Halife, kendi görüş ve içtihadına göre tebaasının işlerini gözetmekte mutlak hak sahibidir. Ancak Halife’nin, maslahat gerekçesiyle herhangi bir şerî hükme muhalefet etmesi caiz değildir. Ayrıca ülke ekonomisine darbe indirmeye yol açmadığı sürece örneğin ülke sanayisini koruma bahanesiyle tebaanın mal ithal etmesini engelleyemez. Yine örneğin istismarı önleme bahanesiyle insanlar üzerine fiyatlandırma yapamayacağı gibi, örneğin acil bir ihtiyaç olmadığı sürece barınmayı kolaylaştırmak bahanesiyle mal sahibini kendi mülkünü kiraya vermeye zorlayamaz ve şeriatın hükümlerine aykırı olan başka bir şey yapamaz. Yani Halife’nin helali haram ve haramı da helal yapması caiz değildir.
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in: الإمام راعٍ وهو مسؤول عن رعيته “İmam (Halife, yönetici) çobandır ve o, tebaasından (yönettiklerinden) mesuldür” kavli, şeriatın Halife’ye verdiği hükümler içindir. Örneğin kendi görüş ve içtihadına bırakılan Beytu’l Mâl’in malları hakkında tasarrufta bulunması, insanları tek bir meselede belirli bir görüşe zorlaması ve benzerleri gibi. Dolayısıyla bu hadis Halife’ye, hiçbir kısıtlama olmaksızın mutlak bir şekilde tebaanın işlerini gözetme hakkı vermektedir. Örneğin Beytu’l Mâl ve benimseme hükümleri, ordunun donatılması, valilerin ataması ve Halife’ye tevdi edilen diğer hususlar, sınırsız bir şekilde ona tevdi edilmiştir. Bu da Halife’nin, işleri herhangi bir kısıtlama olmaksızın kendi görüşüne göre gözetebileceğine dair bir delildir. Bütün bunlarda ona itaat etmek farzdır ve ona isyan etmek ise günahtır. Ancak bu gözetimin yerine getirilmesi, şeriatın hükümlerine, yani şerî nâsslara göre olması gerekir. Dolayısıyla her ne kadar Halife’ye mutlak yetki verilmiş olsa da, kesinlikle bunun şeriatla mukayyet olması, yani şeriatın hükümlerine göre olması gerekir. Örneğin Halife’ye dilediği gibi vali tayin etme hakkı verilmiştir ancak bir kâfiri, bir çocuğu veya bir kadını vali tayin etmesi doğru değildir. Örneğin Halife’ye, kendi otoritesi altındaki beldelere kafir ülkeler için büyükelçilikler açmasına izin verilmiştir, bu mutlak olarak verilmiştir ancak büyükelçiliği İslam beldelerini kontrol etme aracı olarak kullanmak isteyen kâfir ülkelerin büyükelçilik açmasına izin vermesi doğru değildir. Çünkü şeriat bunu yasaklamıştır. Örneğin Halife, bütçe fasılları ve her bir fasıl için de gerekli miktarları koyabilir. Ancak onun, inşası için vergi toplamak bahanesiyle Beytu’l Mâl’in gelirlerinin yeterli olmadığı bir su barajı inşa etmek için, bütçeye bir fasıl koyma hakkı yoktur. Çünkü şayet böyle bir barajın yapılmasına ihtiyaç yoksa, şerî olarak bunun için vergi alınması doğru değildir. Hakeza Halife, şeriatın kendisine verdiği hususlarla ilgili işlerin gözetiminde mutlak yetki sahibidir ancak bu mutlaklık, şeriatın hükümlerine göre olmalıdır. Sonra Halife’nin işlerin gözetilmesinde mutlak hak sahibi olması, onun ülkenin işlerinin gözetimi için uygun gördüğü kanunları çıkarma hakkına sahip olduğu anlamına gelmez. Bilakis bu, hakkında tasarrufta bulunduğu şeyin kendisi için mubah olan şeyler olması ve onun hakkında kendi görüşüne göre nasıl görüyorsa o şekilde hareket etmesi anlamına gelir. İşte o zaman kendisi için mubah olan bu konuda kendi görüşüne göre hareket edilmesi için kanunlar çıkarabilir ve işte o zaman ona itaat etmek vacip olur. Çünkü şeriat Halife’ye, kendi görüşüne göre tasarrufta bulunmasına izin vermiş ve bize de ona itaat etmemezi emretmiştir. Ayrıca Halife, bu görüşü insanların uyması zorunlu olan bir kanun haline getirebilir. Örneğin Halife’ye Beytu’l Mâl’in işlerini kendi görüş ve içtihadına göre idare etme hakkı verilmiş olup insanların bu hususta kendisine itaat etmesini emreder. Ayrıca Halife, Beytu’l Mâl için mali kanunlar çıkarma hakkına sahip olup o zaman bu kanunlara itaat etmek vacip olur. Örneğin ordu komutanlığı ve onun işlerini kendi görüş ve içtihadına göre idare etme yetkisi Halife’ye verilmiş olup bu hususta insanlara kendisine itaat etmelerini emreder. Bu yüzden Halife, ordu komutanlığı ve ordunun idaresi için kanunlar çıkarabilir ve o zaman bu kanunlara itaat etmek vacip olur. Örneğin Halife, tebaanın maslahatlarını kendi görüş ve içtihadına göre idare eder, tebaayı idare edecek kimseleri tayin eder, kendi görüş ve içtihadına göre onunla meşgul olur ve bu hususta insanlara kendisine itaat etmelerini emreder. Dolayısıyla o, maslahatları idare etmek için kanunlar çıkarabileceği gibi çalışanlar için de kanunlara çıkarabilir ve o zaman bu kanunlara itaat etmek vacip olur. Burada bu kanunlar üsluplardır, üsluplar ise mubahlardandır, dolayısıyla da bunlar bütün Müslümanlar için mubahtır, Halife’nin muayyen bir üslup belirlemesi ve onu farz kılması helal değildir, çünkü o mubah ile amel etmeyi zorunlu kılmakta olup mubah ile amel etmeyi zorunlu kılmak ise mubah olanı farz kılmaktadır ve bu caiz değildir denilmez. Böyle denilmez. Çünkü mubah, üsluplar bakımından üsluplardır. Beytu’l Mal’i idare etme üslupları ise, tüm Müslümanlar için mubah değil Halife için mubahtır. Yine ordu kamutanlığı üslupları, tüm Müslümanlar için mubah değil Halife için mubahtır. Ayrıca tebaanın maslahatlarını idare etme üslupları da tüm Müslümanlar için mubah değil Halife için mubahtır. Bu nedenle Halife’nin tercih ettiği bu mubahla amel etmeyi zorunlu kılması, bu mubahı farz kılmaz. Bilakis şeriatın ona kendi görüş ve içtihadıyla tasarrufta bulunma hakkı verdiği, yani işlerin gözetilmesi için görüş ve içtihatla tercih ettiği hususlarda Halife’ye itaati farz kılar. Zira mubah olsa bile Halife bunun uygulanmasını farz kılmış ve bunun dışındakileri de yasaklamıştır. Ancak gözetim, sadece Halife için mubahtır. Çünkü gözetim ona ait olup tüm insanlar için mubah değildir. Bu nedenle Halife’nin işlerin gözetilmesi için mubahlardan benimsemiş olduğu şeylere, yani şeriatın Halife’ye kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunma hakkı verdiği şeylere uymanın vacip olması, Halife’nin mubahı farz kılması ve mubahı haram kılması babından değildir. Bilakis şeriatın Halife’ye kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunma hakkı verdiği şeylerde ona itaat etmenin vacip olması babındandır. Bu yüzden Halife’nin işlerin gözetimi için zorunlu kıldığı tüm mubahlara, tebanın her bir ferdinin bağlı kalması vacip olur. İşte buna binaen Ömer İbn Hattab divanlar tedvin etti, buna binaen de Halifeler çalışanları ve tebaası için belirli düzenlemeler yaptılar, onların bununla amel etmelerini ve bunun dışındakilerle amel etmemelerini zorunlu kıldılar. Buna göre idari kanunlar ve bu kabilden başka kanunlar koyması caizdir ve bu kanunların tamamında ona itaat etmek vaciptir. Çünkü emretmiş olduğu hususlarda Halife’ye itaat etmek, şeriatın onun için belirlemiş olduğu hususlardandır.
Ancak bu, işlerin gözetilmesi için olan mubahta, yani idarelerin tanzim edilmesi, ordunun tertibi ve benzerleri gibi Halife’ye kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunma hakkı verilen hususlarda olup tüm mubahlar için değildir, aksine Halife olması vasfıyla Halife için mubah olan hususlardadır. Tüm insanlar için farz, mendup, mekruh, haram ve mubah olan diğer hükümlere gelince; Halife bunlarda şerî hükümlerle mukayet olup onun bunların dışına çıkması kesinlikle helal değildir. Nitekim Buhari ve Müslim, Aişe’den Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: مَن أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد “Her kim bu işimizde (dinimizde) onda olmayan bir şeyi ihdas ederse, o merduttur.” Bu genel olup hem Halife’yi hem de diğerlerini kapsar.