Bu maddenin delili; Allahu Teala’nın şu kavlidir: وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “Aranızda hayra [İslam’a] davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet [siyasi hizb/parti] bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir!” [Ali İmran 104] Bu ayet ile siyasi partilerin kurulmasına dair istidlal yönü şudur ki; Allahu Teala Müslümanlara, aralarında hayra, yani İslam’a davet eden ve aynı şekilde marufu emreden ve münkerden nehyeden bir cemaatin bulunmasını emretmiştir. Zira Allahu Teala’nın [وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ] “Sizden bir ümmet bulunsun” kavli, Müslümanların cemaati arasından kendisine cemaat vasfını kazandıran bir kitleleşme ile kitleleşmiş bir cemaatin çıkarılmasına dair bir emirdir. Zira [ْمِّنكُم] “Aranızda” demiştir. Dolayısıyla [وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ] “Aranızda bir ümmet [siyasi bir hizb/parti] bulunsun” kavlinden maksat, Müslümanlardan bir cemaat bulunsun demek olup Müslümanlar bir cemaat olsun demek değildir. Yani Müslümanlardan bir ümmet bulunsun demek olup bunun manası Müslümanlar bir ümmet olsun demek değildir. Çünkü ayetteki [من] “min” harfi, cinsin beyanı için değil tabîd/bazılaştırma içindir ve onun yerine [بعض] “ba’d” lafzının yazılması uygun düşer. Dolayısıyla deriz ki: [وليكن أمةً بعضكم] “Sizden bazınız bir ümmet olsun.” Oysa [بعض] “ba’d” lafzınının şu ayete koyulması uygun değildir: [وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آَمَنُوا مِنْكُمْ] “Allah sizlerden iman edenlere vaat etti” [Nur 55] Zira [وعد االله الذين آمنوا بعضكم] “Allah sizlerden iman edenlerden bazılarınıza vaat etti.” diyemeyiz. Bunun içindir ki “min” harfi burada, cinsin beyanı içindir. Yani vaat, sahâbe [Rıdvanullahi Aleyhim]’in kuşağı ile sınırlandırılamaz. Bilakis vaat, iman edip salih amel işleyen herkes içindir. Binaenaleyh madem ki [وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ] “Aranızda bir ümmet [siyasi bir hizb/parti] bulunsun” ayetindeki “min” harfi, tabîd/bazılaştırma içindir o halde bu şu iki hususu ifade eder: Birincisi: Müslümanların arasından bir cemaat çıkarmak farz-ı kifaye olup farz-ı ayın değildir. İkincisi: Müslümanların arasından cemaat vasfına sahip bir kitlenin bulunması bu farzı yerine getirmek için yeterlidir. Cemaat vasfına sahip ve ayette kendisinden talep edilen işi yapmaya muktedir olduğu sürece bu kitlenin sayısı ne olursa olsun fark etmez. Dolayısıyla [ولتكن] lafzı ile İslami ümmetin hepsi muhataptır. Ancak bu kelime, ümmet, yani cemaat kelimesine odaklıdır. Yani talep edilen şey Müslümanların tamamından talep edilmektedir. Çıkarılması talep edilen şey ise cemaat sıfatına sahip bir cemaattir. Böylece ayetin manası şöyle olur: Ey Müslümanlar! Şu iki ameli yapacak bir cemaat çıkarın ki bunlardan birincisi hayra, yani İslam’a davet etmek ve ikincisi marufu emretmek ve münkerden nehyetmektir. Dolayısıyla bu, bir cemaatin oluşturulmasına dair bir taleptir ve bu talepte bu cemaatin işi açıklanmıştır. Her ne kadar bu talep [ولتكن] “bulunsun” şeklinde mücerret bir emir olsa da bunun kesin bir talep olduğuna dair bir karine vardır. Zira bu cemaatin yapması için ayetin beyan ettiği işi, başka ayetlerde ve müteaddit hadislerde sabit olduğu üzere Müslümanların onu yapmaları bir farzdır. Böylece bu, bu talebin kesin bir talep olduğuna dair bir karine olmaktadır. Böylelikle de ayetteki emir, vacip bir emir olmaktadır. Dolayısıyla ayet, kendi aralarında hayra, yani İslam’a davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir cemaati kurmalarının Müslümanlara vacip olduğuna delalet etmektedir.
Bu, ayette belirtilen bu iki işi yapacak bir cemaati çıkarmalarının Müslümanlara bir farz olup bu cemaat çıkarılmadığı zaman tüm Müslümanların günahkâr olacak olması açısındandı. Ayette bahsi geçen çıkarılacak olan bu cemaatin siyasi bir parti olmasına gelince; bunun delili şu iki husustur: Birincisi: Allah, bu ayette Müslümanlardan hayra davet etmelerini, marufu emretmelerini ve münkerden nehyetmelerini talep etmemiştir. Bu ayette ancak bu iki işi yapacak bir cemaatin kurulmasını talep etmiştir. Dolayısıyla talep edilen şey bu iki işin yapılması değildir. Bilakis bu iki işi yapacak bir cemaatin kurulmasıdır. Dolayısıyla emir, bu iki işe değil cemaatin kurulmasına odaklıdır. Bu iki iş ise çıkarılması talep edilen cemaatin yapacağı işlerin beyanı olup talep edilen emir bu iki iş değildir. Dolayısıyla bu iki iş, çıkarılması talep edilen cemaatin türüne dair muayyen bir vasıf olmaktadır. Bir cemaatin, işe cemaat vasfıyla koyulabilen bir cemaat olması için belirli hususlara sahip olması kaçınılmazdır ki böylece işi yaparken bir cemaat olsun ve cemaat olarak kalsın. Dolayısıyla bir cemaatin ayette geçen bu iki işi yapan bir cemaat vasfını kazanabilmesi için onun bir cemaat olmasını ve çalışırken bir cemaat olarak kalmasını sağlayan şeye sahip olması kaçınılmazdır. Onun bir cemaat olmasını sağlayan şey ise tek bir vücut, yani bir kitle olmaları için üyelerini birbirine bağlayan bir bağın bulunmasıdır. Bu bağ olmadan çıkarılması talep edilen -ki o, cemaat vasfıyla çalışan bir cemaattir- cemaat oluşturulamaz. Çalışırken bir cemaat olarak kalmasını sağlayan şey ise itaati vacip olan bir emirin bulunmasıdır. Çünkü Şeriat, üç ve üçün üzerinde bir sayıya ulaşan her cemaate bir emir ikame etmelerini emretmiştir. Nitekim Aleyhi’s Salâtu ve’s Selam şöyle buyurmuştur: ولا يحل لثلاثة نفر يكونون بأرض فلاة إلا أمروا عليهم أحدهم “İçlerinden birini kendilerine emir seçmedikleri müddetçe, üç kişinin bir vadide olması helal değildir.” [Ahmed, Abdullah İbn-u Amr kanalıyla tahric etti.] Çünkü kişinin itaati terk etmesi onu cemaatten çıkarır. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem, lafzı Müslim’e ait muttefekun aleyh olan bir hadiste şöyle buyurmuştur: من رأى من أميره شيئاً يكرهه فليصبر، فإنه من فارق الجماعة شبراً فمات فميتة جاهلية “Her kim emirinden hoşlanmadığı bir şey görürse sabretsin. Zira her kim cemaatten bir karış ayrılır ve (bu halde) ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” Böylece emire karşı çıkmak cemaatten ayrılmak sayılmıştır. O halde çalışırken bir cemaatin cemaat olarak kalmasını sağlayan faktör cemaatin emirine itaat etmektir. İşte bir cemaat olarak bu iki işi yapan bir cemaatin çıkarılması için kaçınılmaz olan iki şey, bu iki vasıftır. Cemaatin bir bağa ve itaati vacip olan bir emire sahip olmasının olduğu bu iki şey, Allahu Teala’nın [وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ] “Aranızda bir ümmet [siyasi bir hizb/parti] bulunsun” kavlinin aranızda üyelerini birbirine bağlayan bir bağa ve itaati vacip olan bir emire sahip bir cemaat bulunsun demek olduğuna delalet etmektedir. Bu ise bizzat kitle veya parti veya cemiyet veya örgüt veya kendisini cemaat yapan ve çalışırken cemaat olarak kalmasını sağlayan hususlara sahip cemaate ıtlak edilen herhangi bir isimdir. Böylece ayetin partilerin veya cemiyetlerin veya örgütlerin veya benzerlerinin çıkarılmasını emrettiği ortaya çıkmaktadır. Bu emrin siyasi partilerin oluşturulmasına ilişkin bir emir olmasına gelince; çünkü söz konusu emir, mutlak olarak bir cemaati değil yapacağı işi belirlemekle belirli bir cemaatin çıkarılmasını talep etmiştir. Zira ayet, cemaatin cemaat vasfıyla yapacağı işi beyan etmiştir. Bu beyan ile çıkarılması talep edilen cemaatin türünü de belirlemiştir. Yani çıkarılması talep edilen cemiyetin türünü de belirlemiştir. Zira ayet şunu belirtmiştir: Müslümanların arasından hayra davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir cemiyet bulunsun. Dolayısıyla bu, bu cemiyete ait bir vasıf olmaktadır ve bu belirli bir vasıftır. Dolayısıyla da çıkarılması vacip olan cemiyet, bu vasfı tamamlayan cemiyet olup bunların dışındakiler değildir. Hayra davete, yani İslam’a davete gelince; bunu bir cemiyet yapabileceği gibi bir parti ve bir örgüt de yapabilir. Ancak genel olarak gelen marufu emretme ve münkerden nehyetme işini ancak siyasi bir parti yapabilir. Çünkü bu yöneticilere marufu emretmeyi ve onları münkerden nehyetmeyi de kapsar. Hatta bu, marufu emretme ve münkeri nehyetme işlerinin en önemlisi olup bu ayetin kapsamındadır. Zira ayet genel olarak gelmiştir: وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ “…Marufu emreden ve münkerden nehyeden…” [Ali İmran 104] Dolayısıyla bu, [ال] “Elif-lâm” takısı almış cins bir isimdir. Dolayısıyla da umum siygasındadır. Bu iş ise siyasi partinin en önemli işlerinden olup partiye veya cemiyete veya örgüte siyasilik kazandırarak onu siyasi bir parti veya siyasi bir cemiyet veya siyasi bir örgüt yapan işte budur. Madem ki hem yöneticilere marufu emretme ve onları münkerden nehyetme işi, marufu emretme ve münkerden nehyetme işlerinin en önemlilerindendir hem de marufu emretmek ve münkerden nehyetmek ayette talep edilen işlerden birisidir o halde bunları gerçekleştirmek cemaatin vacip bir işi olmalıdır. Bunun içindir ki ayetteki emir, belirli bir cemaate odaklıdır ki o, işi İslam’a davet etmek, yöneticilere marufu emretmek, onları münkerden nehyetmenin yanı sıra diğer insanlara da marufu emretmek ve onları münkerden nehyetmek olan cemaattir. Allah’ın Müslümanlara çıkarmalarını farz kıldığı cemaat işte budur. Yani ayetteki mevcut bu vasıfların hepsine bir sıfat olarak sahip olan cemaat demektir. İşte bu vasıftaki bir cemaat ise bizzat siyasi partidir. Şöyle denilmez: İslam’a davet eden, insanlara marufu emreden, onları münkerden nehyeden ve yöneticilere karşı çıkmayan bir cemaati çıkarmak farzı yerine getirmek için yeterlidir. Böyle denilmez: Çünkü Müslümanların çıkardığı cemaat, kendisine ait vasıfların hepsine, yani hayra davet etmekle birlikte marufu emretme ve münkerden nehyetme vasıflarına sahip olmadıkça farz yerine getirilmiş olmaz. Çünkü atıf, [و] “vav” harfi ile gelmiş olup birlik ve müşterekliği ifade eder. Ve çünkü marufu emretme ve münkerden nehyetme lafzı, umum sigasından bir siga ile genel olarak gelmiştir. Dolayısıyla umumluğu üzerine kalmalı ve umumluğunu karşılamalıdır. Dolayısıyla da cemaatin marufu emretme ve münkerden nehyetme hususundaki çalışması, bundan hiçbir şeyi istisna etmeksizin ayette geldiği gibi genel olmadıkça farz yerine getirilmiş olmaz. Eğer yöneticilere marufu emretme ve onları münkerden nehyetmeyi, yani siyasi işi bundan istisna ederse ayette talep edilen cemaat oluşturulmamış olur ve bu cemaat de ayette talep edilen cemaat olmaz. Çünkü o, marufu emretme ve münkerden nehyetmeden olan önemli bir işi istisna etmiştir. Oysa marufu emretmek ve münkerden nehyetmek ayette genel olarak gelmiştir. Dolayısıyla işleri arasında yöneticilere marufu emretmek ve onları münkerden nehyetmek olmadıkça vasfını tamamlamamış olur. Bundan dolayı farzı ayette geçtiği gibi yerine getirmek ancak siyasi bir cemaat, yani siyasi bir parti veya siyasi bir cemiyet veya siyasi bir örgüt oluşturmakla gerçekleşir. Yani marufu emretme ve münkerden nehyetme emrinden hiçbir şeyi istisna etmeksizin genel olarak yapan bir cemaati oluşturmakla gerçekleşir. Bu ise ancak siyasi bir parti, siyasi bir cemiyet ve benzerleri ile gerçekleşir.
Buna göre Allah, bu ayet ile İslami daveti taşıyacak, yöneticilere marufu emredecek, onları münkerden nehyedecek, aynı şekilde diğer insanlara da marufu emredecek ve münkerden nehyedecek siyasi partilerin kurulmasını emretmiştir. İşte bu maddenin delili olması itibarıyla bu ayetteki istidlal yönü budur.
Şöyle denilmez: Ayette, [أمة] denilmiştir. Yani tek bir parti demektir ve bu da birden çok parti olmaması demektir. Böyle denilmez: Çünkü ayette, tek bir ümmet denilmemiştir. Dolayısıyla tek bir cemaat de denilmemiştir. Ayette ancak herhangi bir vasıf olmaksızın nekra (belirsizlik) sigasıyla ümmet denilmiştir. Dolayısıyla bu da bir cemaati kurmak farzdır demektir. Dolayısıyla da tek bir cemaat kurulduğunda farz hasıl olmuştur. Ancak bu, birden fazla cemaatin, yani birden fazla kitlenin kurulmasına mani değildir. Zira bir kişinin yerine getirmesinin kafi olduğu farz-ı kifayeyi bir kişinin yerine getirmesi başkasının bu farzı yerine getirmesine mani değildir. Buradaki cemaat, cins bir isim olup herhangi bir cemaat demektir. Dolayısıyla mutlak olup onunla kastedilen cinstir tek bir fert değildir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ “Siz en hayırlı ümmetsiniz.” [Al-i İmran 110] Bununla kastedilen cinstir. Bunun bir benzeri de Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şu kavlidir: من رأى منكم منكراً فليغيره “Sizden biriniz bir münker görürse onu değiştirsin.” [Muslim, Ebî Said el-Hudrî kanalıyla tahric etti.] Burada kastedilen tek bir münker değildir. Bilakis münkerin cinsidir. Bunun benzerleri çoktur. Mesela bazen cinsin yapılması talep edilir bazen de cinsin yapılması nehyedilir. Bununla kastedilen tek bir fert değildir. Bilakis bununla kastedilen cinstir. Dolayısıyla bu emri cinsin tek bir ferdi için geçerliği olacağı gibi bu cinsin birçok ferdi için de geçerli olur. Dolayısıyla da ümmet içerisinde tek bir parti bulunması caiz olduğu gibi birçok parti bulunması da caizdir. Ancak tek bir parti bulunur ve ayette talep edilen işi yaparsa farz-ı kifaye gerçekleşmiş olur. Ancak bu, başka partilerin kurulmasına mâni değildir. Zira siyasi partinin kurulması Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Eğer tek bir parti kurulur ve başkaları da bu farzı yapmak için ikinci bir parti kurmak isterlerse onlara mâni olmak caiz değildir. Çünkü bu, farzın yerine getirilmesine mâni olmaktır ki bu haramdır. Bunun içindir ki birden fazla siyasi partinin kurulmasına mâni olmak caiz değildir. Ancak bu, ayetin belirttiği hayra davet etme, yöneticilere marufu emretme, onları münkerden nehyetme ve muhasebe etmenin de dahil olduğu marufu emretme ve münkerden nehyetme üzerine kurulan İslami partiler için geçerlidir. Bu şekilde olmayan partilere ise bakılır; eğer milliyetçiliğe davet etmek, İslami olmayan fikirleri yaymak ve benzerleri gibi haram olan bir şeyi yapmak içinse bu kitleleri kurmak haramdır, bunlar devlet tarafından yasaklanır ve bu kitlelere katılan herkes cezalandırılır. Eğer bir mübahı yapmak için olup mübah olan bir esasa dayanıyorsa mübah olur. Ancak ayette geçen şeylerin hepsine sahip siyasi bir parti olmadıkça Allah’ın bu ayetin nassı ile farz kıldığı farzı yerine getirilmiş olmaz.
Madem ki farzın yerine getirilmesi yöneticinin iznini gerektirmeyip dahası farzın yerine getirilmesini yöneticinin iznine bağlamak haramdır o halde siyasi partilerin kurulması ve oluşturulması ruhsat gerektirmemektedir.