiği krallık sistemine tamamen aykırıdır. Zira İngiltere, İslam beldelerini kendilerine sadık aileler aracılığıyla bağımlı bir İngiliz sömürgesi haline getirme hedefine ulaşmak amacıyla Suud rejimini, sözde Haşimilerin bir kısmını ve Körfez bölgesindeki diğer aileleri silahlandırmıştır. Dolayısıyla krallık sistemi, temel açısından Hilafet sistemine tamamen aykırıdır. Zira krallık sistemi egemenliği krala vermekte, onu genel yasanın üstünde görmekte, dahası onu genel yasa ve ilah konumuna getirmektedir. Hilafet sistemi ise egemenliği sadece şeriata veren beşeri bir sistemdir. Halife de muhasebe altında olup bunun üstünde değildir. Halife’nin görevi de, bir Nebi veya yaratıcının bir temsilcisi olarak değil de bir beşer olması vasfıyla şeriatın hükümlerini tatbik etmektir.
Şimdi Hilafet, şeriatın hükümlerini tatbik eden ve onu davet ve cihad yoluyla dünyaya taşıyan Müslümanların genel başkanlığı olarak tanımlandı. Dolayısıyla Hilafetin varlığının hükmü vacip olup dünyadaki tüm Müslümanların bir Halife nasbetmelerinin vacip olması da buradan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Hilafeti yeniden kurmak ve onu tarih kitaplarından çıkarıp yeniden hayat vakıasına indirgemek için çalışmanın yazar da dahil her bir Müslümanın üzerine vacip olduğunu görüyoruz.
Yazarın Hizb-ut Tahrir, kamuoyunu bu konuda ikna edemediği gibi siyasi hayatta da kendine bir yer edinemedi şeklindeki iddiasına gelince; bizler, Hizb-ut Tahrir’in, Şarkul Avsat Gazetesi gibi Suudi rejimine sadık bir gazetede yayınlanmasını, siyasi hayata girmek olarak görüyoruz; çünkü siyaset sadece yönetenler ve işleri gözetenlerle sınırlı değildir, aksine aynı şekilde eleştiriye ve muhasebeye maruz kalmak da siyasettir. Zira gazeteler, ister iktidardaki rejimin cinsinden olsun isterse olmasın, siyasi hayata girmek için bir geçit olarak görülüyor. Bu nedenle Hilafet mefhumunun ihyası noktasında Hizb-ut Tahrir’in rolünden bahsettiği için yazara teşekkür ediyor ve krallık, cumhuriyet ve federal sistemler de dahil olmak üzere diğer hükümet sistemlerine mukabil Hilafet sistemini açıklığa kavuşturmak için ihtiyaç duyduğu her türlü materyali sağlamaya hazır olduğumuzu kendisine temin ediyoruz. Şayet Hizb-ut Tahrir ortaya koyduklarıyla tüm kamuoyunu ve tüm gençleri ikna etmekte başarısız olursa, belki de o zaman yazar, hitap etmekte yetersiz kalmış olabileceğimiz bir topluluğa ve gençliğe ulaşmamızda bize yardımcı olur.
Yazarın, Hilafetin modası geçti ve kütüphanelerin bir parçası haline geldi şeklindeki iddiasına gelince; Bu doğru değildir. Aksine bugün Hilafet, Müslümanlar arasında genel bir görüş haline gelmiştir. Bunun ana nedeni ise, Laik basının Müslümanlar arasında bir yönetim fikri olarak Hilafeti yıkma girişimlerine odaklanmalarıdır.
Dördüncü noktadaki iddiasına gelince; İslam’ın hem kadınların hem de erkeklerin ilim tahsil etmesine izin verdiği konusunda bir ihtilaf yoktur.Taliban Hareketi’nin yaptığının aksine, aslında Batılı ülkelere bağlı kuruluşlar olan ve toplumu İslami mefhumlardan soyutlamak için Batılı kavramları yayan sözde sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini sınırladığı için teşekkür ederiz. Başörtüsü konusuna gelince; burada yazarın yorumundan uzaklaşıyoruz; zira bizler, başörtüsünün kadının farzlarından biri olduğunu bilmemize rağmen onun peçe, başörtüsü veya kadının başörtüsü denen şey hakkındaki tutumunu anlamadık. Dolayısıyla onun görüşüne göre, devletin kadının giyimi konusunda ne yapması gerektiğini ve bunu hangi temele dayanarak yapması gerektiğini de anlamadık?!
Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيْكُم مَّا حُمِّلْتُمْ وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا وَمَا عَلَى الرَّسُولِ إِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ “De ki: Allah’a itaat edin; Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber’e düşen, sadece açık seçik duyurmaktır.” [Nur 54]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nizar Cemal