أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim olabilir?” [Maide 50]

Dünya insan yapımı tüm kanun ve hükümleri denedi ve işte bugün bizler, tüm bu kanun ve hükümlerin başarısızlığına tanık oluyor, insanlığı sürüklediği çatışmaları, krizleri ve kargaşaları hissediyoruz.

İşte bu, yirminci asrın cehaletidir; peki insanların Allahu Teala’nın hüküm verenlerin en hayırlısı olduğuna ikna olmalarının zamanı gelmedi mi?

Genel Hükümler

Hüküm, bir emrin bir iş üzerine tatbik edilmesi olup temel ise diğerlerinin üzerine inşa edildiği temeldir; dolayısıyla hüküm, insanlar ve eşyalar üzerine tatbik edilen kanunlar, sistemler, şeriatlar ve kaideler olup temeli ise, onun türetildiği kaynaktır.

Eşyaların kaide ve kanunlarına gelince; bunlar insanların kanunlarından farklıdır; çünkü eşyalar, kaçınılmaz olarak tabiat kanunlarına, yani tabiata hükmeden kanunlara boyun eğerek seyrederler: ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de «İsteyerek geldik» dediler.” [Fussilet 11] Bu yüzden insan, başından beri eşyaları kendi amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanmak amacıyla bu kanunları öğrenmeye çalışmaktadır.

İnsana gelince; diğer eşyalar gibi maddi bir beden olsa ve onların kanunlarına boyun eğse de ancak o, akıl, irade ve karşılaşmış olduğu sorunlara yönelik fikir ve çözümler benimsemekle ayırt edilir. Dolayısıyla biz, insan ile eşyalar arasında meydana gelen sorunlardan bahsetmiyoruz; çünkü bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi tabiat kanunlarıyla çözülebilir: اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ “Görmez misiniz ki Allah, göklerde ne var yerde ne varsa hepsini hizmetinize vermiş olup, açık ve gizli, maddî-mânevî tüm nimetlerini üzerinize yağmur gibi yağdırmaktadır? Buna rağmen öyle insanlar var ki, ne doğru bir bilgiye, ne yol gösterici bir rehbere, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.” [Lokman 20] Ancak hakkında bahsetmiş olduğumuz sorunlar, insanın başkalarıyla olan ilişkisini tanzim etmektir. Toplumdan, sonra ihtilaf ve anlaşmazlıklardan kaynaklanan bu sorunlar, tabiat kaynaklarının paylaşılması noktasında insanlar arasında çatışmaya yol açmaktadır; çünkü insan düşünen bir varlıktır; bu yüzden onun, husumet yerine insicam ve uyuma, açlık, korku ve çekişme yerine dayanışmaya, merhamete, güven ve emniyete yol açan genel hükümler hakkında düşünmesi gerekir ki zaten olan da budur.

Yönetimin Esası

Bazı insanlar, insanın çelişki -diyalektik- nedeniyle gelişmekte olan bir madde olduğunu, bu nedenle onun tabiattaki diğer eşyalar gibi olduğunu, bu da insanlar arasındaki ilişkilerde uygulanması için tabiat kanunlarını incelemeyi gerektirdiğini söylemektedir. Bazı insanlar da, laikliğe – dinsizliğe çağrıda bulunmakta, bu sözlerinde zımnen dini tanımakta ama onu, insanlar arasındaki ilişkilerde hüküm vermekten soyutlamakta veya diğer bir ifadeyle insanları dinin prangasından kurtarmaktadır ki özgürlükten kasdettikleri şey işte budur; sonra insanın, insanlar için kanunlar koyan bir yönetici olduğunu tasavvur etmektedirler.

Müslümanlara gelince; insanın yaratıcı Celle ve Âla’nın yaratığı olduğunu söylemektedirler:كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتًا فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “Siz cansız iken size can veren Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz” [Bakara 28]Ayrıca O, yarattığını bilir:أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” [Mülk 14]Yine O, yaratıkları için neyin uygun olduğunu da bilir:وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلَا يَزِيدُ الظَّٰالِمِينَ إِلَّا خَسَاراً “Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” [İsra 82]Dolayısıyla insanlar için hüküm koyan ve onların ilişkilerini düzenleyen O’dur:وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُصِيبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنْ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ * أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim olabilir?” [Maide 49-50]

Aynı şekilde akide, kendisinden kanunların fışkırdığı bir temeldir ve bu akidenin, kendisine iman etmek için aklı ikna emesi gerekir; zira iman, vakıaya mutabık delile dayalı kesin tasdiktir. Şayet böyle olmazsa, o zaman itminana, sükunete ve güvene, yani imana yol açmaz. Aynı şekilde akidenin, insanda bulunan tapınma içgüdüsüne uygun olması gerekir ki böylece akliyeti nefsiyetiyle ve aklı ile de (uzvi) ihtiyaçları ve içgüdüleri uyum içerisinde olabilsin. Ama bizler, bugünkü toplumlarımızda zor ve önemli değişimlerin olduğu bir dönemde yaşıyoruz; bu yüzden bizim, birlikte hayatımızı üzerine inşa ettiğimiz ve ondan, bir başkasını kurmak için devletleri yıkmanın, bir başkasını kurmak için devletleri yıkmanın ve başkaları çıksın diye milletleri ortadan kaldırmanın eşiğine getiren fırtınalar estiğinde bile çökmeyen sağlam bir bina olan nizamımızı aldığımız sağlam ve doğru bir temele ulaşabilmemiz için sakin, açık ve net bir şekilde konuşmalıyız. أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىٰ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” [Tevbe 109] Dolayısıyla yapılan tartışmanın temelleri şu üç tanesi olup kesinlikle bunların dışında olmayacaktır ki bunlar şunlardır: Ya bilimsel sosyalizmin dediği gibi bir tanrının olması, ya laik kapitalizmin dediği gibi tanrının görmezden gelinmesi, onun hapsedilmesi ve şayet varsa da tasarrufta bulunmasının engellenmesi, ya da Allah’tan başka ilahın olmaması, O’dan başka hüküm veren ve emredenin olmaması ve insanların da İslam’ın dediği gibi itaat eden, boyun eğen ve uygulayan Müslüman kullar olmasıdır: فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً “Hayır, Rabbine andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa 65]

İmkânsız Teori

Bilimsel sosyalizme gelince; sistemin, tabiat kanunlarını inceledikten sonra türetildiğini, sonra kaçınılmaz bir sistem olarak toplumun üzerine uygulandığını, yani insanlar isteseler de istemeseler de bu kanunların insanlara hükmettiğini, dolayısıyla insanın, kainatın sünnetine boyun eğen eşyalardan bir eşya olduğunu düşünmektedir. Yani onların söylemek istedikleri şudur: Toplumun gelişmesi, insanların fikirlerine arzularına değil, maddi nedenlere bağlıdır… Zira toplumun tarihini, üretim yöntemlerinin en aşağıdan en yukarıya kadar birbirlerini izlemesinin kaçınılmaz bir süreci olarak, yani insan iradesine bağlı olmayan maddi yasalara boyun eğen bir süreç olarak görmeye başlamıştır. [Clean Benish’in, “Felsefenin Kısa Tarihi – Marksist Bir Bakış” Adlı Kitabı.]

Bu hususta olan şey, kastedilen fail arasında hiçbir fark yoktur, yani insan ve eşya iradesiz bir şekilde boyun eğmektedir. Bu şekilde sabahları evde çay yapmak bile insanın kendi iradesi dışında yaptığı maddi bir yasa haline gelmektedir. Tıpkı yağan yağmur, dünyanın güneşin etrafında dönmesi ve denizin gemiyi taşıması gibi; tüm bunlar, birbirine benzeyen maddi yasalardır.

Bu fikirleri açıklamaya ve yorumlamaya devam etmeyeceğim; çünkü bazı insanlar hala bunlara inanmaya devam ediyor olsa da, başladığım gibi teoriye geri dönmektedirler. Dolayısıyla bunları uygulamak isteyen tüm ülke ve insanların, bunun imkansız olduğunu hissetmeleri yeterlidir; bu yüzden Lenin, Stalin ve Mao Kruşçev ile başlayan ve Guevara ve yenilenen Gorbaçov’a, Marx’ın her yerde kapitalizme karşı ilan ettiği sıcak savaştan soğuk savaşa ve ardından barış içinde bir arada yaşamaya dönmesine, sonra geri kalan dünya nüfusunun, ülkelerinin ve zenginliklerinin ganimet olarak paylaşılması ve halkların sömürülmesi için uluslararası bir anlaşmaya varılıncaya kadar teoriyi yerle bir eden ve kökünden söküp atan gerekçelerle bunlardan geri döndüler.

Allah’a İbadet Etmekten Kurtulmak

Allah’ın varlığını ve dini umursamayan laiklere gelince; onlar, kendilerinin yaratıcı Subhanehu’ya bağlayan zincirleri kırmışlar, iddia ettikleri gibi kendilerini ondan kurtarmışlar ve kendi arzuları doğrultusunda hareket etmişlerdir. Aslında onlar da diğerleri gibi Allah’a inanmayan materyalisttirler. Hatta onların içlerinden biri şöyle diyor: Şayet Allah olmasaydı bile, insanlara hükmetmek için O’nu icat etmemiz gerekirdi. Yani onların nazarında Allah, sayesinde insanlara hükmetmek için icat etmiş oldukları bir fikirdir; nitekim Marx, “din, halkları (uyuşturan) bir afyondur” derken, onlardan anladığı şey işte buydu. Bizler de diyoruz ki; evet, insanların icat ettiği din, halkları uyuşturan bir afyondur, dahası bir din değildir. Dolayısıyla diğerleri gibi bir insan olan bir kişinin, kendi heva ve heveslerinden konuşmasını sağlayan, Allah’ın kendisine vahyettiğini, masum ve elçi olduğunu iddia etmesine, böylece cennetten arsa satmasına ve af ve mahrum bırakma belgesi çıkarmasına neden olan işte budur. İşte bu laikler, insanları, bir tek olan Allah’a ibadet etmekten kurtarıp birbirlerine ibadete sevk etmeye çağırmaktadırlar. Zira ubudiyet (kulluk), boyun eğmek ve itaat etmektir; bu yüzden “insan Mesih ve onun elçisi Papa” tarafından kişileştirilen bir fikir olan Allah’a ibadet etmekten şikayet etmeye ve bundan kurtulmaya çağırmaya başladılar. Dolayısıyla bir insanın tabi olması -yani bir dine-, boyun eğmesi – yani ibadet etmesi ve teslim olması gerektiğinden dolayı birbirlerine ibadet ettiler: Bu yüzden kendi içlerinden kişilerin koymuş olduğu kanunları kutsallaştırdılar, yani birbirlerinin sözlerine boyun eğip ibadet ettiler ve bu ibadeti de özgürlük olarak adlandırdılar.

Orman Kanunu

İnsan içgüdüleriyle hareket ettiğinden dolayı onların nezdinde akıl, içgüdü ve arzuların hizmetkârı ve diğer insanlar üzerinde nasıl kontrol sağlayacaklarını düşündüren güçlü bir silah olmuştur. Böylece insanları aşağılamışlar ve köleleştirmişlerdir; bu da harap eden sömürgecilik ve aynı zamanda köleliğin, kardeşliğin, eşitliğin, bireysel ayrıcalıkların, başkanlık, parlamento ve diplomatik dokunulmazlığın ve diğer insanlardan daha iyi olarak görülen seçkin bir ırkın olduğu özgürlük olarak adlandırılmıştır. Oysa kamu maslahatında, Allah’ın kullarını aç bırakarak, öldürerek ve aşağılayarak hareket eden bir grup zengin dolandırıcının geçici bencil çıkarlarını göremezsiniz. Dolayısıyla bunlar, güzellik, yumuşaklık ve yapay bir gülümseme maskesi oluşturdukları ve çirkin yüzlerini bunların arkasına gizledikleri içi boş hayali sözlerdir.

Dolayısıyla laiklik, insanı hukukun kaynağı yapmakta, insan da aklı içgüdülerinin ve bencilliğinin sadık bir hizmetkarı yapmakta ve bu içgüdülerin dizginlerini serbest bırakmaktadır; bu da tıpkı orman dünyasının çatışmasında olduğu gibi hayatta kalmak için ölümüne çılgınca bir mücadeleye yol açmaktadır. Böylece dünyada bir sorun biter bitmez bir başkası başlamakta ve mağlup olan kişi, galip gelen kişinin boynunu vurmak için uygun bir fırsatı kollamaktadır. Nitekim tarih, bunun örnekleriyle doludur. Dolayısıyla bu, şeylerin yerli yerince konulmadığı bir zulümdür; oysa Allah, adaleti ve iyiliği emretmekte olup adalet ise şeyleri yerli yerince koymaktır ki bu da İslam’dır, yani işi işin sahibine teslim etmektir: قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ “De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Gelin sizinle bizim aramızda ortak bir kelimede buluşalım: Yalnızca Allah’a ibadet edelim, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım, (Allah’ı bırakıp da) birbirimizi Allah’ın dışında rabler edinmeyelim.” Şayet yüz çevirirlerse deyin ki: Şahit olun ki biz Müslümanlarız!” [Al-i İmran 64]

Bu bir cehalettir; zira Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim olabilir?” [Maide 50] Dolayısıyla bizim Allahu Teala’ya sığınmamız ve O’nun risaletine ve hidayetine tabi olmamız gerekir. Şayet dünya, şu anki cehaletten kurtulmak istiyorsa İslam’a sığınması ve Allah’ın kulları olması gerekir. Başarıyı bahşeden Allah’tır.

مَنْ يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا “Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır, kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın.” [Kehf 17]