1- Cumhuriyet sistemi, halk için halkın yönetimi ilkesine dayanan bir yönetim olan demokratik sistemlerden biri olup cumhuriyet sistemi, devlet başkanının periyodik aralıklarla seçilmesiyle karakterize olmuştur; bu ise kapitalist ve sosyalist devlette geneldir. Ayrıca cumhuriyet sistemi, hem üniter devlette hem de fedaral devlette kurulur. Cumhurbaşkanı açısından olana gelince; iki tür cumhuriyet sistemi vardır: Birincisi; Cumhurbaşkanının yasama organına karşı sorumlu bir bakanlık, yani (parlamento) aracılığıyla yürütme erkinin işini üstlendiği temsili cumhuriyet sistemi olarak adlandırılır. İkincisine gelince; Cumhurbaşkanının yürütme erkinin görevlerini bizzat kendisinin üstlendiği ve bakanlığın yasama erkine değil de ona karşı sorumlu olduğu Cumhurbaşkanlığı cumhuriyet sistemi olarak adlandırılır.
Cumhuriyet sistemini, emperyal sistemden, veraset sisteminden veya diğer yönetim sistemlerinden ayıran en önemli şey budur. Burada sezgisel olarak biliniyor olsa da daha önce geçenlere başka bir açıklama daha eklemek gerekir ki o da; cumhuriyet sisteminin de diğer kapitalizm ve sosyalizm sistemleri gibi başka hiçbir şey gözetmeksizin sadece insanların çıkarlarını gözeten insan yapımı bir anayasayı uygulaması ve insanların da çıkarlarına gördükleri şeyleri kendisine bağlı kalacakları bir anayasa veya kanun olarak yasalaştırmalarıdır.
2- Yukarıda geçenlerin ışığında Cumhuriyet sisteminin, İslam Nizamı veya Hilafet veya İmamet Nizamı olarak adlandırılan şeyle birkaç yönden çeliştiği açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır:
a- Cumhuriyet sistemi, Cumhurbaşkanının periyodik aralıklarla seçilmesi esasına göre inşa edilmiştir; diğer bir ifadeyle Cumhurbaşkanı belirli bir süre için, örneğin belki dört yıl, belki de altı yıl için seçilmekte olup sistemde, Cumhurbaşkanının mutlak olarak belirsiz bir süre için seçilmesine izin verilmez. Cumhuriyet sistemindeki bu temel, İslam Nizamı ya da Hilafet veya İmamet Nizamındaki durumla çelişmektedir; çünkü İslam Devleti’nde başkan, belirli bir süre için seçilmez; şeriatı muhafaza ettiği, hükümlerini uyguladığı, devlet işlerini ve Hilafetin sorumluluklarını yerine getirebildiği sürece Halife olarak kalmaya devam eder. Çünkü hadislerde geçen biat nâssı mutlak olarak gelmiş olup belirli bir dönemle sınırlamamıştır. Zira Enes İbn Malik Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: اسمعوا وأطيعوا، وإن استعمل عليكم عبد حبشي كأن رأسه زبيبة ما أقام حدود الله “Üzerinize tayin edilen yönetici, başı kuru üzüm gibi siyah bir köle de olsa Allah’ın hadlerini uyguladı sürece (sözünü) dinleyip kendisine itaat ediniz.” Başka bir rivayette de şöyle geçmektedir: يقودكم بكتاب الله “Sizi Allah’ın Kitabı ile idare ettiği sürece.” Ayrıca Raşid Halifelerin her birine, hadislerde geçen biat olan mutlak biat verilmiş olup belirli bir süreyle sınırlandırılmamışlar, dolayısıyla onlardan her biri biat edildiği andan ölünceye kadar Hilafeti üstlenmiştir.
b- Cumhuriyet sistemi demokrasi temeli üzerine, demokrasi de yasama hakkının halka ait olması esası üzerine inşa edilmiştir; cumhuriyet sistemindeki bu temel, kesinlikle Hilafet veya İmamet Nizamının durumuna aykırıdır. Çünkü Hilafet veya İmamet Nizamı, halkın değil, şeriatın egemenliği ilkesine dayanmaktadır. Dolayısıyla İslam Devleti’nde insanların kanun koyması doğru değildir. Çünkü İslam’da kanun koyucu, Allah Subhanehu ve Rabbinden kendisine vahyedilmesinden dolayı Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir; bunun dışında kim olursa olsun bir Müslümanın İslam Devleti için kanun koyma veya anayasa çıkarma hakkı yoktur. Her kim bunu yaparsa, belki de sahibini küfre götürecek kadar bir günah işlemiş olur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerdir.” [Maide 44] İslam Devleti’nde Halife’nin işi, şerî hükümler benimsemek ve bunları devletin uyulması gereken tek anayasası yapmaktır; dolayısıyla iki sistem arasında köklü ve esasi bir fark vardır.
c- Ayrıca Cumhuriyet sisteminin üniter devlette kurulması caiz olduğu gibi federal devlette de federasyon veya konfederasyon şeklinde kurulması da caizdir. Ancak bizler İslam’ın, Müslümanların federal bir devlet veya bağımsız bir devlet altında olmalarını haram kıldığını, tüm Müslümanların sadece tek bir devlet altında olmalarını vacip kıldığını ve bunun dışında olmalarını haram kıldığını görmekteyiz. Nitekim Müslim, Abdullah İbn Amr İbn Âs’ın, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle derken işittiğini söylediğini rivayet rivayet etmiştir: وَمَنْ بَايَعَ إِمَاماً فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِ “Her kim bir İmama (Halifeye) biat edip elinin ayasını ve kalbinin semeresini verirse, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir diğeri onunla (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmek için gelirse, o diğerinin boynunu vurun!” Arcafe’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle derken işittim: مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ، يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ، أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ، فَاقْتُلُوهُ “İşiniz (yönetiminiz) tek bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asanızı parçalamak veya cemaatinizi (birliğinizi) bölmek isterse onu öldürün.” Yine Ebu Said el-Hudri’den, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الآخَرَ مِنْهُمَا “İki Halife’ye biat edilirse, onlardan sonuncusunu öldürün.” Dolayısıyla cumhuriyet sistemi, bir federasyona veya devletlerarası bir konfederasyona doğru genişlerken Hilafet veya İmamet Nizamı ise sadece Müslümanlar arasındaki birlik için genişlemektedir; bu da iki sistem arasındaki üçüncü çelişkidir.
d- Cumhuriyet sisteminde, devlet başkanına ek olarak yürütme organı olan bakanlık da vardır ve bu bakanlık, yasama organı veya Cumhurbaşkanı karşısında sorumludur; dolayısıyla bu bakanlık, yönetimi dayanışma içinde uygulayan birkaç kişiden oluşan bir komite veya organdır. İşte bu organ, İslam Nizamında yoktur; aksine İslam Nizamında yönetimi tek başına bizzat kendisi üstlenen Halife vardır ve yönetimde yardımlaşma değil, Halifeye bir ve birkaç yardımcı tarafından bireysel olarak yardım edilir; diğer bir ifadeyle her yardımcı, diğer yardımcıya başvurmadan dilediğini yapma hakkına sahiptir, yaptığı işlerin sorumluluğu kendi şahsına aittir, yardımcının bir hükmü uygulayabilmesi için diğer yardımcının onayını almasına gerek yoktur, hiçbir şeyde ona başvurmaz ve onun (verdiği) hükümlere sadece Halife başvurabilir; bu da iki sistem arasındaki dördüncü çelişkidir.
Yukarıda geçenlere aşağıdaki fikirleri de ekliyoruz:
a- İslam, insanların maslahatlarına hak ve adaletle çözüm bulmak için gelmiş bir din ve evrensel bir nizam, vahiyle inen bir din ve nizam, eksiklik ve zayıflıktan uzak bir din ve tamamen kemale ermiş bir nizamdır. Nitekim Subhanehu şöyle buyurmuştur: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإسْلامَ دِيناً “Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’dan razı oldum.” [Maide 3] O halde azim küresel bir nizam ve tamamen kemale ermiş bir din olduğu halde bir Müslüman, insanın koyduğu garip sistemin getirilmesi için bu din ve nizamın bir yönetim cihazından eksik olduğunu nasıl tasavvur edebilir? Bu da bu dinin ve bu nizamın eksiklikle itham edilmesine, dolayısıyla Allahu Teala’nın şu kavlinin yalanlanmasına delalet etmiyor mu: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُم “Bugün dininizi kemale erdirdim.” [Maide 3] Dolayısıyla tamamen kemale ermiş bir din olup onda eksiklik yoktur ki diğer dinler ve sistemler karşısında zorlansın. Bu nedenle Müslümanların, kendilerini sadece Hilafet veya İmamet Nizamı olan İslam Nizamı ile sınırlamaları ve onun dışındakileri kaldırıp atmaları gerekir.
b- Şüphesiz Allah Subhanehu, bizim için bu dinden razı olmuştur; bu yüzden bizim, bu dinin usul ve fürularına sımsıkı sarılmamız, sadece ona bağlı kalmamız ve bunların dışındakileri kaldırıp atmamız gerekir. Bu da ancak ayırmakla mümkündür; diğer bir ifadeyle Müslümanların, yaşam tarzı, fikir ve hayat tarzlarıyla kendi dışındakilerden ayrı olmaları gerekir. Zira bir şeyle gurur duyan, ona sahip çıkar ve onu diğerlerinden ayırır. Bu nedenle Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından, Müşriklere muhalefet etmemiz ve onlardan ayrılmamız yönünde birçok talep olduğunu görmekteyiz. O halde bu İslam’a inanan bir Müslüman, nasıl olur da bu din ve bu nizamın en yüce hususları noktasında kâfirleri taklit etmeyi, kâfirlerin yapmış oldukları nizamı almayı ve onu kendileri üzerinde tatbik etmeyi kabul edebilir? Şayet onların yönetim nizamlarını alıp ülkemizin üzerine uygularsak, o zaman nasıl kafirlerden ayrılıp onlara muhalefet edeceğiz?
c- Son olarak cumhuriyet sistemini benimseyenlere ve onu şerî bir kisveye büründürenlere, onların bu fiillerinin insanların işlerini ve hükümlerini bulanık, çalkantılı ve belirsiz bir hale getirdiğini hatırlatırım; böylece şerî hükümler ve şerî hakikatler insanlara gizli kalmış, hidayet (doğru yol) kaybolup gitmiş, insanlar farklı ekollere ayrılmış ve artık Müslüman bastığı yeri göremez olmuştur. Çünkü kafirlerden almak demek, hükümlerimizin ve fikirlerimizin insanlar için karışık ve belirsiz bir hale gelmesi demektir. Böylece İslam’a davet durdu ve Müslümanlar, artık kafirleri dinlerine ve yaşam tarzlarına davet etmez oldular; Müslümanların anlaması gereken şey işte budur. Tüm bu anlamlar, Sünnilerden önce Şiiler ve Mu’tezile’den önce İbadiler olmak üzere tüm Müslümanların üzerinde ittifak etmesi gereken hususlardır. Şayet Müslümanların mizanlarını ve kimliklerini kaybettiren ve onların kafir Batı medeniyetinin çalışma ve cehalet saflarına katılmasını sağlayan sömürgecinin bu fikri saldırısı olmasaydı, bu anlamlar hiçbir Müslümana gizli kalmayacaktı. Bu yüzden Yahudi ve Hıristiyanların adetlerine uymaktan sakınmak gerekir; çünkü bunlar, yok oluşun habercisidir. Dolayısıyla tek ama tek kurtuluş, ayrı olmaya geri dönmek, dinimiz ve yönetim nizamımız noktasında Allah’ın bizim için razı olduğu şeylerle gurur duymak ve kafirlerin sistemlerini, yaşam tarzlarını ve bozuk fikirlerini taklit etmeyi bırakmaktır.